Büyük Tur: Bisikletle Yunanistan | Ada turu

Büyük Tur: Bisikletle Yunanistan | Ada turu

Yazı James Spender  Fotoğraf Juan Trujillo Andrades

Babam bana “Dünya sana bir yaşam borçlu değil” demekten hoşlanırdı. Ben bu sözleri “İyi şeyler kolay elde edilmez” olarak anlardım. Onun bu sağduyulu bilgeliği bir kez daha doğru çıktı. Saat neredeyse sabahın üçü ve Almyrida Resort’daki loş odamda, bir elimde tork anahtarı. Diğerinde ise Chris Boardman’ın kendi bisikletinin yeni kırılan sele borusuyla dikiliyorum. Kabahat elimdeki alette mi yoksa uykusuzlukta mı emin değilim ama bildiğim tek şey var. Bir zamanlar sele borusunu yerinde tutan ultra hafif sele kelepçesinin şu an paramparça olmuşu. Ve işe yaramaz bir karbon yığını haline geldiği. Ödünç aldığım Boardman SLS’imi kurmaya çalışırken ve neden olduğum felakete bakarken. Böyle bir uğursuzluğu hak edecek ne yaptığımı ve Girit adasının güneybatısında çıkacağımız. 125 kilometrelik turu sele olmadan nasıl tamamlayacağımı merak ediyordum.

Güneşteki ada

Ucuz yemek, kızgın güneş ve cam gibi berrak deniz peşindeki tatilcilerin ilk tercihlerinden biri olmasına karşın Girit yol bisikletçilerinin nadiren gittiği yerlerden. Bu biraz garip bir durum; çünkü eğer doğru mevsimde giderseniz aradığınız her şeyi burada bulabilirsiniz. Yaz ortasında hava sıcaklığı tokyolarınızı asfalta yapıştıracak kırklı derecelere kadar yükseliyor. Ancak bir kaktüse yetecek kadar yağmur yağıyor. Ama sezon dışında –İlkbahar veya Sonbahar- giderseniz, şartlar neredeyse mükemmel. Adada çok az turist kalıyor ve onlar da kendilerini ve kiralık arabalarını daha çok kuzey kıyılarında gezdiriyorlar. En büyük Yunan adasının iç kısımları. Ve nispeten daha az gelişmiş güney kıyıları ise neredeyse tamamen boşalıyor. Bu durumu göz önüne alarak seyahatimi Eylül ortasına denk getirdim. Ev sahiplerim, yerel bisiklet tur operatörleri Linda ve Thanassis Ambrose-Mischopoulou bana “Vahşi manzaralar ve kıvrımlı yollar” vaat etti.

Yunan profesyonel bisikletçi Stavros Papadimitrakis de adadaki turuma katılacak ve beni bir sürüş sınavına çekecek. Her şey kulağa mükemmel geliyor ama denizden bir taş atımı uzaktaki odamın balkonundan. Plaja ve Girit denizinin sularına bakarken kendimi tepeden tırnağa tedirgin hissediyorum. Gecenin bir yarısı tork anahtarımın neden olduğu fiyaskodan sonra. Thanassis bana yedek bir bisiklet ve bulabildiği bütün boylarda sele kelepçesi getirmeye söz verdi. Bu da sadece tek bir boy anlamına geliyor (!) Vitesler değiştiği ve kadro, kaskımla uyumlu bir renkte olduğu müddetçe genellikle hangi bisikleti sürdüğüm konusunda pek seçici olmam. Ama bu sefer özellikle yanımda getirdiğim bisikleti sürmek istiyorum.

İngiltere’den ayrılmadan önce test sürüşü için Broadman Bikes’tan bir SLS 9.8 istemiştim. Lakin ellerinde benim boyuma uygun bir model kalmadığından Chris’in kendi bisikletini; yani. 2014 Tour de France yarışında etap öncesi TV çekimlerinde sürdüğü bisikleti göndermek durumunda kaldılar. Otelin lobisine, Tanassis ve Stavros’un tozlu minibüsünün acı bir frenle otoparka girdiğini görecek kadar erken iniyorum. Araçtan atlayan iki adam beni kocaman gülümsemelerle, elimi sıkarak ve sırtıma dostça vurarak karşılıyor. Sonraceplerini karıştıran Thanassis küçük, yuvarlak bir nesne çıkartıyor. Bu yeni sele kelepçemmiş. Boardman’a uyuyor. Yola çıkıyoruz.

Çılgın trafik

Kuzeybatıda, Chania’ya komşu bir koyda konaklıyoruz. 73 yıl boyunca adanın başkentliğini yapan şehir 1971 yılında bu unvanı doğudaki Heraklion’a devretmiş. Ama bizim turumuz daha da güneyden, Roustika yolunun sağa; Velonado’ya doğru ayrıldığı noktadan başlayacak. Ki bu da bize minibüste sohbet etmek, araziyi görmeğe. Girit trafik adabının inceliklerine nail olmak için bir saat bırakıyor.  Adanın iç kısımlarında araba sürmek o kadar da kötü değil. Yollar, insana bomboş ve sessiz bir kasaba havası veriyor.

Bizi kırlık bölgelere götüren sahildeki anayol sanki ateşten gömlek. Tek şeritli yolda ağır ilerleyen traktörleri sollamak kolay değil ama burada kural basit: gaza yüklenmek. O kör virajlarda kamyonları sıyırırken ben arka koltukta ecel terleri döküyorum. Thanassis omzunun üzerinden arkaya bakarak “Giritliler böyle araba kullanır” diyor. Bize karmaşık gelse de, bu sistemin içinde bir düzen var. Ancak turistler bu düzeni kavrayamadığı zaman kazalar oluyor. Sabahın pusu dağılıp güzel ama çıplak araziyi gözler önüne sererken, biz de başlangıç noktamıza varıyoruz. Girit’te pek çok tepe var ama adanın dağlık olduğu söylenemez. Yine de Thanassis ilkbahar aylarında bu bölgenin, (havanın şimdiden ne kadar ısındığı düşünülürse şaşırtıcı ama) karlı zirvelerden bir fon önünde rengarenk kır çiçekleri ve çiçek açmış portakal ağaçlarından bir örtüyle kaplandığını anlatıyor.

“Alpler’deki bir tatil bölgesini andırıyor ama daha sıcak” diyor gururla. “Ya portakal çiçekleri ve dağ otlarının kokusu? Vay be! Spa’da aromaterapi yaptırmaktan daha iyi!” Öyle güzel bir resim çiziyor ki, şimdiden önümüzdeki sene başında aynı yolculuğu bir kez daha yapmayı düşünmeye başlıyorum ama gri gökyüzü, yeşil tarlalar ve Londra’nın acayip otobüslerine alışkın benim gibi biri için karşımdaki vadinin sunduğu erken sonbahar görüntüsü de yeterince etkileyici. Eğrelti otlarının oluşturduğu kahverengi fona serpiştirilmiş sarımsı ve kızıl kahve kayalar ve soluk mor lavanta çalıları… Stavros ve ben bisikletlerimize atlayıp düşük viteste sürmeye başlarken minibüsümüz de ufukta kayboluyor.

Yunanistan Ulusal Pist Şampiyonası

Buraya gelirken Stavros bana, Atina’daki Yunanistan Ulusal Pist Şampiyonası’ndan yeni döndüğünü, orada zamana karşı 1 km ve scratch yarışlarına katıldığını ve sırasıyla 18. ve 9. olduğunu anlatmıştı. Bu sonuçların  etkileyici olduğunu söylüyorum ama Stavros pek memnun görünmüyor. Ancak bir profesyonelin üzerinde iyi görünebilecek kadar cafcaflı taytının içinde zahmetsizce ilerlerken “Bu benim en iyi halim değil. Birkaç yıl önce zamana karşı şampiyonu bendim, yani… Ama neyse, bugün gemiden daha yeni indim!” diyor gülümseyerek. “Thanassis bu sabah sekiz buçukta beni feribottan aldı ve pek de uyumadım. Yani, bugün biraz ağırdan alalım derim.”

Ağırdan almakla neyi kastettiğini soruyorum. “Bilirsin işte, sakin, zorlanmadan… Zevk için!” diye cevaplıyor. Ama ilk gerçek yokuşa sarıp da “zevkin” bir ulusal şampiyon için ne anlama geldiğini öğrenmeden önce. Motosikletli bir polis çıkageliyor ve durmamızı işaret ediyor. Sonuçta polisin sadece yaşlı kilise cemaatinin güvenle geçmesini sağlamak için trafiği durdurduğu anlaşılıyor. Stavros bugün Bakire Meryem’in doğum gününün kutlandığını. Aynı zamanda Yunanistan’da adı Maria olan herkesin günü olduğunu açıklıyor. “Ama kiliseye sadece evli olanlar ve bakireler girebiliyor” diyerek sırıtıyor. “Evli misin?” Hayır diyorum ve cevabımın kahkahalarla karşılanmasına çok şaşırıyorum. Anlaşılan o ki Girit’te bekar bir yetişkinseniz, siz başınızı bağlayana kadar aksilikler asla peşinizi bırakmıyor. Bu da sanırım sele kelepçesi talihsizliğini açıklıyor.

Sürekli ileriye, yukarıya, aşağıya

Kallikratis köyüne giden yaklaşık 9 kilometrelik yol, yüzde 5’lik tatlı bir eğime sahip. Günün bu aşamasında görece olarak sakin, neredeyse huzur dolu bir deneyim. Asfalt yepyeni ve bahsetmeye değer bir trafik yok. Vites gruplarımızın keyfini bozan tek şey. Arada bir kayalık yamaçlarda sıçrayan bir dağ keçisinin düşürdüğü taşlardan kaçmak oluyor. İleride ufka doğru birkaç alıcı kuş. Vadi tabanından yükselen sıcak havada asılı duruyor ve zirveye vardığımızda. Tepenin öbür yüzünden Libya denizine basamaklar halinde inen. Yeni açılmış oldukça dar virajlar bütün güzellikleriyle arzı endam ediyor. Bisikletçilerin neden akın akın buraya gelmediklerine hayret ediyorum.

Ama arazinin bütün çoraklığına ve Thanassis’in Temmuz ayından beri sadece bir kez yağmur yağdığı iddiasına karşın. Başımızın üzerinden kısa ama oldukça şiddetli bir sağanak bulutu geçiyor. Neyse ki uzun sürmüyor ama –dakikalar önce mükemmel görünen- virajlar güneşin altında artık tehditkar bir şekilde parlıyor. Stavros dönüp bana ağırdan almamız gerektiğini hatırlatıyor. Yamaçtan aşağı temkinli bir şekilde takip etmeye başlamadan önce başımı sallayarak onaylıyorum. Ancak görünen o ki yeterince temkinli değilmişim.


Sayılarla

  • 125 toplam mesafe (km)
  • 2,735 toplam irtifa (m)
  • 11,000 keçi görüldü (yaklaşık)
  • 1 bisiklet efsanesinin bisikleti kırıldı
  • 41 dar viraj alındı

Dönemeçlerden birinde, ihtiyatlı hızıma rağmen, ön tekerim kaygan zeminde altımdan kayıyor. Ardından kendimi yolun beş metre aşağısına doğru sırt üstü sürüklenirken buluyorum. Aklı başında her bisikletçi gibi ben de ilk iş olarak Boardman’ı kontrol ediyorum. Neyse ki hiç hasar almamış görünüyor. Sonra kendimi kontrol ediyorum. Biraz sıyrık dışında önemli bir şey yok. Stavros düşmeme neden olan kaygan zeminin aynı zamanda sürüklenmemi sağlayarak daha ciddi çarpma ile bir daha kalkamayacak duruma gelmemi engellediğini söylüyor. Bekar erkekler üzerindeki bu lanetin sandığımdan daha ciddi olabileceğini düşünmeden edemiyorum.

Bu düşünceleri kafamdan uzaklaştırmaya çalışırken, Thanassis’in adanın bu bölgesinin incisi diye tanımladığı yere doğru ilerliyoruz. Hora Sfakion ilçesinden kıvrıla kıvrıla Aradina Köprüsü’ne tırmanan 14 kilometrelik yol. Adanın en derin boğazı üzerine inşa edilen köprü ise hem bir mühendislik harikası hem de Avrupa’nın ikinci en yüksek bungee jumping platformu olarak tanınıyor. Neyse ki atlayışlar için yaz sezonu bitmiş (Haziran’dan Ağustos’a kadar sürüyor). Dolayısıyla bizi araba trafiğinden tamamen arınmış, muhteşem manzaralı bir tırmanış bekliyor. 

Bu, deniz seviyesine yakın bir yükseklikten 600 metreye ulaşan zorlu bir yokuş ve solumda baş döndürücü sarp kayalıklar, sağımda birbiri üzerine katlanan kurşuni sarmallar gibi yükselen yol olduğu halde tırmanırken, yüzde sekizlik eğim beni birkaç dakika içinde zorlamaya başlıyor. Bir süre kendimi giderek küçülen köyler ve aşağıda ışıldayan denizle oyalıyorum. İnsanı endişelendirecek kadar rahat görünen Stavros’a ayak uydurmaya çalışmak giderek zorlaşmaya başlıyor. Ben yarı yola geldiğimde ufukta küçücük görünüyor. Köprüye ulaştığımda ise Stavros’u, bir duvarın üzerinde neon elbiseli bir Sezar gibi üzüm yerken yakalıyorum. “Hey hey! Başardın işte; güzeldi değil mi? Köprünün öbür ucuna kadar yarışalım mı şimdi?”

Girit ve et

Hora Sfakion’a iniş ancak bisikleti hızla sürerken hissedebileceğiniz bir keyif. Yarış parkurunu Stavros belirlerken ve aşağıdaki yolu neredeyse tamamen görebilirken, kendimi bayır aşağı atabilirim. Bu yol bir bisikletçinin hayalini kurabileceği her şeye sahip: uzun, dik, geniş, manzarası harika ve trafikten tamamen uzak; tam bir oyun bahçesi. Deniz seviyesine indiğimizde rüzgar artık karşımızdan esiyor. Bunu bahane edip öğlen yemeği molası veriyoruz. Mola, dört başı mamur bir yemeğe dönüşüyor. Yol kenarında, herhangi birinin evi olmanın sadece birkaç plastik masa ve sandalye ötesine geçmiş beyaz badanalı bir restoranda, türlü çeşit et, salata ve damar tıkayıcı hamur işleri ısmarlıyoruz. Bu tam da özlemini çektiğim bir ziyafetti ama girişken bir restorancı olmaktan çok Yunan müzik listelerine yakışacak, Kevin Keegan permalı, kot pantolon ve mont takımlı Giritli ev sahibimiz sayesinde daha eğlenceli hale geliyor.

Yemek zamanı

Daha da harikası, bütün bu yemeklerin yaşlı ve bilge annesi tarafından küçük bir tekne mutfağından hallice bir mutfakta pişirildiğini anlıyoruz. Geriye dönüş yolu, iki kat uzun ve iki kat fazla zaman alacak şekilde uzanıyor. Yemek molasının iyi bir seçim olup olmadığına karar veremiyorum ama kafa patlatmaya gerek kalmıyor; zira torbada bir küçük sürpriz daha var: Kotsifou Boğazı’nın tabanından geçerek adanın içlerine ve bitiş noktamıza ulaşan dik bir yokuş. En az gün boyu gördüklerim kadar çarpıcı bir manzara…Binlerce yıldır akan su dağların içinde incecik bir yarık açmış. Yol, su seviyesinden yukarıda; boğazın girişinde ise insanlar kayalara bir şapel oymuş.

Dışarıdan bakıldığında bölgenin parlak kırmızı ve sarı taşlarıyla süslenmiş, ana girişi kayaların içine oyulmuş rüstik ve dekoratif bir bina. İçerideki tütsülerin dumanı, havanın nemli kokusuna karışarak duvarları süsleyen aziz resimleri ve diğer kutsal emanetlerin etrafında süzülüyor. Şapelin ilkel çekiciliği ve tartışmasız güzelliğinin yanı sıra kendini hissettiren tarihi ve gizemli bir havası da var. Doğrusunu isterseniz bu tarihi yere baktıkça, aslında adayı kendi cisminde nasıl da özetlediğini daha net görüyorum: dışarısı resim gibi güzel hatta şatafatlı, içerisi saklı zenginliklerle dolu bir hazine. Girit’in bir sürü saklı hazinesi var ve bunları keşfetmek için yapmanız gereken şey, bisikletiniz ve yedek sele kelepçeniz ile gelmek.

Sürüşten sonra

YEME İÇME

Girit’te gittiğiniz her yerde taze pişmiş lavaş ekmeği, süzme yoğurt ve doğru dürüst kuzu eti bulabiliyorsunuz ki, İngiltere’de tipik bir Cuma akşamı gezmesinden sonra tıkınmaya alıştığımız kebaplarla uzaktan yakından alakası yok. Güneydeki kafe ve tavernaların çoğunda bulabileceğiniz sfakiani, içi mizithra peyniriyle doldurulmuş, üzerine bal gezdirilerek, atıştırmalık, meze veya tatlı olarak yenebilen bir tür pişi. Bir fincan sert Yunan kahvesi ile mideye indirebilirsiniz. Yunan kahvesi inanılmaz ince çekilmiş kahveden yapılan tatlı ve toprak kokulu bir içecek. (İşgal sırasında Yunanlılar, işgalcilerden kalan artık kahveleri toplamak zorunda kalırlarmış ve yeniden pişirmeden önce bir kez daha öğüterek tadını artırırlarmış).

RESTORAN

Cyclist olarak ziyaret edip aradığımız her şeyi bulduğumuz bir yer varsa. O da Taverna Lavantis idi. Chania yakınında bir tepe yamacında hizmet veren bu aile işletmesi muhteşem bir manzaraya karşı daha da leziz yemekler ve yerel içecekler sunuyor. Beş kişilik sınırsız akşam yemeği ve içebileceğimizden çok daha fazlası için sadece 85 pound ödedik.

TEŞEKKÜR

Sele kelepçelerinden dört başı mamur yemeklere, Thanassis Ambrose-Mischopoulou ve eşi Linda’nın uzmanlığı ve bölge hakkındaki derin bilgisi sayesinde Girit ziyaretimiz beklediğimizden on kat daha güzel geçti. Thanassis ve Linda Chania’da, hem yol hem arazide rehberli turlar ve bisiklet kiralama hizmeti. Ve minibüs desteği veren Hellas Bike’ı işletiyorlar (hellasbike.com). Aynı şekilde, Racing Cycles-Kastro Takımından Stavros Papadimitrakis’in tırmanışlardaki sabrı ve sürüş yorumları çok makbule geçti. Ayrıca bütün uçak biletlerini ve muhteşem Almyrida Resort’ta (almyridabeach.com) konaklamamı sağlayan Yunan Ulusal Turizm Ofisi’ne (visitgreece.gr) de çok teşekkürler. Bisiklet dostu ve hemen plajın yanında konumlanmış Almyrida Resort, sürüş öncesi ve sonrası için mükemmel bir konak noktası.


Benzer Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir