Bisiklete binmek duyguları harekete geçirir. Selenin üstünde yol alırken yüzümüze vuran rüzgar, doğanın renkleri ve kokuları, sesler, her şey daha keskindir, daha farkındayızdır çevremizin. O başlangıç ve varış arasında hayat gerçekten akıyordur bizim için. Yalnızca kas gücü değil, bu yaşam enerjisidir aynı zamanda bisikletçinin kaynağı. Biten bir bisiklet gezintisinin ardından bacaklarımız ağrıdığı kadar ufkumuz da genişlemiştir, yaşamla daha iç içe geçmişizdir. Sinema da hislerimiz ve düşünsel evrimimiz açısından benzer bir besindir, biten bir filmden sonra aynı kişi değilizdir artık. İşte hayata anlam katan bisiklet ve sinemanın beraber varolduğu filmler hakkında bir yazı dizisi ve ilk filmimiz; Les Triplettes de Belleville (Belleville’de Randevu). Başlangıç için bu filmden iyisini düşünemezdim. Öncelikle, Les Triplettes De Belleville benzersiz bir film. Garip, akışkan, kavgacı, saygısız, sıcak, umursamaz, büyülü, yırtık, sevimli veya daha bir sürü sıfatla şansımızı deneyebiliriz ama bunlar filmi tanımlamakta eksik kalır. 2003 tarihli bu film hakkında şüphe götürmeyecek bir gerçek var ki o da kalıpları yıktığıdır. Animasyon gibi kuralları keskin, muhafazakar bir alanda yepyeni sözler söylüyor Fransız yönetmen Sylvain Chomet. Amerikan ve Japon animasyonları festivalleri kuşatırken Avrupa’dan çıkan bu yeni ve farklı bakış açısı şüphesiz biz sinemaseverler için bir nimet. Çıktığı yıl Cannes Film Festivali’nde çok konuşulan ve 2004 en iyi animasyon Oscar adayı olan Les Triplettes De Belleville bir bisiklet gibi hızla yol alıyor, 80 dakikada hikayesini anlatıyor.
Siyah-beyaz, 1950’lerin Mickey Mouse çizimlerine yakın bir tarzda ele alınan açılış sahnesinde Fred Astaire ve Josephine Baker gibi ikonlarla beraber sahne alan Belleville üçlüsünün şaşalı şovunu izleriz. Bu bir televizyon programıdır aslında ve sonrasında bir odada bunu izlemekte olan anneanne ile torununa geçeriz. Burata Chomet’nin kendi bildik tarzını görürüz. 3 boyut ve gelişmiş bilgisayar teknolojilerinin animasyon alanını ele geçirdiği günümüzde kendisi hala elle ve karakalem çizim yapmaktadır, bu yüzden animasyonlarını hazırlamak oldukça uzun sürer (bir sonraki animasyonu “L’illusionniste” için 7 yıl çalışmıştır). Anneanne ve torununun mimikleri, mekanlardaki inanılmaz detaylar yönetmenin hayalgücü kadar tekniğinin de ne kadar etkileyici olduğunu bize gösterir. Fransa’dayızdır ve müthiş anneanne Madame Souza, öksüz torunu Champion’u mutlu etmek için her şeyi deniyordur. Önce ona arkadaş olsun diye köpek Bruno’yu verir, daha sonra ise üç tekerlekli bir bisiklet. Her daim içine kapanık ve kasvetli Champion’u sadece bu iki anda gülerken görürüz. Kararlı mentörlüğü ve azimli bakıcılığıyla Champion’un Tour De France’a kadar yükselmesine yardımcı olan Madame Souza, tur boyunca da torununun arkasında Bruno ile yer alır. Yarış sırasında Champion Fransız mafyası tarafından kaçırılır ve çokça bir New York olan Belleville’e götürülür. Köpek Bruno ile torununu kurtarmak için Belleville’e gelen anneanneye burada artık yaşlanmış ve gözden düşmüş Belleville üçlüsü yardım edecektir. Böyle anlatıldığında kısmen aklı başında bir hikaye bizi bekliyor gibi gözükse de yan hikayeler ve yönetmenin eleştiri ve saygı duruşlarıyla resmen çılgın bir anlatı girdabına kapılıyoruz seyirci olarak. Bir bisiklet gibi akan, masum ama çok güçlü bir film. Bildik animasyonlardan sıkıldıysanız, farklı bir film izlemek istiyorsanız, bisiklete siz de Champion kadar tutkuyla bağlıysanız Les Triplettes de Belleville kesinlikle izlediğinize pişman olmayacağınız bir film. Eşitsizlik, çarpık modernleşme, fast food kültürü ve Fransız olmaya dair de pek çok mizah unsuru bulacağınız bu müthiş filmi Belleville’de Randevu adıyla DVD formatında bulabilirsiniz.