Bisiklet dünyasının renkli ismi Ömer Yavru, Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’ndan ailesine, ülkemizdeki bisiklet kültüründen meslek hayatındaki detaylara kadar pek çok soruyu Cyclist Türkiye için cevapladı.
Cyclist Türkiye: Sizi kısaca tanıyalım.
Ömer Yavru: Ankara’da doğup büyüdüm. İstanbul’da yaşıyorum. Okul yaşamım başkentte geçti. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon Sinema bölümünü bitirdim. 1993 yılındaki stajımla birlikte, sektöre Ankara’da adım attım. Yaşamımın İstanbul bölümü ise, TRT’de muhabirlik sınavını kazandığımda, tayinim İstanbul’a çıkınca başladı. 1999 yılında İstanbul’da istihbarat servisinde muhabirliğe başlayıp, 2005 yılında spor servisine geçtim. Halen aynı birim ve statüde çalışmaktayım. Ayaktopu, pardon futbol dışında hemen her spor dalı ilgimi çekiyor. Bunların başında ise, bisiklet geliyor.
Cyc: Peki, bisiklete olan ilginiz nasıl gelişti ve mesleğiniz haline geldi?
ÖY: Eurosport kanalında tek tük bisiklet yarışları izlemişliğim vardı. Ancak, tamamen içine girmem 2005 yılında başladı diyebilirim. Spor servisinde göreve başlayınca, farklı dallarla ilgilendim. O dönemki müdürüm Tufan Turasan, bir gün arayıp; “Bu yıl Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nda görevlisin.” dediğinde itiraf etmeliyim ki, turla ilgili hiç bir şey bilmiyordum. İlk kez, 2006 yılında Türkiye Turu’nu baştan sona izledim ve sanırım Türk televizyonlarında ilktir; her gün yaklaşık 20 dakikalık özetler hazırladım. O zamanlar tur amatörlere yönelikti. Çok okuyup, fazlaca araştırmam gerekti. Bisiklet sporu, çok farklı parametreleri bir arada tutuyor. Hem sporcu, hem de bisikletle ilgili fazlaca detay var. O günlerden itibaren bilfiil bisikletle ilgilenmeye başladım.
Cyc: İlk gününde neler hissettiniz?
ÖY: Bisikletle yoğun mesaiye çok özel bir işle başladım. Dediğim gibi, ilk işim Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’ydu. Heyecanım ve merakım görevin verildiği ilk gün başladı. Turun hemen ardından da bir dağ bisikleti yarışına gidince nasıl derin bir dalla uğraştığımı daha iyi anladım. Fark ettim ki, bisiklet sevgisi ayrıcalıklıymış.
Cyc: Bisiklet günlük yaşamınızı nasıl etkiledi ve hayatınızda neleri değiştirdi?
ÖY: Spor dalı olarak bisiklet, keyifli, insanı meraka sevk eden ve kendine çeken bir branş. Ama gerçek şu ki, aslında bisiklet bir yaşam biçimi. Türkiye’de bisiklet, çocuklar için sınıf geçme ödülü ve hafta sonları hava da iyi olursa hobi olarak binilen bir araç olarak görülüyor. Biz azınlıkta kalanlar, bisikletin yaşamımızın tam ortasında olmasını isteyenleriz. Hatta daha ileri giderek söyleyeyim ki, otomobillerin yerini alabilmesini istiyorum. Eşimin ve benim birer dağ bisikletimiz ve bir katlanır bisikletimiz var. Kim erken kalkarsa katlanır bisikletle o işe gider durumu vardı bir ara evimizde. İstanbul malum, inişli çıkışlı bir şehir ve biz de yokuş çıkacak kondisyon yok ne yazık ki. Bu yüzden, katlanır bisikletin avantajları çok fazla. Hatta şunu da ekleyeyim, oğlumuza hamileyken bile eşimin işine katlanır bisikletle gitmişliği var. Ta ki, doktor aksini söyleyinceye kadar. Yani, hayatımızı epey etkiledi ve önemli değişiklikler yaptı.
Cyc: Bisiklet yarışlarının dünyadaki izlenme oranları nedir? Sizce bu pazarın büyüklüğü nedir?
ÖY: Rakamsal ifadeler kullanmak kolay değil. Ama ortada olan gerçek şu ki, yarışlar, bisiklet ve ekipmanlarıyla ilgili bilinirliliği artırıyor. Bisiklet severler, takımların ve sporcuların kullandıkları her türlü malzemenin peşine düşebiliyorlar. Son dönemde, Türkiye’de bisikletin görünürlüğü ile pazarın büyüdüğünü firma yetkilileri söylüyor. Aslında çok da uzağa gitmeye gerek yok. Son dönemde bazı bisiklet firmalarının konsept mağazalarının çoğaldığını görebiliyoruz. Talep olmasa bunlar olmazdı.
Cyc: Türkiye’de bisiklet sporu hakkında ne düşünüyorsunuz?
ÖY: Üzerine kitapların yazıldığı bir soru oldu. Cumhuriyet ile birlikte sporun gelişimi için önemli bir atılım yapılıyor ki bisiklet federasyonu aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kurulan federasyonlarından biridir. Hatta federasyon kurulmadan önce, Osmanlı döneminde de yarışların yapıldığını biliyoruz. 50’lerden sonra bisiklete ilgi artıyor ve yarışlar çoğalıyor. Şaşırtıcı gelebilir ama Türkiye’de o dönemde pist bisikleti hayli popüler. Şaşırtıcı deme sebebimi okuyucularımız da anlamıştır sanırım, zira bugün Türkiye’de bir tane bile kapalı velodromumuz yok. 60’larda hatta 70’lerde bisiklet takımları neredeyse tüm Türkiye genelinde var ve büyük bir çekişme yaşanıyor. 80’ler ve 90’larda bisiklet sporu, duraklama dönemi yaşıyor. Bisiklet sporunun geçmişiyle ilgili epey araştırma yapmıştım ama konuyu uzatmayayım. 2008’de Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun profesyonellerin yarıştığı bir tur haline gelmesiyle birlikte hem uluslararası arenada, hem de Türkiye’de bisiklet önem kazandı. Yıllar sonra 2008’de dağ bisikletinde, 2012’de de yol bisikletinde olimpiyat oyunlarına gittik. Hatta, belki bilmeyenler vardır diye söylüyorum; pistte o dönem güzel bir ekip vardı. 2012’de, pistte, bir sporcumuz olimpiyatı kıl payı kaçırdı. Ama şunu da eklemeliyim, bence sporcu yetiştirilmesi, alt yapı eksikliği, yıllardır yapılacak denilen velodromun yapılamaması gibi hala önemli sorunlar yaşıyoruz. Son bir nokta olarak, medyanın yani bizlerin sadece bisiklet değil birçok farklı branşa kör olduğumuzu söylemeliyim.
Cyc: TRT’nin bu konudaki çalışmaları sporun gelişimine neler kazandırdı?
ÖY: Hani dedim ya, birçok farklı branşa medya olarak körüz diye. Biz TRT olarak birazcık ayrıcalıklıyız. Ama itiraf etmeliyim ki, o da birazcık. Bisiklet sporu, Türkiye’nin en eski sporlarından biri. TRT ise Türkiye’nin en eski yayın kuruluşu. Önemli bir tarihsel geçmiş ve dolayısıyla ortaklık var. Gerçek olan bir durum var. TRT, Türkiye’de en fazla eve girebilen, Anadolu’nun birçok yerinde en fazla izlenen kanal durumunda. Bisiklet sporunun gelişmesinde gerçekten önemli rol oynadı, oynuyor ve oynayacaktır. Hatta, daha ileri gideyim; oynamak zorunda. Örneğin; Türkiye Turu’nun geçtiği yerlerde aldığım tepki; “Aa bak! Bizim köyü dünya izliyor.” oluyor.Ayrıca, çocukların ilgisi tartışmasız yoğunlukta. Parkurlara evi yakın olanlar, hem televizyondan, hem de canlı olarak yarışı izliyorlar. Onlarınki ayrı keyif. Yani, TRT’nin yaptığı her türlü yayının dönüşü oluyor. Sistemli yapılan durumlarda, kartopu etkisini görmek mümkün.
Cyc: İşinizi yaparken karşılaştığınız en büyük zorluk nedir? Bunu nasıl aşıyorsunuz?
ÖY: Aslına bakarsanız bizim işimiz başlı başına stres. Her naklen yayında yeni bir sınava giriyormuşsunuz gibi olur. Etaplı turlarla ilgili biraz daha detay vereyim. Oradaki stres daha fazla, çünkü etap başlamadan önce start noktasında röportajlar yapıp start verilmeden yaklaşık 10 dakika önce araçla (aracı da ben kullanıyorum) bitiş noktasındaki naklen yayın noktamıza ulaşmak çok stresli. Öyle yayın saatlerim oluyor ki, aracı bir kenara çekip, haber bağlantımı yapıp, yola öyle devam ediyorum. Tabii bitişteki yayın alanına geldiğimde de, araçtan inip, mikrofonu alıp yayın yapmak zorunda kalabiliyorum. İzleyicinin karşısına çıkarken son bilgileri aktarmak gerektiği için de, dakikalarla yarışıyorum. Dolayısıyla, yarışın son durumunu izleyiciye aktarmak için organizasyonla, hakemlerle falan hep iletişim halinde oluyorum. Çoğunlukla, tüm bilgileri kağıda dökme şansım da olmuyor. Tur boyunca, telefon ve kulaklığımla bütünleşmiş olarak geziyorum.
Cyc: Bisiklet yarışmalarını takip eden bir muhabir ve spiker hangi özellikleri taşımalıdır? Siz yarışı anlattınız mı?
ÖY: Muhabir olarak bisiklet yarışı anlatmadım. Ama anlattığım farklı branşlar oldu. Bisiklet yarışı özelinde, iş sadece; “Önde şu gidiyor, arkada bu atak var.” demekle bitmiyor. Özellikle etaplı yarışlarda geçilen yerlerin özelliklerini de duymak istiyor izleyici. Yani, aslına bakarsanız hem yarış, hem bisiklet, hem bisikletçi, hem takım, hem organizasyon, hem geçilen yöreler hepsi sizin konunuz ve tüm bunlara iyi hazırlanmanız gerek. Yayına hazırlık dönemime ‘ders çalışma’ diyorum. Bir muhabir, ömür boyu öğreniyor aslına bakarsanız. Dersine çalışmadan da izleyiciyle doğru iletişimi kuramıyor. Bisiklet yarışını takip eden muhabir diye kısıtlamadan kısaca şöyle söyleyeyim; muhabir ömür boyu merak eden, öğrenmek zorunda olan ve şüphe duyan kişidir…
Cyc: 2015 Cumhurbaşkanlığı Türkiye Turu’nu değerlendirir misiniz?
ÖY: Şu ana kadar net açıklanan bir şey yok. Organizasyonla ilgili gerekli makamlarla federasyonun görüşmeler yaptığını ve ihale sürecinin başladığını biliyorum. Elimizdeki en net veri ise, açıklanan UCI takvimine göre, 2HC kategorisinde olacağı, yine Giro’dan hemen önce Avrupa Turu kapsamında 26 Nisan’da başlayacağı ve 3 Mayıs’ta tamamlanacağı yönünde. Sanırım parkurda bir değişiklik olmayacak. Yani, yine başlangıcımız Alanya ve bitişimiz İstanbul etapları olacak.
Cyc: Ailenizin bisiklete yaklaşımı nasıl?
ÖY: Eşim de bisiklet sevdalısı biri. Yurt dışı gezilerimizde mutlaka bisiklet kiralayıp o kenti dolaşıyoruz. Burada ise bisikletle işe gidiş geliş konusunda aile büyüklerimizin biraz çekincesi oluyor ama bizi böyle kabullendiler. Gerçi çok haksız sayılmazlar. Türkiye’de özellikle İstanbul’da halen bisikletliyi düşman gibi gören pek değerli(!) sürücülerimiz var. 10 aylık oğlumuzun ise taytay olarak bilinen pedalsız denge bisikleti hazır. Türkiye’de bisiklete özendirici içerik paylaşımı anlamında çalışmalar yapan ağabeyi Gökhan Kutluer hediye etmişti.
Cyc: Yarışlarla ilgili unutamadığınız anınızı bizimle paylaşır mısınız?
ÖY: Sene 2008. Türkiye Turu, ilk kez profesyonellerle düzenlenecek. Yıllardır ekranlarda gördüğüm bazı sporcularla tanışma şansım var. Röportaj şansım var diye çok mutluyum. İstanbul’daki özel etaptan sonra İzmir’e geçildi. İstanbul yarışı sonrası hızla havalimanına gidildiği için, merakla beklediğim isimlerle görüşemedim. Ama daha önümde bir hafta vardı. İzmir-Kuşadası etabındayız yani Türkiye Turu’nun bir bakıma ilk günü sayılır. Yayıncı kuruluş olduğumuz için şoförlü bir araç tahsis edilmişti bize. Şoför arkadaş, pek öyle bisikletle veya yarışla ilgili değildi. Pelotonun içindeyken öne geçmenin kuralları vardır. Hakemden izin alırsın, bisikletçileri kontrol edersin ve geçersin. Büyük bir araçtayız ve yandaki sürgülü kapı açık, kameraman arkadaş bir eliyle tutunup diğer omzunda kamera ile çekim yapıyor. Şoför arkadaş yol genişledi diye bastı gaza ve biz ana grubu geçtik. Kameraman güzel görüntüler yakaladığını söyledi. Mutlu mesut ilk günün akşamına ulaştık derken, o senenin baş hakemi P. Marien yemekte beni gördü “Sizinle kısa bir görüşme yapalım yemekten sonra.” dedi güler yüzle. Belçikalı hakem, Fransa turu gibi birçok büyük turda da görev yapmış biri. Yemekten sonra çay içerken tenha bir köşede bir masaya oturduk ve Marien: “Çok tehlikeli bir hareket yapmışsınız bugün. Öncelikle bisikletçilerin hayatını düşünürüm. Kameramanınız düşseydi bisikletçiler zarar görebilirdi ayrıca sizin için de tehlikeli. “Böyle giderseniz sizi yarıştan atarım.” deyince dondum kaldım. İlk kez böyle bir turdaydım, işim gereği de yapmam gerekenler vardı. Neyse, sonra öğrendim tabii işin püf noktalarını ve doğrusunun nasıl olduğunu. Turdan ihraç edilmedim ama birkaç etap Philippe’ten uzak durdum.