Cyclist Türkiye’nin en sevilen köşelerinden biri olan Big Ride’da nefis manzaralara eşlik eden üç haneli mesafeler, testere gibi etap profilleri, yakılan binlerce kalori, sanat eseri gibi bisikletler görürüz.
Mayıs ayının ortasında biz de bu özelliklere sahip bir Big Ride yaptık.
Türkiye’de bisiklet festivallerinin ilham kaynağı olan Gökova Bisiklet Turu’nda pedal çevirdik.
Fotoğraf: Ahmet Coka
Dergimizin Mayıs ve Haziran sayılarında Köyceğiz’de yapılan “Yerli Tur”ların coğrafyasındaydık. Nefis manzaralar eşliğinde, yaklaşık 300km yol kat ettik. (Tamam, 300km’yi 5 günde aldık, ama o kadar kusur kadı kızında da olur değil mi)
2007 yılında Gökova Pedallarımın Altında ismiyle yola çıkan festival, her yaştan, her cinsten, her kesimden, her boydan, postan ve kilodan insanın katılımıyla artık bir fenomene dönüşmüş durumda.
Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, gördüklerimizi anlatalım.
Fotoğraf: Huriye Düzenli
1. GÜN: MUĞLA- MARMARİS
17 Mayıs sabahı yaklaşık 300 bisikletçi Muğla’nın tarihi semtlerinden Konakaltı’nda bulunan Kültür Merkezi’nde buluştuk.
http://www.mentese.gov.tr/default_B0.aspx?content=1270
(Malumunuz Muğla, yıllardır kendinden “ünlü” ilçeleriyle bilinen bir şehir. Deniz seviyesinde bulunan Bodrum, Marmaris, Datça gibi tatil beldeleri, yaklaşık 600 metre yukarıdaki Muğla’dan daha çok ilgiye mazhar olmuş yerler. Ama son yıllarda Muğla’nın kıymetini anlayanların sayısı çoğaldı diyelim ve parantezi kapatalım.)
Fotoğraf: Fırat Okutucu
Bisikletçiler arasında en genç isim “yedibuçuk” yaşındaki Rengim ile, 85 yaşındaki Hakkı Süha Terzibaşıoğlu idi. (Rengim’in yaşından beri bisiklete binen, dağları tepeleri pedal çevirerek aşan Hakkı Bey, ayağındaki rahatsızlık yüzünden bisiklete binemedi ama araçla bize eşlik etti…Hakkı Bey’in bisiklet tarihini daha yakından öğrenmek isteyenler için: http://seytanarabasi.blogspot.com.tr/2013/05/bisiklet-ve-hakk-suha-terzibasoglu.html
74 kilometrelik ilk menzilin ilk durağı “Bisiklet Cumhuriyeti” Ula oldu. Dikkat buyurun, memlekette logosunda bisiklet olan tek belediyeden söz ediyoruz. Konunun filmi bile var. İşte bu da linki: http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/bisiklet-cumhuriyeti
Ula’dan zil sesleriyle ayrılıpduruverdikten sonra yaveş yaveş Sakar Geçidi’ne yaklaşmaya başladık.
Sakar, 670 metre yükseklikten deniz seviyesine inen 9km’lik nefis, yılankavi bir yol. Bir nevi Alpe D’Huez sizin anlayacağınız. Belki onun kadar yüksek değil, belki onun kadar çok virajı yok, belki Dutch Corner gibi şöhretli köşeleri yok, ama “kargasekmez” virajları var… Hele altındaki Gökova manzarasının yanında, Alpe D’Huez pek gariban kalır.
Geçtiğimiz senelerde Türkiye Bisiklet Turu rotalarında yer alan geçidi inerken insan, sanki bisiklet değil de uçak kullanıyormuş gibi bir duygu yaşıyor.
“Gökova Pedallarımın Altında” bunu en iyi anlatan cümle galiba.
Sakar’dan aşağı ‘Karakaçan’ı salarken sağ omuzumdaki ses “aman dikkat”, sol omuzumdaki ses“ bir daha böyle inişi nereden bulacaksın, bassana” diye dürtüyordu. Yol bilgisayarım bir ara 70km/h gösterdiğinde sağ omuzumdan gelen sesi dinlemem gerektiğini fark ettim ve yavaşladım.
Böylece ismiyle müsemma Sakar’ı sakarsız-belasız atlattıktan sonra Akyaka’ya devam ettik.
Akyaka, gördüğüm ilk günden beri hayran olduğum bir yer. Üstündeki ördeklerden, kuğulardan, etrafındaki yeşilliğe kadar bir tabiat harikası olan Azmak Çayı’nı henüz görmediyseniz vakit kaybetmeyin derim başka da bir şey demem.
Akyaka’daki öğle yemeğinden sonra gidonumuzu Marmaris yönüne kırdık. Küçük iniş çıkışlarla dolu bir 35km daha kat edince kendimizi memleket turizminin lokomotiflerinden birinde bulduk. (Maalesef malum nedenlerle, lokomotif hayli yavaşlamış. Bunu anlamak için sokaklarda biraz yürümek yeterli.)
İlk günün aritmetik dökümünü kendi yol bilgisayarımı referans alarak söylüyorum: 74.1km mesafe içinde 1925 metre yükselmiş, 1271 metre iniş kaydetmişiz.
2.GÜN: MARMARİS-AKTUR
18 Mayıs, bisikletçilerin kaldıkları otelden çıkıp, Marmaris’e yeni yapılan bisiklet yolunu takip ettikleri bir rotayla başladı. 5,5 kilometrelik yolun resmi açılışı da aynı güne denk getirilmişti.
“Memleketin her yerinde böyle hayırlı girişimler artsın” temennisiyle Marmaris’ten çıktık ve Datça yoluna koyulduk.
Öğle yemeğini Çubucak Orman Kampı’nda yedikten sonra “şu meşhur Balıkaşıran kimmiş bir görelim bakalım” diye efelenerek selenin üstüne atladık.
Fotoğraf: Mahmut Kebabçı
Balıkaşıran, 3km uzunluğunda, ortalama eğimi %10 olan şöhretli bir tırmanış. Datça Yarımada’sının en dar yeri… Kayıkaşıran da denirmiş. Balığı, kayığı bilmem ama, ne kadar zor aştığımı bilirim.
Kağıt üstünde çok zor görünmüyor. Ama öğle sıcağından mıdır nedir bilmiyorum, her 100 metrede bir rubleme bakıp,” bir dişli daha, n’olur bir dişli daha” diye inleyip durdum.
Bir ara eğim %20’lere yaklaştığında kendimi İstanbul Boğazı’nda yüzüyorum zannettim. Hani kulaç atarsınız ama hep aynı yerde sayarsınız ya o hesap.
“Bir dahaki sefere ne 32’si, 36 rubleyle gelmezsem ne olayım” diye diye tepeye vardım. Çok sevmem hazır yiyecekleri ama tepede ikram edilen hazır makarnanın lezzetini Vedat Milör’e karşı bile savunurum.
Fotoğraf: Huriye Düzenli
Ardından gelen inişin tadı tarife bile gelmez… Şahaneydi.
Hedefe ulaştığımızda yol bilgisayarı, 52km yol gittiğimizi, 794m Tırmandığımızı, 714m indiğimizi söylüyordu.
Aktur Kamping günün konaklama yeriydi. Akşam, kurulan sahnede bisiklet üstüne muhabbet ettik. Feyz aldık feyz verdik ve günü tamamladık.
3. GÜN AKTUR-DATÇA-BODRUM
19 Mayıs sabahı Aktur’dan yola çıktık. 25km sonra Datça’ya ulaştık ve adet olduğu üzere Eski Datça’da Can Yücel’in evini ziyaret ettik, oturduğu kahvede ada çayı içtik.
Günlerden 19 Mayıs olması manidar bir tesadüfe de yol açmıştı. Malûm, Can Yücel’in çevirdiği bir kitaptan ötürü yattığı cezaevinde yazdığı bir 19 Mayıs şiiri var. Onu buraya almadan olmaz.
“bugün ondokuz mayıs
mayısın ondokuzu
sen ey türk istiklalinin koruyucusu
sen ey ülkemizin geleceği
ulusumuzun gözbebeği
sen ey demir parmaklıklarında barfiks yapan
ranzalarda perende atan
sportmen ve kahraman türk gençliği
önünde bütün kilitbahirler açık
ama her zaman samsun’a çıkılmaza
bu sabah da avluda volta atmaya çık”
Günü Datça’da sonlandırmayacaktık elbette. Bir Gökova klasiği olan feribot yolculuğunu yaptık ve nasıl anlatsam nerden başlasam Bodrum’una geldik.
Gümbet’teki Zetaş Camping’in etrafını kuşatan diskolardan gelen sesler arasında sabaha kadar uyku mücadelesi verdikten sonra Ören’e gitmek üzere yola revan olduk.
4. GÜN BODRUM-ÖREN
Akşamdan kalma uykusuzluğumu herhalde gidon üstünde telefi ederim diye “akıl ve mantık dolu” fikirler kafamda uçuşurken, Bodrum Amfi Tiyatro’da hatıra fotoğrafı çektireceğimizi söyleyen bir sesle uyandım.
Artık meşhur Mazı rampasını çıkmaya hazırdık. Biraz sonra Bodrum-Milas yolundan saptık, Yalıçiftlik yoluna girdik. Ardından Mumcular Yolu üzerinden orman yoluna daldık. Sadece kuş sesleri ve ağaç kokuları arasında uzun ama müthiş keyif veren bir yolda yokuş tırmanmaya başladık. Yol, yer yer “bir zamanlar ben de asfalttım” diye inlese de daha çok bir coğrafya laboratuvarı gibiydi. Ben 32mm lastiklerimle bile başa çıkamazken 23mm ile gelenlerin halini bile düşünmek istemedim.
Aradaki küçük inişlerle birlikte yaklaşık 25km tırmandığımız yokuştan sonra Mazı köyündeki öğle yemeğimize ulaştık. (Bu kadar yorulduktan sonra ısırdığınız her lokmanın, yudumladığınız her çayın tadını iki kat alıyorsunuz.)
Mazı’nın arkasından gelen uzun ve teknik inişin sonunda -rotamız üstünde olmasa da-buraya kadar gelmişken uğramadan olmaz diye, gidonumuzu Çökertme’ye doğru çevirdik. Yol boyunca da bağıra bağıra en güzel yol türkülerinden biri olan Çökertme’yi söyledik.
Yaylana yaylana geldiğimiz için akşam üstü Ören’e vardık.
Girişteki sevimsiz termik santrali görmezden geldik ama Melih Cevdet Anday heykeline selam ettik. Kampçıların bir kısmı büyük şairin gölgesine kamp bile attı.
Yol bilgisayarım 74km mesafe kat ettiğimizi, 1243m yükselirken 1243m iniş yaptığımızı söylüyordu. Deniz seviyesinden deniz seviyesine… Başka bir deyimle “Sıfıra sıfır, elde var şahane bir rota…”
5.GÜN ÖREN-AKYAKA
Ören’den çıkar çıkmaz, son günün şerefine bir yokuş tırmanmaya başladık. 4 kilometrelik yokuşu 450m yükselerek kat etmeye çalıştık. Yol boyunca ineklerin ve ilgi dolu bakışlarına şahit olduk. Acaba içlerinden ne geçiriyorlardı?
Fotoğraf: Samed Kunac
Bir ara gariban bir eşek gözüme ilişti. Belli ki artık çok yaşlanmış ve tabiata salınmıştı. Kim bilir, belki şansı yaver giderse, bir köpek bir kedi ve bir horoz bulur ve kendi müzik grubunu kurar…
Madem eşek dedik, madem yokuş dedik o zaman, şu hikâyeyi anlatmanın tam yeridir.
Bilirsiniz, 1950’li yıllarda Türkiye’de karayolu hamlesi başladığında Amerika’dan mühendisler gelmiş. Bunlar bazı imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlar memlekette yol güzergâhını belirleyecek alet-edevat, eleman, hiçbir şey yok. Nafia mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış. Bunu gören Amerikalı mühendis, durumu kavrayamamış ve sormuş:
– Ne yapıyorsunuz böyle?
– Rampada yolun güzergâhını belirliyoruz.
– Nasıl yani, anlayamadım?
– Eşek yüzde 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz.
Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
– Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
– Ne yapacağız, Amerika’dan mühendis getirtiyoruz.
Öğle yemeğini, mavi yolculuğun en mavi koylarından biri olan Akbük’te yedikten sonra bir grup bisikletçi erken ayrıldık. Deniz kenarında makara yapa yapa kendimizi ilk günün Akyaka’sında bulduk.
Şimdilik yolun sonuna gelmiştik.
Ekranım, gün içinde 51km mesafe içinde 1605m çıktığımızı, 1605m indiğimizi söylüyordu. Artı- eksi yine birbirine dek anlayacağınız…
Alacağımız vereceğimiz kalmadı elde kalan neşeden ve keyiften gari…
TEŞEKKÜR
Gökova Turu gibi organizasyonların Türkiye bisiklet kültürüne yaptığı katkı hakikaten çok büyük. O kadar çok insanı bisiklete bindirmeye özendiriyorlar ki, aynı hassasiyeti bir devlet politikası olarak görsek, Türkiye 10 yıl içinde bir bisiklet ülkesi olurdu.
Dünyanın hemen her yerinde bir ticari faaliyet olarak yürütülen Bisiklet Turizmi, bizim ülkemizde bir avuç gönüllü insanın özverili çabalarıyla yapılıyor. Bu insanların sıcak bir teşekkürden başka bir beklentileri yok.
Gökova Bisiklet Festivali’nin isimsiz kahramanlarına bir kez daha teşekkür etmek boynumuzun borcu…
Tur’un emekçilerinden grafik tasarımcı Ahmet Coka’nın kamerasından.
E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!