Cyclist: Bisiklet gazetecisi olarak organizasyon açısından bu seneki Türkiye Turu’nu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Matt Rendell: Bence organizasyon gayet iyiydi. Uluslararası gazetecilerin bakış açısından değerlendirmem gerekirse çok güzel otellerde konakladık, rahat bir şekilde ulaşım sağlandı ve elbette hepimiz Türk yemeklerini çok seviyoruz. Bir örnekle anlatayım, fotoğrafçıların kullanması için dokuz tane motosiklet vardı. Bu sayede fotoğrafçılar üç, dört ve hatta beş etapta motosiklet üzerinden fotoğraflayarak çalışma imkanına sahip oldular. Bu da Türkiye adına olumlu bir şey. Elbette hala geliştirilmesi gereken şeyler var. Bu konuda bir örnek vermeme daha izin verin. Etap sonlarında yarışçıları ya da diğer insanları taşıyan araçların trafik içinde kalmadan doğrudan otele gidebileceği bir lokasyonda park etmiş olması gerekirdi. Organizatörlerin bu tip küçük detaylar üzerine pratikte bulunması gerekli. Bir yıl önce size otele yerleştirilme işleminin tam anlamıyla yavaş olduğunu söyleyebilirim. Bu yıl ise bu sorun çözüldü. Otele vardığınızın onuncu dakikasında büyük bir sıra da olsa odanızın anahtarını alıp odaya gitmeye hazırdınız. Gerçekten ama gerçekten iyi organize edilmiş bir yarıştı. Her zaman geliştirilmesi gereken şeyler olacaktır, bu asla bitmez. Güzel olan gelecek yıl için yarışın hepimizde iyimser bir hava bırakması. Bu nedenle yalnızca yarışın kendi değil aynı zamanda geçmiş yılın üstüne koyması bakımından da olumlu bir yıldı.
Cyc:Yabancı basının katılımını geçen seneyle kıyaslayacak olursak bu seneye dair neler söylemek istersiniz?
MR: Yapmaya çalıştığımız şey en iyi gazeteci ve fotoğrafçıları buraya getirmek. Geçmişte TUR’da basın olarak görev yapan sayıca daha fazla gazeteci ve fotoğrafçı vardı. Biz bu rakamı lojistik olarak da daha kolay olması adına düşürdük ve buraya gerçekten sıkı çalışarak yarışı takip eden kişileri getirmeyi amaçladık. Geçmişi düşününce sayı olarak daha fazla kişi vardı ama bir kısmı yarışı tatil olarak görüyordu. Ama bu sıkı çalışma gerektiren bir iş. Ve bence bu yıl güzel bir denge yakaladık. Gelecek sene fotoğrafçı sayısı aynı kalacak ama iki tanesi değişecek. Halihazırda harika işler çıkartan bir fotoğrafçıya sahibiz. Ama gelecek yıl için daha fazla Çinli fotoğrafçıya ihtiyacımız var. Çünkü Çin büyük bir yer ve yarışın bilinirliliğini orada da arttırmalıyız. Rusya’dan, Polonya’dan, İspanya, İtalya ve Fransa’dan gelenler var. Hatta yanılmıyorsam iki yıl önce Guardian’dan bir gazeteci gelmişti. Bence bu sene iyi bir denge yakaladık. Ama benim kanatıma göre bunlar zaman içinde yavaş yavaş yapılması gereken değişiklikler. Aksi taktirde işleri daha kötüye götürmek daha iyiye götürmekten daha kolay bir hal alır. Bu nedenle şu an için geldiğimiz noktayı gayet iyi buluyorum.
Cyc:Bazı otoritelere göre eleştirilerin odak noktasında yarış kalitesinin düşük olduğu fikri vardı. Siz de aynı görüşte misiniz?
MR: Hayır, açıkçası katılmıyorum. Eğer kazanan isim Diego Ulissi’ye bakacak olursak, kimse kolay kazandığını söyleyemez. Ayrıca Ulissi’nin dünya çapında bir bisikletçi olduğunu da unutmayalım. İlk dört içinde yer alan Jesper Hansen gerçekten çok çok iyi bir genç bisikletçi. Üçüncü sırada yer alan Fausto Masnada keza iyi bir genç bisikletçi. Dördüncü sırada yer alan 21 yaşındaki Kolombiyalı Daniel Martinez de aynı şekilde. Yarışın geçmişte etki ettiği Kristjian Durasek ve Adam Yates gibi bisikletçilere bakacak olursak, yarışın bisikletçileri kategorize ettiğini görürüz. Bu açıdan ilk dörde bakacak olursak, özellikle de Hansen ve Martinez’e, iki üç yıl içinde bu isimlerin bisiklet sporunun zirvesinde rekabet edecek isimler olacağını söyleyebiliriz. Bir yanıyla yarış kalitesinin düşük olduğu argümanı doğru olabilir. Geçmişte burada Cavendish, Kittel ve Greipel gibi isimler sprint için mücadele veriyordu. Bu sene ise bu isimlerin hiçbiri yoktu. Ama unutulmamalı ki yarışın zamanı değişti.
Fotoğraf: Artur Widak
Cyc:İstanbul etabına dair en büyük eleştiri yarışın insanların olmadığı otobanlardan geçmesiydi. Şehirlerde bisiklet ve otomobil ilişkisi hakkında İstanbul’u da düşünerek siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
MR: Bu dünyadaki genel bir sorun. İngiltere’ye de gelseniz tamamıyla aynı sorunla karşılaşırsınız. Buradaki asıl sorun otomobil ve petrol endüstrisinin gelişimiyle ilgili. Bugün bisikletten daha fazla motorlu taşıt var. Uzun vadede bu nasıl yaşamak istediğimize dair vermemiz gereken bir karar. İnsanların ne tarz bir şehirde yaşamak istediklerine karar vermesi gerek.
Cyc:Geçmiş yıllardan bu yana Türkiye’de bisikletin günlük yaşama adapte edilmesine dair çalışmalar yoğunlukta. Sizin gözlemlerinize göre Türkiye bisikletli bir yaşama hazır mı?
MR: Evet bence hazır. Bu konudaki dünya genelinde en büyük problem şekerli içecekler ve giderek artan obezite sorunu. Taşıtlar icat edildi ama onlar kardiyovasküler ağırlığınızı, formunuzu, modunuzu ve kilo vermenizi kısacası sağlıklı olmanızı sağlayamaz. Üstelik bisikletlerin ulaşım aracı olarak kullanıldığını da unutmayalım. Ve bence evet her şehrin bisikletlere ihtiyacı var. Çünkü İstanbul’u göz önüne alacak olursak onca arabanın arasında yaşam alanı bulmak oldukça zor. Bu problemin kesin çözümü bisikleti yaşamın bir parçası haline getirmek. Dünyanın hiçbir yerinde bundan daha iyi bir çözüm bulamazsınız.
Cyc: Pantani, Kolombiya bisikleti ve Lance Armstrong hakkında yazdığınız geniş bir skalada kitaplar kaleme alıyorsunuz, konu seçimini nasıl belirliyorsunuz?
MR: İlgili olduğum konular üzerine yazmak daha çok hoşuma gidiyor. İlgi alanlarımı ise dilini anlayabildiğim kültür ve insanlar belirliyor. Seyahat etmek ve onların kültürünü birinci ağızdan öğrenebilmek benim için büyük bir ayrıcalık. Size bir örnek verebilirim. Şu anda genç Kolombiyalı bisikletçilerle ilgili bir kitap hazırlıyorum. Uzun yıllar kaldığım Kolombiya’daki genç bisikletçilerin büyük çoğunluğunu tanıyorum. Onlara ilgi duyuyorum çünkü onlar sosyal bir tabakayı, çiftçileri temsil ediyor. Dünyayı düşündüğümüzde özellikle de Avrupa’yı bu sosyal tabaka neredeyse olmayan küçük bir örnek oluşturuyor. Kolombiyalı bisikletçiler böyle bir sosyal tabakadan geliyor. Daniel Martinez’i düşünelim, babası bir çiftçi. Daniel ailenin ikinci jenerasyon çiftçisi ve şimdi profesyonel bir bisikletçi. Bu yıllar önce İtalya’da ve Fransa’da olanla aynı şey. Kolombiya’daysa şimdi gerçekleşiyor. Çünkü bisiklet geniş bir alanı kaplayan bir spor. Bisiklet üzerine yazdığında aynı zamanda o ülkede yaşayan insanlar üzerine de yazmış olursunuz. Örneğin bu sene Türkiye Turu’nda organizasyon adına çalışan Brian Hodes tarafından çekilmiş harika bir fotoğraf vardı. Bir kadın bahçede çiçekler toplarken fotoğrafın arka planında pelotonun geçtiğini görüyorsunuz. Bu benim için bisikletin kusursuz bir metaforudur. Benim ilgimi çeken de tam olarak işte bu.
Fotoğraf: Brian Hodes
Cyc: Yazar olarak en sevdiğiniz kitabınız hangisi ve neden?
MR: Favori kitabım aynı zamanda ilk kitabım da olan “King of the Mountains.” Kolombiya bisiklet tarihine dair bir kitap. O kitabı çok fazla param olmaksızın beş senede yazdım. Ve bence oradaki şey tam anlamıyla bir tutkuydu. Benim yaptığım en iyi çalışma diyebilirim o kitap için. İnsanların profesyonelce yaptığı şeyler genellikle tutkuyla yapılan işlerden daha iyi değildir. Benim Tour of Turkey’de yaptığım işi de özel kılan bu tutku ve istek. İnsanların yapacağı en iyi iş tutkuyla olur, bunu politik çıkarlarla ya da parayla sağlayamazsınız.
Cyc:Movistar takımında basın ve halkla ilişkiler görevinde bulunuyordunuz, ancak görünen o ki işler istediğiniz gibi gitmedi. Movistar’la yanlış giden neydi?
MR: Şu şekilde sona gelindi, bana ‘seni kovuyoruz’ dediler ve ben de onlara ‘siz beni kovamazsınız, ben sizi kovuyorum‘ dedim. Bana karşı gerçekten hiç dürüst değillerdi. Ama Nairo Quintana ile hala çok yakın arkadaşız. Movistar gibi bir yerde çalışıyorsanız hükümetle, güçle ve parayla yakın ilişkileriniz olmalıdır. Açıkçası bu işi yapmak için bir İspanyol olmalısınız.
Cyc:Geriye dönüp baktığınızda kariyerinizin en unutamadığınız anı hangisi?
MR: Size çok gurur duyduğum bir anımı söylememe izin verin. 2014’te Nairo, Tour de France’ın son dağlık etabı kazanmıştı. Dağın zirvesinde bisikletçilerle röportaj yapıyorduk. Prodüksiyon aracı zirvenin 3,5 kilometre aşağısındaydı. Nairo kariyerinde ilk defa gerçekten gülümsüyordu. Ona babasının etap galibiyetini kutlayan bir fotoğrafından bahsederek kendisiyle çok gurur duyduğunu söyledim ve bu konu hakkında ne düşünüyorsun diye sordum. Bana “Onu bir anda çok çabuk çok mutlu yapmak istemiyorum” dedi, üstelik bunu Tour de France’da ikinci olmuşken söyledi. Hala gülümsüyordu. Zirvenin eteğinde olan direktörümü aradım ve Nairo’yla röportaj yaptığımı, 27 saniyelik bir görüntüyle, sosyal medya için Nairo’nun bir fotoğrafına ihtiyacım olduğunu söyledim. Direktörüm ‘Röportajın gerçekten iyi mi?’ diye sordu, çünkü programın kurgusunu çoktan bitirildiğini söyledi. Ve ben de evet dedim. Londra’daki programı arayarak programın kurgusunun durdurulmasını söyledim ve Nairo’nun 27 saniyelik görüntüsünü eklettim. Bir prodüksiyon adına çalıştığında bu tip değerler önemlidir. İyi bir haber geldiğinde ki bu tüm işini tekrardan yapman anlamına da gelecek olsa yeniden yap çünkü bu haliyle daha iyi olacak. Bu benim ne şekilde çalışmayı sevdiğimi gösteriyor. Bu benim gurur duyduğum bir andı. Tüm yaptığını daha iyi olması adına sil baştan yapmak beni gerçekten gururlandırıyor. Bu Türkiye Turu için çalışırken de böyle o dönem İngiltere adına Fransa Turu’nda çalışırken de öyleydi.
Cyc: Son olarak Ahmet Örken hakkında ne düşünüyorsunuz?
MR: İyi bir TUR geçirdi. Elde ettiği ikincilik onu tarihe de geçirdi. O hala çok genç bir bisikletçi, kendini geliştirmek için hala önünde uzun yıllar var. Hala kilo vererek kuvvetlenebilir. Ve eğer Giro d’Italia’da gelecek sene yarışma şansı bulursa bu büyülü bir deneyim olur. O gerçekten iyi bir profesyonel ve gerçekten çok da başarılı olabilir. Bisiklet dışında her zaman çok nazik, biraz İngilizce de konuşabiliyor. İyi bir mantaliteye sahip. Her zaman gülümsüyor ve insanlarla tokalaşıyor. Onunla çalışmak büyük bir keyif.