TILLIE ANDERSON
Bisiklet, kadın haklarını savunma konusunda en zarif görevi yüklenirken Tillie Anderson, bisikleti ile harikalar yaratıyordu. Kadınların bisiklete binip binemeyeceğinin tartışıldığı yıllarda, O katıldığı 130 yarıştan 123’ünü kazanarak bu konuda en iyi cevabı vermişti
14 yaşında Amerika Birleşik Devletleri’ne iltica eden 1875 doğumlu İsveçli Tillie Anderson, katıldığı 130 yarıştan 123’ünü kazanmış, henüz 18 yaşındayken otoriteler tarafından dünyanın en iyi kadın bisikletçisi olarak kabul edilmiştir. Bisiklet sporunun içerdiği tehlikeler öne sürülerek kadınların yarışının yasaklanmasına kadar dünya şampiyonu -1897’den 1902’ye kadar- ünvanını korumuştur. Evet onun için sıradışı bir insan olduğunu söylemekte çekince yok. Kazandığı başarılar bisiklet çevrelerinde “Korkunç İsveçli” olarak anılmasına neden olmuştu. O bisiklete nasıl başladığını şöyle anlatıyordu: “Bisiklete özellikle sağlıklı olmak için başlamadım bu daha çok genel olarak kadınların bisiklete binmeye başlamasının bir sonucu, ben de modaya uymak istedim. Başladığım andan itibaren bisiklet sürmeye sevgiyle bağlandım. İlk zamanlar çok güçsüzdüm ama artık birçok kadının çektiği ağrı ve acıları hissetmiyorum.” Bisiklet sürmeye bu şekilde başlayan Tillie Anderson, kısa sürede yarışlara katılmaya başlamıştı. Erkek arkadaşı Philip Sjöberg çok geçmeden, Tillie Anderson’un kendisinden daha iyi bisiklet sürdüğünün farkına varmıştı. Böylece ona antrenmanlarında yardım ederek koçluk yapmaya başlamıştı. 1890’lı yıllarda genellikle altı etaplı yarışlar düzenlenirdi. Tillie’nin o yarışlarda gücüyle beraber iyi bir tekniği ve taktik uygulaması içinde olduğu da söylenir. Bir gazetede çıkan haberde onun için şöyle deniyor: “pedal çevirirken aynı hızda düşünüyor”. Genellikle yarış boyu gruba liderlik eden Tillie Anderson, rakiplerini silkeleyip finişe girmek için doğru zamanı kollarmış. 1902’de ise ne yazık ki iki vefat haberi onu yarışlardan koparacaktır. Dottie Farnsworth’ün yarış dışı bir gösteride bir kaza geçirerek vefatıyla kadınların bisiklet yarışlarına katılması yasaklanır. Aynı yıl eşi Philip Sjöberg’i de tüberkülozdan kaybeden Tillie Anderson inzivaya çekilir ve sessiz bir hayat sürer. 16 yaşında katıldığı Elgin-Aurora yarışında rekor kırmıştır. Yarım mili 52 saniyede, 100mili ise 6saat 52dakika 15saniyede tamamlamayı başarmıştır. Tillie Anderson 1965 yılında 90 yaşında vefat etmiştir. Tillie Anderson, kadın hakları mücadelesi verilen yıllarda, kadınların bisiklete binmesinin tepkiyle karşılandığı ve istenmediği bir dönemde yarışma cesareti göstermiş ve kazandığı başarılarla bu mücadeleye destek vermiştir.
SUSAN B. ANTHONY
O, 19.yüzyılın ikinci yarısında dünyada kadın haklarını savunan ilk ve en önemli isimlerindendi. Uğurunda verdiği mücadelede bisikletin aldığı rolü tespit etmekte hiç zorlanmadı. New York’ta yaptığı konuşmasıyla bisiklet ve kadın arasındaki güçlü bağı ortaya koymuştur
“Bisiklet hakkında ne düşündüğümü söylememe izin verin. Dünyada kadınların özgürlüğe kavuşması için başka hiçbir şey ondan daha etkili olmamıştır. Bisiklet kadına özgürlük hissi ve kendine güven sağlar. Bisiklet üzerinde bir kadın gördüğüm her sefer mutlu oluyorum… Özgürlüğün resmi, kısıtlanmamış kadınlık”. O, batıda bisikletin kendini ilk gösterdiği yıllarda “bekarete zarar verdiği” gerekçesiyle kadınların bisiklet sürmesinin engellenmeye çalışıldığı yıllarda yaşıyordu. Yukarıdaki sözlerini ise 1896 yılında New York’da dile getirmişti. Ve bu sözlerinin çıkış noktası kadınların giysilerinin bisiklete binmeye elverişli olmamasından kaynaklanıyordu. Özellikle velosipet ve high-wheel model iki tekerler erkeklerin kullanımında olan icatlardı. Ama pedal ve zincir sisteminin keşfi ile bisikletin icat edilmesi bu yeni “hızlı hareket kabiliyetini” kadınların da kullanımına açmıştı. Ama bu başka bir sorunu getirdi; ağır ve uzun etekli giysilerin bisiklet kullanımı önünde bir engel olması. Bu dönemde kadınları, bisikletten uzak tutmak için bekareti bozduğuna dair bir mit yayılmıştı. Ama her şeye rağmen iki tekere entegre edilen zincirin, ilk kez insanlara özgürlük getirdiği görülecekti. Kadınlar bisiklet sürme konusunda tabuları yıkacak ve pantolonla tanışacaktı. Kadınlar pedal sürdükçe adeta kendilerini kısıtlayan örgünün ipini çekiyor ve batıda ilk kez kadın hakları konusunda toplumsal bir değişim yaşanıyordu. Susan B. Anthony Amerika Birleşik Devletleri’nde ve kuvvetle muhtemel dünyada yaşamını kadın haklarını savunmaya ve geliştirmeye adamış ilk aktivistti. Aynı zamanda Afro-Amerikan vatandaşların hakları üzerine de çalışmıştır. Bisiklet hakkındaki düşüncelerinden, bütün bir yaşamını adadığı eşitlik ve adalet konusunda en büyük mutluluğunu, yaşamının sonlarına doğru bisikletin üzerinde sağladığı dengeyle yakaladığını anlıyoruz.
MICHLA GIELMAN
Hepimiz için bisiklet , özgürlük demek. O’nun hikayesi ise bu güçlü ilişkinin en somut örneği. İkinci Dünya Savaşı’nın gizli kahramanlarından biri de Michla Gielman. O’nun bu hikayesi, savaşın içinde kadın bakış açısının mücadele kabiliyetini ortaya koyuyor
16 Temmuz 1942 Michla Gielman 20 yaşına basmıştı. İkinci Dünya Savaşı’nın üçüncü yılında dünyada akıl almaz olaylar yaşanıyordu. Fransa’da Vichy Hükümeti Almanlarla ittifak kurmuş ve işbirliği antlaşması imzalamıştı. İkinci Dünya Savaşı sırasında Fransa Almanya ile işbirliği imzalamıştı. Fransa kuzey ve güney olarak ikiye bölünmüş, kuzey, Nazi Almanya’sının kontrolüne geçmişti. (Kuzey ve güneyi arasında bir sınır çizilmiş Fransa ikiye bölünmüştü). Vichy Hükümeti’nin kontrolündeki kuzeyde tarihe Spring Wind adıyla geçen korkunç bir olay yaşanacaktı. Nazilerin talebi olmamasına rağmen Paris’te yaşayan Yahudiler için toplama kararı alındı. Fransız polisi gece yarısı başlayan ve sabaha kadar süren ev baskınları ile 15.000 Yahudi’yi Winter Velodromu’nda topladı. Velodroma götürülenler arasında Michla’nın tüm ailesi de vardı. Ama Michla şans eseri ailesinin yanında değildi ve trenlerle Almanya’ya gönderilen 15.000 kişi arasında bulunmuyordu. Michla yapayalnız kalmıştı. Birkaç hafta sonra bir grup direnişçiye katılmıştı. Ona iki görevden birini seçmesini teklif ettiler. Ya direniş hatlarına silah taşıyacak ya da Yahudi çocukları kurtarmak için düzenlenen sahte belgeleri dağıtacaktı. (Roman Gary’nin Uçurtmalar adlı kitabında bu dönemde yaşananlar hakkında daha fazla bilgi edinebilirsiniz.) Michla silah taşımayı ret etmişti. Ama sahte belgeleri taşımaktan geri durmayacaktı. Bu görevi icra etmesi için kendisine bir bisiklet verildi. Ama o daha önce hiç bisiklete binmemişti ve bisiklet sürmeyi bilmiyordu. Michla’ya bisiklete binmeyi öğretmeyi kabul eden şefi, ona bir bisiklet verdikten sonra şöyle söyledi: “Hep ileri bak, asla yere bakma ve pedalları çevirmeye başla”, Michla bu sözleri dinledikten sonra şefin kendisini hızla ileri doğru ittiğini hissetti. Yere bakmadan pedal çeviriyor, çantasında Yahudi çocukları kurtaracak belgeleri taşıyordu. Kuzey Fransa’ya bisikleti üzerinde geçti. Saatlerce pedal sürmüştü ama kuzey bölgesinde ilk virajı döndüğünde karşısında bir grup asker gördü. Heyecanlandı, gözlerini askerlerden kaçırarak bakışlarını yere düşürmüştü ve bakışları gibi kendisi de bisikletten yere düşmüştü. Çantasından yere süzülen evrakları gördüğünde ölüme ne kadar yakın olduğunu hissetti. Askerler kendisine doğru koştuğunda kalbi duracak noktaya gelmişti. Ama beklediğinin aksine askerler bu şirin genç kızı yerden kaldırmış, çantadan süzülen evrakları incelemeden onu tekrar bisiklete bindirmişti. Michla Gielman bisikleti ile savaşın içinde Yahudi çocuklara yaşam ve özgürlük dağıtıyordu. Michla Gielman’ın hikayesi bu anlamda bisikletin yaşam ve özgürlüğe hizmetindeki mütevazi rolünü aktarıyor ve ortaya çıktığı 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren hiçbir zaman bu görevinden şaşmadı.
AMANDA NGABIRANO
Bir kadın bisikleti ile Afrika’da neler yapabilir? O, Uganda’da iki tekeri ile yaşadığı şehrin sorunlarına çözüm üretiyor. Şehir Plancısı Amanda Ngabirano, yaptığı çalışmalarını Şehir Konseyi’ne kabul ettirmek için önce bisikletin tanımını yapmakla başladı. Bugün O’nu Afrika’da “Bayan Bisiklet” olarak tanıyorlar
Amanda Ngabirano, Uganda’da yaşayan bir şehir plancısı. Uganda’nın Kampala şehrinde yaşıyor ve Makerere Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Onu Kadınlar Günü dosyamıza taşımamıza neden olan çalışması şu sözleriyle özetlenebilir: ”Bisiklet sayfanın sonundaki bir not olamaz!”. Evet Amanda Ngabirano Afrika kadınları için bisiklet sürüyor ve Uganda’da bir kadın olarak bisiklete binmenin önündeki engelleri şöyle anlatıyor: “30 yaşında bisiklet sürmeyi öğrendim. Annem bisiklete binmeme karşı çıkmıştı. Bana bisikletin kadınların bekaretini aldığını söylüyordu. Afrika kadınlarının bisiklete binmesinin önündeki bir diğer engel ise giyim. Pantolon giymeyi düşünemezdik bile ve giysilerimiz bisiklet sürmemizi kısıtlıyordu”. Kampala şehri Uganda’nın başkenti.Ve bir çok başkent ve büyükşehir gibi kentte trafik sorunu var. Bir şehir plancısı olarak Amanda Ngabirano bisikleti ulaşım amaçlı kullanılmasının trafik ve trafiğe bağlı sorunların çözümü olarak görüyor. Onun bisikletle olan hikayesi ise eğitimi için Hollanda’ya gitmesi ile başlamış. Öğrenciler için oldukça pahalı olan bu ülkede ulaşımın bisikletle yapılması bir öğrenci olarak onu da bisiklet sürmeye itmiş. Ve iki teker macerası Tanzanyalı arkadaşının yardımları ile başlamış. Amanda o günleri şöyle anlatıyor;” Uganda’da doğmuş ve büyümüş biri olarak, ülkede bisiklet kültürünün çok zayıf olduğunu söyleyebilirim. Hollanda’da geçirdiğim sürede kültürel bir şok yaşamıştım. Bu şokun sebebi her yaştan, her sosyal statüden ve kadın-erkek herkes bisiklet sürüyordu. Hollanda’da bulunduğum sürece çok sağlıklıydım, bunu bisiklete borçluyum ve bu sayede bir öğrenci için oldukça iyi miktarda para biriktirmeyi başarmıştım. Uganda’da bisiklet sürenleri düşünüyordum, onlar benim kahramanım olmuştu”. O zamanlara kadar Kampala’da bisikletle ilgili hiçbir aktivite düzenlenmediğini söyleyen Amanda Ngabirano, tezini ulaşım amaçlı bisiklet ve Kampala şehrinin ulaşım planı hakkında yazmış. Çalışmasını Kampala Kent Konseyi’ne sunduğunda, trafikteki motosikletli sayısının azaltılmasına uğraşılırken bisikletin yaygınlaştırılmasının önerilmesi konsey tarafından mantıklı bulunmamış. Ama Amanda Ngabirano çalışmalarından vazgeçmemiş ve bu seferde bisiklet ve motosikletin birbirinden farklı olduğu konusunda konseyi ikna etmeye çalışmış. Onun bu çalışmaları sonuç vererek Kent Konseyi tarafından ulusal motorsuz ulaşım politikasının başlatılmasını sağlamış. Ve günümüzde pilot bölgelerde uygulamaya geçilmiş. Amanda Ngabirano Uganda’da bugün “Bayan Bisiklet” olarak tanınıyor. Günümüzde birçok uluslararası kuruluşun Afrika’da bisiklet dağıttığını da hatırlatalım ve Amanda Ngabirano’nun bu konudaki sözlerine de yer verelim: “Bisikletin imajının pozitif olması gerekiyor. Bana bisiklet verecekseniz buna ihtiyacım olduğunu söylemeyin, bana bisikletin sağlığıma yararlı olduğunu, bisikletin benim için faydalı ve ekonomik olduğunu söyleyin. Bunu bana vermenizin nedeni fakirliğim olmamalı. Eğer bana bunu hissettirirseniz gurur yaparak sizi geri çevirebilirim. Ve bu bisikleti zenginler için anlamsız kılar. Bu yüzden biz bisikletin imajını sistemsel olarak geliştirmeye çalışıyoruz”.
HAIFAA AL-MANSOUR
Günümüzde hala kadınların bisiklete binmesinin kısıtlandığı veya tamamen yasaklandığı ülkeler var. Ama kadın bakış açısıyla verilen zarif mücadele bu yasaklar ve kısıtlamaları kaldırmak için en güçlü yöntem. İşte Haifaa Al-Mansour’un Suudi Arabistan’da yaptıkları buna en iyi örneklerden biri. Dünya O’nu Wadjda filmiyle tanıdı
Bazı ülkelerde bisiklet sürmek hala yasaktır. Bu ülkelerden biri de Suudi Arabistan. Her ne kadar bu yasak 2013 yılında kısmen kaldırılmış olsa da Suudi Arabistan’da kadınlar bisikleti ancak eğlence amaçlı olarak parklarda veya izin verilmiş alanlarda, yanlarında eşleri varken sürebiliyorlar. Ayrıca bisiklet sürerken İslami şartlara uygun sadece gözleri açık kalacak şekilde giyinmeleri zorunlu. Bisiklet burada da karşımıza en barışçıl yöntem olarak çıkıyor, kadınlar haklarını savunurken bu yolda en hızlı sonucu yine bisikletle alıyor. Haifaa Al-Mansour, Suudi Arabistan’ın ilk kadın film yapımcısı ve yönetmeni. Ve onu dünyaca üne kavuşturan ilk uzun metrajlı filminde konuyu bisiklet üzerine kurgulamıştı. Senaryosunu kendisi yazıp, yönettiği bu filmde, Haifaa Al-Mansour 11 yaşında yeşil bir bisiklet satın almayı ve o bisikleti sürmeyi hayal eden Wadjda’nın hikayesini konu ediyor. Wadjda’nın bu isteği annesi tarafından ret ediliyor. Filmde Wajdja’nın annesinin iş yaşamında kötü bir çevreyle olan mücadelesini izlerken, kendisine kötü davranan eşinin, artık çocuk veremediği için ikinci bir evlilik yapma arzusunu görüyoruz. Böylece Wajdja, bisiklet alacak parayı toplamak için sokaklarda kendi yaptığı bileklikleri satmaya uğraşırken, “Güzel Kuran Okuma” yarışmasına katılıyor. Henüz izlemeyenler için filmin sonunu söylemeyelim. Haifaa Al-Mansour bu filmiyle bisiklet üzerinden kadın hakları ve özgürlük bağlantısı kurgularken bir çok uluslararası başarı kazanıyor. Yabancı dilde en iyi film Oscar ödülüne de aday gösterilen bu film, Haifaa Al-Mansour’a Venedik Film Festivali dahil birçok organizasyonda ödül getiriyor. Dönemin film festivallerinin vazgeçilmezi olmayı başarıyor. Bu dönemde Haifaa Al-Mansour bir çok tehdit almış ve inançsız olmakla suçlanmış. Kendisi bu iddiaları ret ediyor. O kadın hakları ile ilgili çalışmalarından vazgeçeceğe benzemiyor. Haifaa Al-Mansour, İngiliz Telegraph gazetesinden Horatia Harrod’a verdiği röportajda bu durumu şöyle açıklıyor:”Adeta görünmezdim, kimse beni umursamıyordu, hiç kimseydim, bir sesim olmasını istedim ve söyleceklerim vardı.” Bisiklet hakkında söyledikleri ise aslında ne aktarmak istediğimizi özetliyor:”Bisiklet birçok şey ifade ediyor. Bisiklet kaderinizi çizebilir. Batıda ilk icat edildiğinde kadınların giyimini değiştirmeyi başarmıştı. Bisiklet birçok anlam taşıyor ve bunu oldukça kibar bir şekilde yapıyor”.
SHANNON GALPIN
O, Mountain2Mountain adını verdiği projesi ile dünyada kadın haklarını geliştirmek için mücadele veren idealist bir kadın. Dağ bisikleti ile projesine hayat verirken geçtiği ıssız rotalarda kadın haklarını savunuyor. Mücadelesine Afganistan’da başlamış. Okuduklarınıza inanmakta güçlük çekebilirsiniz
O, 2013 yılında National Geographic tarafından “Yılın en maceracı insanı” seçilmişti. Shannon Galpin Afganistan’da Panjshir Vadisi’ni (225km) geçen ilk insandı. Anlaşıldığı gibi o bir dağ bisikleti kullanıcısı. Kar amacı gütmeyen Mountain2Mountain adlı projesiyle en zorlu rotaları dağ bisikleti ile aşarken bu proje ile problemli bölgelerdeki kadın haklarını geliştirmeye odaklanıyor. Dağ bisikleti hakkındaki görüşü onun kişiliği hakkında da büyük bir ipucu veriyor: “Dağ bisikleti ile uğraşıyorsanız düşeceğinizi biliyorsunuzdur. Ve düşmemek yapabileceğiniz en iyi şeydir. Bunun içinde bir sinerji var.” Afganistan, kadınların bisiklete binmesinin yasak olduğu (illegal olmasa da) bir başka ülke. Ama onun şansı Afganistanlı bir kadın olmaması, bu durumu şöyle açıklıyor: “Eğer benim gibi beyaz ve sarışın bir kadınsanız problem yok, bazen zorlukları olsa da”. 2009-2012 yılları arasında bulunduğu Afganistan’da hiç bisiklet süren bir kadın veya küçük bir kız çocuğu görmemiş. Kadınların, yalnız yürürken taşlandığı, hakarete uğradığı hatta yüzlerine kezzap atıldığını belirten Shannon Galpin, bisikletin ilk etapta kadınlara daha fazla hareketlilik kazandırarak onları kolay hedef olmaktan çıkaracağına inanıyor. Bisikletin ulaşılabilir bir araç olması bakımından çocukların uzak köylerdeki okullara gidebilmesini sağlayacağının altını çiziyor. Ayrıca Afganistan’da sadece kadın ebelerin doğum yaptırdığını, doktorların doğuma giremediğini belirtiyor. Ebelerin bisiklete binmesi sağlanırsa kadınların sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasının kolaylaşacağını söylüyor. Shannon Galpin, Afganistan’da Kuran’ı anlayabilen insanlarla konuştuğunda kadınların bisiklete binmesinin kültürel bir tabu olduğunu, dini bir uygulama olmadığını anladığını belirtiyor: “Bu 1800’lerin sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde de aynıydı. Bisikletin bekareti aldığı söylenerek kadınların bisiklete binmesi engellenmeye çalışılırdı”. Shannon Galpin, Afganistan’da kadınların haklarını koruma ve geliştirme cesaretini gösteren erkeklerin varlığına da işaret ediyor: “2014 yılının Haziran ayında bir köyde kadınlar bisiklete binmeye başladı. Ve sadece üç kadın bisiklete binmeye cesaret edebiliyordu. Eylül ayına geldiğimizde bu sayı 30’dan fazlaydı. Köydeki erkekler kadınların bisiklete binmesini destekliyor ve onlara eşlik ediyordu. Bu durumu “Sürüş Hakkı” olarak isimlendiren yine köyün erkekleriydi. Shannon Galpin, Afganistan’da bisikleti ile yaptığı çalışmalarda kadın haklarını geliştirmeye çabalıyor. Başarılarında onu tetikleyen kuşkusuz direnişçi yapısı. 16 yaşındayken tecavüze uğramış olan Shannon Galpin de hayata bisiklet ile tutunmayı başarmıştı. O, mücadelesini yıllardır sürdüren güçlü kadınlardan biri. Aynı zamanda film yapımcısı ve yazar olan Shannon Galpin’in eserleri arasında ilk kez oluşturulan Afganistan kadın ulusal bisiklet takımı hakkında bir film de var.