Bizimle iletişime geçin

Editoryal

TUR’UN SESİ

2009’dan bu yana Türkiye Turu’na sesiyle hayat veren Başak Koç, bisiklet sporuna dair birikim ve anılarını Cyclist Türkiye’de kaleme aldı .

Yazı  BAŞAK KOÇ

Mavi ile yeşil buluşuyor, turkuaz gün yüzüne çıkıyor.

Denizle tabiat bütünleşiyor, baktıkça ruhumuz doyuyor.

Pedala basıp tekerlek döndükçe, diyarlar şenleniyor.

Kilometreler aşılıyor, yol üstü duraklar bayram havası yaşıyor.

Rekabet kızışıyor, taktik savaşları başlıyor.

Kimi kedi, kimi fare; son düzlükte amacına ulaşıyor.

Kendimce satırlar bırakıyorum buraya. Yazı bitirip, hazanı selamlarken, Ekim sayısı Cyclist okurlarına. Öncelikle teşekkürler emeği geçen herkese. Bu ay sizinle buluşmama fırsat verenlere, yazana, çizene, okuyana…

Gelelim meselemize… CUMHURBAŞKANLIĞI TÜRKİYE BİSİKLET TURU

1000’i aşkın insan düşünün. Biri vizyon belirliyor. Biri strateji geliştiriyor. Biri takımı kuruyor. Biri dünyanın dört bir yanından bisikletçileri topluyor derken, 1 oluyor 1000. Türkiye’yi Dünya’ya tanıtan ülkemizin en prestijli spor organizasyonları arasında yer alan Tur’un halkaları her biri. Kocaman ekip. Sporun da en güzel yanı: Takım oyunu.

1963’den bu yana var olan Tur’un takımına dahil olduğum sene ise 2009. O seneden bu zamana; Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun mikrofon başındaki sesi olarak; hayatım, mesleğim ve kariyerimdeki yeri tartışılmaz. Takım oyununu çok severim. Milli voleybolcu olarak bu hazzı her alanında 25 senedir yaşıyorum ne mutlu ki. 2009’da Eurosport ve Power Fm’de editör haber spikeri olarak çalışırken, spor bülteni için Tur’un gün gün bilgilerini Yarış Direktörü Abdurrahman Açıkalın’dan telefon bağlantısı ile alıyorduk.

Tabi o zaman Tur’un kendi içinde bitmeyen dinamiğinden şimdiki kadar birebir haberdar değildim. Ne zaman ki Açıkalın, “organizasyonun büyüsünü, önemini geniş halk kitlesine anlatacak, sporcu vizyonuyla Tur’u anlatacak birine ihtiyaç var ve sen yaparsın dedi, o zaman benim maceram da başlamış oldu. Hele ki, ‘yaparsın’ cümlesi telaffuz edilmiş. Bu güveni taşıyabilmek, boynumun borcu haline geldi tabi.

Bir gazeteci, muhabir, sunucu olarak işin mutfağı benim için her zaman çok önemli.

Tur’un perde arkasında neler oluyor? diyerek, bu sorunun en doğru cevabını röportajlar yaparak bulmaya çalıştım. Sonra da mikrofon bana emanet edilmişti.

Bisikletin ağır abileri; Tour de France, Giro ve Vuelta’yı da bu süreç içinde yerinde izlemek, takip etmek, organizasyonların her alanından insanlarla tanışmak, sohbet etmek, gözlemlemek işime karşı bilincimi arttıran, yolumu belirleyen şeylerdi. Yurt dışında sunucu ve anonsörlerin seyircinin nabzını nasıl tuttuğunu gördükçe yapabileceklerim kafamda daha da şekillendi. Eurosport ve TrtSpor’da yarışı anlatan ve yorumlayan kıymetli meslektaşlarımın yanı sıra; bisiklet üzerine araştırmacı ruhuyla kitaplar da yazan Matt Rendell ve İtalyan sunucu Barbara Pedrotti ile ilk yıllarda paylaştığım sahne; seslerin, yorumların sporun içinde ne zaman ve ne kadar yer alması konusunda bir ritim belirledi.  

Bisiklet zor bir disiplin. Profesyonel arenanın felsefesini çözmek kolay olmuyor.

Çoğumuz ise karne hediyesi olarak tanıştı onunla. Sonra çoğu kenarda çürüdü öylece.

Güvenli sürüş yapabileceğimiz alanımız kısıtlı. Hayatımızın içine Avrupa’da olduğu gibi işleyemedi bir türlü bisiklet. Hal böyle olunca; canla başla çalışılan organizasyon, halkla buluşmada eksik kaldı bir yerde. Sokakta, halı sahada, parkta, sahalarda oynanan futbolun yanında zaten çoğu spor gibi bisiklet de üvey evlat algısında. Bu açıdan, Tur’un yaratmaya çalıştığı farkındalık yadsınamaz.

Bir Hagi, Drogba etkisi yaratamasa da, aksine Türkiye yollarından dünya çapında harika isimler geçti bu zamana kadar.

Dünyanın en hızlıları arasında yer alan; bisiklet tarihine damga vurmuş Mark Cavendish’in,  Andre Greipel’in sprint finişlerindeki performanslarını aynı hızda anlatabilmek, onlara podyumda mikrofon uzatmak unutulmaz anlarım arasında yerini aldı. Cavendish’in mesafeli duruşunun altındaki eğlenceli karakterini; Goril lakaplı Greipel’in bisiklet üzerinden indiğinde o son metrelerdeki agresif yapısının altından çıkan tevazu yüklü yüreğini keşfetmek… Elia Viviani, Marcel Kittel gibi isimlerin toyluk zamanlarından, peloton da söz sahibi oluşlarını izlerken kendimizden bir parça hissetmek. Tom Boonen, Adam Hansen gibi özel karakterle yan yana olmak. Ve dahası…

Yarışın takvimdeki yeri ve parkur yapısı da sporcular için çok önemli. 2008’de Nisan ayının 2.haftasında yer alan Tur, 2011’de Nisan sonunda takvime girdi. Bu dönemler takımların Giro’ya hazırlanması adına biçilmiş kaftan. Takım menajerleriyle yapılan görüşmelerle de ortak paydada oluşturulan parkur profili, Tur’un farkındalığını artırdı ve dünya bisiklet camiasında yükselen değer olarak daha çok konuşulur hale getirdi.

Yarış sadece sprinterler için değil yokuşçular için de cazibeli kılındı. Rakım 2008’de Muğla’da 650m iken, 2011’de Denizli’de 1300m ve kraliçe etabımız Elmalı ile de 1800m’yi gördü.

Elmalı’da; lezzetli elmalar podyumu ve damağımızı şenlendirirken, helvacı amca, gözleme yapan teyzeler, mangal başında meraklı gözler, dağın tepesinde çekirdek çıtlatarak sporcuları finişte bekleyen güzel insanlar hafızalara kazındı. Belki bir çocuk daha bisikletçi olma hayali kurdu. Hayaller değil mi gerçeği kılan…

İstenen, beklenen şeylerden biri de bu değil miydi? Hem ülkemizi dünyaya tanıtacağız, hem de bisiklet sporcusu sayısını arttırarak kalitemizi yükselteceğiz.

Hal böyleyken; az önce hep yabancı isimlerden bahsettim, Türk takımı ve sporcular Tur’un neresinde derseniz; 2011’de kıta takımları Manisa Spor ve Konya-Torku’dan sporcuları kaçış grubunda görmek bizleri heyecanlandırdı. Cavendish’in pedalına takılan hırslı, azimli Türk sporcular yüreklerimizi coşturdu. Gençler Pist Bisikleti Avrupa Şampiyonası’nda altı disiplinden oluşan Omnium’da Avrupa Şampiyonu olan Ahmet Örken’in pelotonda her geçen gün artan güveniyle gururlandık. Türkiye Şampiyonu Onur Balkan’ın performansıyla coştuk.

Takım olarak ürkek yüreklerimiz zamanla kendini bulmaya başladı. Pedala daha sağlam basmaya başladık. TUR’un sporcularımıza kattığı özgüven yadsınamaz. İyileri yanı başında görmek, onlarla aynı yarış içinde olan sporcularımızı gün geçtikçe cesaretlendirdi.

1976 Montreal Olimpiyat Oyunları’ndan yol yarışının ardından ilk defa 2008’de Pekin’e dağ bisikletinde Bilal Akgül gitmişti. 2012 Londra’da da yol bisikletinde Ahmet Akdilek, Miraç Kal ve Kemal Küçükbay ile temsil edildik. 2016’da Onur Balkan ve Ahmet Örken milli formayı taşıdı. Tur’da kazanılan deneyim, sporcularımıza, antrenörlerimize, organizasyon içinde bu zamana kadar yer alan herkese her alanda basamak atlattırdı.

Bisiklet adına sporcu havuzumuz maalesef geniş değil. Dar alanda kısa paslaşmalar…

Yapılması gereken, aşılması gereken daha yollarımız var. Tabi sabırla, doğru yatırım ve hamlelerle.

Tarihimiz, kültürümüz, turistik değerlerimiz, sporcularımız… O kadar kıymetli ki. Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’nun Türkiye için önemi, anlamı çok büyük. Geniş yelpazede rengarenk…

Alanya-İstanbul arası yollar herkesin emeğinin karşılığı olarak son iki senedir Dünya Turu klasmanında ağırlıyor sporcuları. Ne büyük gurur.

Start podyumunda sizleri selamlayıp, dünyanın dört bir yanından sporcuları tanıtmaya, ortamın nabzını tutmaya, yarış sırasında heyecanı içinizde hissetmenize, yarış sonu podyumda kazananları selamladığımızda yine büyük bir gururla orada olacağım. Bu zamana kadar mikrofonu bana emanet eden, naçizane bisikletin sesi olarak kabul eden herkese can-ı gönülden teşekkürlerimle…

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!