Bizimle iletişime geçin

Profiller

EVLİYA ÇELEBİ’NİN BİSİKLETLİ TORUNU: AHMET MUMCU – BÖLÜM 2

“İnsanlar benim gibi birçok kültürle tanışıp yoğrulsalar, eminim anlaşmazlıklar silahla değil hoşgörü ile çözülür”

Röportaj Aydan Çelik

Almanya, Amerika, Mallorca derken hayat seni İngiltere’ye götürüyor.

2000 yılında kendimi Nottingham’da buldum. Orada yeniden üniversite okumaya başladım. Turizm İşletmeciliği eğitimi aldım. Hatta stajımı bile bisikletle yaptım. Hocaya bizim ülkemize çok sayıda Rus turist geliyor, onların tüketici davranışlarıyla ilgili bir çalışma yapmak istiyorum dedim ve 3 ay boyunca eski Doğu Blok’u ülkelerinden Fransa’ya kadar pedal çevirdim. Bu ülkelerin alışkanlıkları batı dünyasından farklı. Enteresan bir deneyimdi ve staj sonrasında en yüksek notu aldım.

Çok ilginç. Peki o yıllarda İngiltere’de bisiklet kültürü nasıldı?

Yoktu diyebilirim. Sadece pist yarışlarına ilgi vardı. Fransa Turu’nda Sean Kelly ve Stephen Roche gibi isimler yarışıyordu ama biliyorsun onlar da İrlandalı.

Devamında, hiç hesapta yokken, 2004’de esen bir rüzgar beni tekrar Amerika’ya gönderdi. Amerika’daki iş düzenim uzun tur bisikletçiliği için en uygun olanıydı. 6 ay çalışıyor, 6 ay tatil yapıyordum. Yani tura çıkıyordum. 7 sene boyunca böyle yaptım. Önce Türkiye’ye geliyor burada bir süre geçiriyor, ardından da yola koyuluyordum. 2006 yılında,Türkiye’den Trans Sibirya Treni’ni kullanarak Çin, Vietnam ve Tayland’a gittim. Asya’yı ilk keşfedişim öyle başladı. Gezginler arasında bir söz vardır: “Gezme listende Asya’yı en sona bırak. Zira ondan sonra gideceğin yerleri beğenmezsin”

Hakikaten de öyledir. İlk turdan sonra 7 yıl boyunca hep Asya’ya gittim. Bu tam 7 yıl böyle sürdü ve ben 7 yıl boyunca hiç kış görmedim. Hep yaz yani.

Her sene aynı Asya ülkesine gitmiyorum tabii. Hindistan, Nepal, Malezya, Laos, Kamboçya, Vietnam, Moğolistan gibi çok sayıda ülkede pedal çevirdim.

Asya’da başka hiç bir yerde göremeyeceğim şeyler gördüm. Hindistan çok ilginç bir ülke. Bütün ülke kokuyor. Oradayken nefret ediyorsun ama dönünce çok özlüyorsun. Ölülerin yakılma törenine tanık oldum ve çok etkilendim.

Tayland’da 2 gün süren ve bereketi simgeleyen bir su bayramı var. Herkes kovalarla diğerinin başından asağı su döküyor ve kimse birbirine kızmıyor.

Vietnam’da motosikletler nehir gibi akıyor. Karşıya geçmek istiyorsan gözlerini kapayıp aralarına atlamak gerekiyor.

Yaşadığım ilginç şeylerden biri de Endonezya, Sumatra’da gerçekleşti. Neredeyse 1 metre boyunda maymunlar tarafından kovalandım. Önce bir gruba rastladım, onları sorunsuz geçtim. Ama geçince keşke kameraya alsaydım diye hayıflanmaya başladım. Ardından bir gruba daha rastlayınca kamerayı çıkardım ve kayıt düğmesine bastım. Basar basmaz bunlar bir fırladılar üzerime. Ben bisiklete atladığım gibi kaçıyorum ama uzun süre peşimi bırakmadılar.

Yanlış bilmiyorsam aynı dönemde Türkiye’de de turlara katılmaya başladın.

Evet. Asya turlarına başladığım dönemde Türkiye’deki festivallere de katılmaya başladım. Gökova Pedallarımın Altında Festivali’nde bir sunum yaptım. O sunumu izleyen ve şu anda dünya turunu sürdüren  Gürkan Genç daha sonra bir karşılaşmamızda: “abi senin sunumu izledikten sonra turcu olmaya karar verdim” dedi.

Gürkan gibi daha birçok insan sanırım etkilendi bundan.

2011 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaptım. İyi ki de yapmışım. Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı değil midir?

Türkiye’de çok tura çıkmamıştım. Çeşitli arkadaşlarla ya da yalnız, kısa kısa turlar yapmaya başladık.

Bulgaristan kökenli olduğum için oralara “Köklere Yolculuk”  turu yaptım. O da çok güzel bir deneyimdi. “Beyaz Gecelere” turunda İstanbul’dan kalkıp Moskova üzerinden Finlandiya’ya uzandık. Güneşin çok az kaybolduğu günler yaşadık. Hatta gün ışığında gece 12’lere kadar pedal çeviriyorduk.

Bagajında bir de bağlama var. Bağlamayla tura çıkmaya ne zaman başladın?

Türkiye’ye döndükten sonra bağlamayla yeniden ilgilenmeye başlamıştım. Ders almaya başladım, her gün biraz daha ilerlettim. İlk defa geçen yıl Azerbeycan seyahatimde bağlamayı da yanıma almaya karar verdim. Çok da memnunum. İ

stanbul’dan yola çıktım, Gürcistan, Azerbeycan, İran rotasını izledim. Aslında kafamda Asya’ya gitme fikrim vardı ama vize problemleri çıkınca aynı yolu geri döndüm. Bağlama da hep yanımdaydı ve 6 bin km boyunca çok iyi bir yoldaş oldu.

Karacaoğlan’ın bisikletli versiyonu gibisin yani.

Estağfurullah. Ama yolumuz onun yoludur diyelim. Her turcuya öneririm: Bir müzik aleti çalıyorsanız mutlaka yanınıza alın.

Azerbeycan’da  televizyona bile çıkardılar. Yolda çekim yapan bir ekip söyleşi yapmak istedi. Türk olduğumu öğrenince ilgileri iyice arttı. Ertesi gün sokaklarda herkes selam vermeye başladı. Çok enteresan bir deneyimdi.

Birkaç hafta önce ayağının tozuyla döndüğün en son turunu konuşalım dilersen. Ne zaman yola çıktın?

2015 Mayıs ortasında başladım. 110 günde 8258 km. Hatta Gürsel (Akay) eline hesap makinesini aldı. Tak tak: Günde ortalama 76 km yapmışsın dedi. Aslında rakamların bir önemi yok. Gezgin haldır haldır binmemeli. Eğer tanımak öğrenmek istiyorsan bisikletten inip halkın arasına karışman gerekir. Geçen sene 5, bu sene de 5 görmediğim ülke ile 69 ülke gördüm. Sayılar önemli değil, gittiğin yerin sana ne kattığı o önemli.

Yine de bu tura “5 deniz, 5 ülke” adını koydum.

Hangi denizler bunlar?

Adriyatik, Ege, Karadeniz, Marmara ve Baltık Denizi kıyılarında pedalladım.

Makedonya’dan yola çıktık. Oradan Kosova, Karadağ, Hırvatistan derken Arnavutluk. Daha önce kapalı bir ülkeydi ve hiç görmemiştim.  Çok beğendim Arnavutluk’u. Romanya Bulgaristan ekonomileri AB’ye rağmen çok geri kalmış ama Arnavutluk, Makedonya ve Kosova iyi durumda görünüyor. Adamlar özellikle İtalya’ya çalışmaya gitmişler ve bütün kazançlarını ülkeye geri getirmişler ve memleketlerini yenilemişler.

Dönüşte çok merak ettiğim bir yer vardı Yunanistan’da: Meteora. Oraya gittim. Çok etkileyici bir yer hakikaten. Çok müthiş bir coğrafi doku üstüne bir o kadar etkileyici manastırlar inşa etmişler. Ondan sonra Kırcaali’den Bulgaristan’a geçtim. Bulgaristan’a çok gittiğim için önceden gitmediğim ara yollardan Karadeniz’e çıktım. Romanya’ya geldim, oradan ilk defa Moldova’ya geçtim.

Moldova’da bana “ilerde Gagavuzlar var, hepsi Türkçe konuşuyor” dediler. Biliyordum ama hiç gitmemiştim. Seninle yaptığımız turdan da biliyorsun, ben Türkçe konuşulan bir yere girer girmez gördüğüm herkesi “selamün aleyküm” diye selamlarım. Burada da aynı şeyi yaptım ama hiçbir karşılık almadım. Sonradan uyandım: Gagavuzlar’ın hristiyan olduğunu unutmuştum.  (Gülüyor)

1923’teki büyük mübadelede Türkiye’ye gelmek istiyorlar, ama olmuyor. Halen kırgın oldukları söylenir.

Evet. Oradan çıktım Ukrayna’ya geçtim. Ukrayna savaş yüzünden fiilen ikiye bölünmüş durumda. Yukardan aşağıya bir çizgi çek,ülkenin batısı gülüp oynuyor, doğusundan hiç haber yok.

Oradan ilk defa gördüğüm Beyaz Rusya’ya geçtim. Çok şaşırtıcıydı ve öğreticiydi. Tamamen yenilenmiş bir ülkeyle karşılaştım. Sosyal adalet konusunda çok ilham verici bir ülke. Tüm yurttaşları zenginlikte eşitlemişler. 

Ama Beyaz Rusya’ya girince yağmurlar başladı. Yaz ortasında yağmurlar  eşliğinde Litvanya’ya geçtim. Baltık’da bir dil gibi uzanan lagünden geçip ülkesinden coğrafi olarak ayrı kalmış Kaliningrad’a gittim.

Herşey iyi güzel de yağmur dinmek bilmiyor. Aşağılara yazın sürdüğü yerlere inmeye karar verdim ve Polonya’nın güneyine doğru yol almaya başladım. Oralara gelince hava yumuşadı. Bir taraftan da artık döneyim diye düşünüyorum ama Türkiye’de temmuzda kavurucu sıcaklar haberini alınca planı değiştirdim, Batıya doğru yol almaya başladım. Slovakya ve Çek Cumhuriyeti’ne gittim. Her iki ülke de bisiklet sürmek için çok ideal yerler. Her tarafta kamplar ve çok güzel yollar var.

Şu anda dünyanın en renkli bisikletçisi de bir Slovak: Peter Sagan. Amerika’da Richmond’da Dünya Şampiyonu da oldu.

Evet. O ülkelerde bisiklet kültürü hayli oturduğu için çok başarılı sporcular çıkıyor. Ama Slovaklar Sagan’ın tam bir şovmen olduğunu söylüyorlar.  Oradan Almanya’ya geçtim. Sonra Eurovelo yoluna girdim. Viyana, Bratislava, Budapeşte, Belgrad. Tuna Nehri’nin kenarından serin serin Bulgaristan’a kadar geldim.

Gezgin olmak nasıl bir şey? İnsan niye gezgin olur? Bu sorularla çok karşılaştığına eminim ama Cyclist Türkiye okurları için de söyler misin?

Bu soruya uzun bir listeyle cevap verebilirim. Bisikletle seyahata başlamadan ve tabii yurt dışında yaşamadan önce ufkum daha dardı. Ama dünyanın çeşitli yerlerinde çok çeşitli kültürlerle tanışınca ufkun gelişiyor. Her bir kültürün diğeri kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun. Gözlerin açılıyor. Tölerans ve hoşgörü ayrılmaz bir parçan oluyor.

Hayatta öğrendiğim şeylerden biri de kendimi çok zengin hissetmek oldu.  Bir cebimde bisiklet hobim, öbür cebimde müzik var. Bu hiçbir servet ile kıyaslanamaz. Ben gruplarla tura çıktığım gibi yalnız çıkmayı da seviyorum.  Yalnız gezdiğinde bir iç yolculuk da yapmış oluyorsun. İç zenginliğini çoğaltıyor.

Bende bayraklar çoğaldı. Bir dünya vatandaşı oldum. Tek bayrak gittim ama bütün bayrakları sevdim. Bu geziler bana bu bilinci kazandırdı. Dünya barışı o kadar uzak değil aslında. Tüm dünyadaki insanlar benim gibi birçok kültürle tanışıp yoğrulsa, anlaşmazlıklar eminim silahla değil hoşgörüyle çözülür.

Bunların dışında şöyle de bir fonksiyonun oluyor. Hani kendim için ufkum açılıyor demiştim ya, karşılaştığım insanların da ufkunu açtığımı düşünüyorum. Hayatında ilk defa Türk gören insanlarla karşılaştım. Türkiye’den bile haberi yok adamın. Sen “Turkey” diyorsun o “Tokyo” anlıyor filan. Bir yerde tanıtım elçisi gibi bir şey de oluyorsun.

Ben de öyle düşünüyorum. Bisikletin bir de fiziksel yararları var. Ondan söz etmeye bile gerek yok galiba.

Aynen. İnsanlar check-up’a gider ya benim check-up’ım da bu. Genç kalmaktan söz ettim ya, gençlere şöyle bir tavsiyem olucak: Önce mesleğinizi edinin. Bir taraftan kısa kısa turlarla başlayın. Sonra daha büyük planlar yaparsınız. Gençler bana: “Tur yapmak istiyoruz ama İngilizce bilmiyoruz” diyor. Bilsen ne olacak ki? Karşına çıkan insanların çoğu zaten İngilizce bilmiyor. Çin’de Latin alfabesi bile yok.

Hep uzak uzak yerlere gidiyorsun ya, şehir içi seni kesmiyordur herhalde?

Yooo… İstanbul’da da günlük ulaşımda bisiklet kullanıyorum.. 100 liralık bir bisikletim var. Her yere onunla gidiyorum. Bazen hava yağışlı filan olunca otobüse filan biniyorum ve o zaman bisikletin ne kadar kıymetli olduğunu anlıyorum. İnsanlar balık istifi gibi trafik, gürültü, stres. Çok fena.

Çok teşekkür ederiz. Eminim bu söyleşiyi okuyan birçok insan için de ilham kaynağı oldun.

Ben teşekkür ederim. Böyle güzel bir dergi çıkarttığınız için ayrıca tebrik ederim.

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

1 Yorum

1 yorum

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!