Bizimle iletişime geçin

Editoryal

BİSİKLET FİLMLERİNE ÖVGÜ

Bisikletinizin selesinde olmadığınız zamanlarda, bisiklet süren diğer insanları izlemekten daha keyifli ne olabilir ki?

Tek sahneli oyunum Peloton, Ocak 2012’de Salford’daki Lowry Tiyatrosu’na gösterime girdi ve bir performans gösterildi. Deneysel bir tiyatro şirketi tarafından düzenlenen bir yarışmaya girdim ve sıradan bir aile babasının hikayesi ile orta yaş krizini anlattım. Gönülden bisikletçi baba, biraz özgüven kazanmak, karısından, çocuklarından ve arkadaşlarından saygı görmek için Etape du Tour’a girmeye karar veriyor.

Ancak yarışa hazırlık antrenmanları sırasınca Tour’un hayaletleri tarafından ziyaret edilir:  1908 yarışına bağımsız olarak giren ve her etap sonunda otel masraflarını çıkarmak için akrobatik gösteriler düzenleyen Jules Deloffre ve özel yaşamı Netflix’de 10 bölümlük bir dizi olabilecek – karısının intiharından, genç sevgilisi tarafından öldürülmesine kadar, 1923 şampiyonu Henri Pelissier gibi isimler dahil.

Her neyse, benim oyunum umduğum ilgiyi görmedi çünkü jüri onu yeterince deneysel bulmadı. Bunun yerine ödül üzerine tıraş köpüğü bulaştıran eşcinsel bir Pakistanlı hikayesine verildi.

Ancak asıl nokta şu: Pélissier ya da profesyonel yol bisiklet tarihinde iz  bırakmış diğer renkli, depresif ve kahramansı karakterlerden herhangi birinin yaşamından neden bir Netflix serisi çekilmiyor?

Ekstrem hava koşulları altında muhteşem yerlerden geçen, sürekli değişen kahraman ve kötü adamlardan oluşan bir oyuncu kadrosuyla, geçmişi üç yüzyıl geriye uzanan bir spor hakkında bu kadar az film çekilmiş olması şaşırtıcı.

Durumun böyle olmasının nedenlerinden biri de, bisiklet sürmenin fiziki doğasıyla alakalı – velodromda takım takip yarışları hariç bisiklet mücadelelerinin tamamını izlemek pek ilgi çekici olmayabilir. Ancak yol bisikleti mücadelelerinin saygı duyulası kılan kahramanlar, çekilen acılar, fedakarlıklar ve egolardır. Bay Balboa’ya rakip olabilecek düzeyde zengin hikayeler olmasına karşın, bisiklet sporunda eksik olan tek şey Rocky muadili bir karakterdir.

William Fotheringham’ın son kitabı ismini bisikletin referans olarak görülen belgeseli A Sunday In Hell’den alır. Belgesel bisikletin doğaçlama, planlama, şans ve hesaplamadan oluşan doğası hakkında etkileyici bir iç bakış sunuyor. Fotheringham, Jorgen Leth’in 1976 Paris-Roubaix belgeseli için ise “tüm zamanların en iyi bisiklet filmi” der.

Fakat Leth’in 1973 Giro d’Italia’da çektiği Yıldızlar ve Su Taşıyıcıları adında çektiği belgesel, bisiklet yarışlarının en dikkat çekici sahnelerden birini içerir. Danimarkalı yönetmen motosiklet üzerinde kablosu ses kayıt cihazına bağlı mikrofon ile pelotonun içerisine girer ve binicileri birbirleriyle röportaj yapmaya davet eder. Rakibinin değişiklik olması için kendisinin kazanmasına izin verip vermeyeceğini sormasından rahatsız olan bisikletçi ise yarışın favorisi Eddy Merckx’dir.

“Hakarete uğradığını düşündü ve soruyu yanıtlamak istemedi” diyor Leht, Fotheringham’ın kitabında.

Erken dönem belgeseller, bisiklet alışkanlıklarının yakın plan çekilmiş görüntülerini sunuyor: 1962 yapımı gelecekte Hollywood efsanesi olacak Louis Malle’nin yönettiği Vive le Tour’da bisikletçiler bira için bara akın ediyor.

Pour Un Maillot Jaune’da 1965 Tour’una katılan bisikletçiler serinlemek için yol kenarındaki havuza giriyor. Claude Lelouch’ın (ertesi yıl Un Homme ve Une Femme filmi ile drama kategorisinde Oscar kazandı) yönettiği yapım, zaman zaman gerçeküstü, serbest formda çekilen 30 dakikalık bir kısa film. Bu filmlerin her ikisine de Youtube’dan ulaşmak mümkün.

Gerçek ile bağını kopar

Spor, belgesellere sıklıkla konu olurken, eksik olan şey, sporun güzelliği ve acımasızlığını yansıtan özgün bir drama. Bunun yerine, bisiklet fimlerde genellikle evrensel aşk ve özgürlük temaları için bir metafor olarak kullanılır. Tüm bu drama temalarını ise bir İtalyan filminde bulmak mümkün: Bisiklet Hırsızları. Filmin yapım tarihi, İtalyan tifosilerinin Coppi ve Bartali takıntısının tavan yaptığı 1948’e denk geliyor. Film aslında, bisikleti çalınan ve geçim sıkıntısı yaşayan fakir bir afiş yapıştırıcısıyla ilgili. Sevimli küçük oğlu Bruno ile birlikte çalınan bisikletini bulma arayışı, Roma’daki her bisikletin varoluşsal kasvetinin ağırlığını taşıyan, sinemanın en sembolik filmlerinden biridir.

Rüştünü ispat eden temasıyla Breaking Away, Amerikalı bir genç yol bisikleti yarışçısının İtalyanlara olan tutkusuyla ilgili senaryosuyla 1979’da Oscar’ı kazandı. Arkadaşlık ve sorumluluk üzerine kurgulanan filmi yakın bir arkadaşımla birlikte görmeye gitmiştk.

Ancak muhteşem retro tarzı ile iki film rakiplerine oranla göze çarpıyor. Biri Fransız bir çizgi film, diğeri ise Belçika tarzı bir  komedi.

Belleville Rendez-Vous (2003), Fransa Turu sırasında kaçırılan ve 1920’lerin New York’unda bir mafya kumarhanesinde, çalışmaya zorlanan bir karakteri konu alır.

Le Vélo de Ghislain Lambert (2001) ise 1970’lerin başında Belçika yarış pisti üzerine kurulu bir hikayedir. Detaylara son derece dikkat edilen – dönem bisikletleri, yün formalar, deri eldivenler – ve öykü (Merckx takıntısı olan bir amatörün talihsizlikleri) içtenlikle anlatılır.

Ancak biz hala Henri Pélissier ve “yolun hükümlüleri” arkadaşları ile ilgili bir film bekliyoruz. Eğer siz de böyle bir hikayeyi merakla bekleyenlerdenseniz, oyunum Peloton’un gösterim haklarını satın alabilirsiniz…

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!