Bizimle iletişime geçin

Editoryal

BILL CUNNINGHAM NEW YORK

İkonik fotoğrafçı Bill Cunningham, 87 yaşında hayata veda ettiğinde,
ardında kayda değer bir yaşam bıraktı. Arzu Tekir, “Bill Cunningham
NEW YORK” belgeseli üzerinden efsane fotoğrafçıyı kaleme aldı

Yazı ARZU TEKİR

Günde 10 saatini bisiklet üzerinde, sokakta geçiren, efsane sokak ve moda fotoğrafçısı Bill Cunningham belgeseli üzerine… Bill Cunningham belgeselini izlerken beni en çok şaşırtan şey, 81 yaşında bir adamın New York gibi trafiğin ciddi sorun olduğu, büyük şehrin yarattığı yıpranmışlık ve yorgunlukla herkesin birbirine hoyratça davrandığı bir şehirde çevik bir biçimde, kazasız belasız bisikletini kullanmasıydı. Cunningham çevik manevralarla bisikletini sürerken aniden durup, New York sokaklarında ilginç bulduğu insanları fotoğraflıyordu. 

Bill Cunningham ilginç bir karakter. Harvard Üniversitesi’ndeki eğitimini bırakıyor. New York’ta şapka tasarımcısı olarak moda endüstrisine adım atıyor. 60’larda renkli giysilerin, ilginç stillerin sokakta daha çok görünmesiyle sokak fotoğrafları çekmeye başlıyor. 94 yılında bir kaza geçirip hastaneye gitmek zorunda kaldığında ancak, sağlık sigortası almak için maaşlı olarak çalışmaya başlamış. Parayı veren benim istediklerim yerine kendi istediğini yaptırır deyip, işleri karşılığında para almayı uzunca süre reddetmiş.

New York Times, The Times’ta fotoğrafçılık yapmış. Benzetme ne kadar doğru olur bilemiyorum ama sokak kültürünü, tarihi kayıt almasıyla Ara Güler’i düşündüm. Zaman su gibi akarken damla damla tarihi kaydetmiş iki farklı fotoğrafçı. Seksenlerinde hala aktif olarak çalışmasını ve sürekli bisikletle oradan oraya koşuşturmasını hayranlıkla izledim. New York Times, Cunningham’a 35mm analog kamerayla çekilen fotoğrafları, bilgisayarda seçip yerleştirmesine yardımcı olacak bir asistan atamış. Günümüz teknolojisi ve araçlarıyla artık çok kısalan bu süreci gazete yönetimi değiştirmek istememiş.

Bu anlamda, değerlere ölmeden önce sahip çıkabilen kurumların artmasını diledim. (Bir başka örnek daha aklıma gelmişken paylaşayım; elektronik müzik dehası olarak anılan, prodüktörlüğünü üstlendiği albümleriyle pek çok jazz müzisyenin tanınmasını sağlamış İlhan Mimaroğlu, kısa bir süre de Columbia Üniversitesi’nde ders vermiş. Mimaroğlu’nun yeteneğine saygı duyan üniversite yönetimi vefatına kadar, üniversitenin hocaları ve öğrencileri için uygun fiyatla kiraladığı dairelerden birini tahsis etmesinin yanı sıra, vefatı sonrasında arşivinin hepsini satın almıştı.)

“En iyi moda şovu sokakta ve hep öyle olacak.” 

20’li yaşların başından beri Cunningham’ın, fotoğraflarını çektiğini söyleyen Anna Vintour (Vogue Amerika Genel Yayın Yönetmeni), Bill’in çok ilginç bir gözü olduğunu ve moda olacak şeyleri herkesten önce yakaladığını anlatıyor. 

Moda bloggerlarının kaçı bilir; ilk podyumda görünen ürünlerle sokakta giyilen giysileri yan yana koyup, aynı giysiyle farklı stillerin nasıl yakalandığını gösteren Bill Cunningham’mış.

Sokak fotoğrafları dışında etkinliklerdeki ilginç bulduğu stilleri de fotoğraflıyor. Şehrin bir ucundan diğerine hep bisikleti üstünde gidiyor.  Prensipleri var; en lüks partilerde ve davetlerde, yemek ikramlarını kabul etmiyor. “Su bile içmem. Orada The Times’ı temsil ediyorum ve fotoğraf çekmek için oradayım, yemek yemek ve içki içmek için değil!” Objektif olmak ve mesafesini korumak açısından bunun önemli olduğunu söylüyor. 

Kimse özel hayatı hakkında bir şey bilmiyor. “Yaşadığı hayatı yaşayabilmesi için zengin bir aileden gelmiş olmalı” diyor eski bir arkadaşı. Kendisi de çok konuşmuyor. İlginç, tam New Yorker. Filmin çekildiği sıralarda, Manhattan’da iki blok arkasında oturmuşum, hiç karşılaşmamışım diye hayıflanıyorum. Fark eder miydim acaba, kimleri fark ediyoruz, sokakta sıkça rastladığımız kimin hikayesini biliyoruz acaba koştur koştur yasarken…

Bill Cunningham’ın, fotoğraflarını çektiğini söyleyen Anna Vintour, Bill’in çok ilginç bir gözü olduğunu ve moda olacak şeyleri herkesten önce yakaladığını anlatıyor

Bu belgeseli izlediğimde hikayelerini etraflıca bilmediğim karşılaştıkça görmekten mutlu olduğum Çiçek Pasajı’nda Madam Anahit’i, Cihangir sokaklarında Osman Amca’yı ve de Ara Cafe’ye gittikçe görmeyi umduğum Ara Güler’i hatırladım. 

Carnegie Hall’da yıllarca minicik bir dairede, film kabinlerinin arasında kendi yaptığı tuhaf bir yer yatağında yatan Cunningham’ın yemekle arası yok. Mutfağı yok, banyosu ve tuvaleti ortak kullanım alanı. Üzerinde hep kendine has mavi bir ceket var, bir Paris moda şovu sırasında bir dükkândan aldığı işçi ceketi. Eskidikçe yenisini almış. Fotoğraf makinesinin kayışlarını çok çabuk eskittiğinden pahalı ceket almasına gerek olmadığını söylüyor bir yerde. Kültürel farklıkları, toplum içindeki görünür görünmez hiyerarşiyi umursamıyor. Herkesle samimi bir ilişki kurabiliyor. 

28 bisikleti çalınmış. 29’uncusunu bir arkadaşı hediye etmiş. Ağır mı ağır bir zincir kullanıyor. Neden acaba? Schwinn klasik meraklısı. 

Belgeselin çekildiği tarihten altı yıl sonra, 87 yaşında vefat ediyor. Fifth Avenue ve 57. sokağın köşesi, ölümünden sonra Bill Cunningham Köşesi olarak adlandırılmış.  

Film bittiğinde, bu kadar kendi halinde, az eşya ile yaşamını süren, “New York’ta çok fazla atık var” deyip yırtılan plastik yağmurluğunu bantla yenileyen Cunningham’ın öldüğünde bankada üç milyon doları olmasına epey şaşırdım. 

Bu belgeselde az yemek, tutkuyla çalışmak, değerlerine bağlı kalmak ve hayatı hep güler yüzle ve de bisiklet üzerinde geçen yılların, yaşlılıkta büyük bir avantaj topu olarak geri döndüğünü de gördüm; yaptığın işe saygı ve hayranlık duyan insanlar, 80 yaşını geçmiş olsan da hala üretebilmek, bisiklet sürmek, hayatı dolu dolu yaşayabilme imkânı…

Ömrünüz uzun, bisikletle geçen günleriniz çok olsun.

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!