Yazı ERMAN ÖNER
Bisiklet sporunun makus talihidir, medyada kendine doping skandalları ve kaza haberleriyle yer bulması. Kenyalı bisikletçi Samwel Mwengi’nin başına gelenler de bundan farksız değil. 32 yaşındaki bisikletçi Afrika’nın en önemli yarışlarından biri olan Rwanda turunun yedinci ve son gününde ciddi bir kaza geçirdi. Bisiklet sitelerine ulaşan ilk bilgiler Kenyan Riders bisikletçisinin inişte bisiklet hakimiyetini kaybettiği ve düşerek trafik levhalarına çarptığı yönündeydi.
Daha sonra Nairobi Hastanesine kaldırıldığını öğrendiğimiz Mwengi’nin femur yani uyruk kemiği kırılmıştı. Aslında buraya kadar hiçbir şey bisiklet yarışlarını yakından takip edenler için sıra dışı sayılmazdı. Mwengi bir uzvu kırılan ne ilk bisikletçiydi, ne de son olacaktı. Bisiklet yarışlarının rutinlerinden biri bile sayılabilirdi bu. Ancak Afrikalı bisikletçi için durum biraz daha karmaşıktı.
Femur kemiğindeki kırık Mwengi’nin sol bacağındaki kan dolaşımını engelleyecek boyuttaydı ve doktorlara göre geriye tek bir çözüm yolu kalmıştı, bisikletçinin sol bacağının kesilmesi. Bisikletin makus talihi Samwel Mwengi’nin de makus talihine dönüşmüş ve Afrikalı bisikletçi bir anda gündemin parçası haline gelmişti.
Sol bacağının dizinin altından kesildiği ameliyatın ardından BBC radyonun sorularını yanıtlayan Mwengi ilk duygularını, ‘’ Ne olduğunu bilmiyorum. Sabah uyandığımda uzanıp bacaklarıma dokunmak istedim ama yalnızca bir tanesini hissedebildim’’ diye tarif etti. Ancak sesinde en ufak bir pes etme ya da yılgınlık belirtisi yoktu, aksine bir arzu, istek seziliyordu. Bunun nedeni sunucunun sorduğu ‘’Bundan sonrası için ne planlıyorsun?’’ sorusunun cevabında gizliydi. ‘’ Bisikletle işim bitmedi. Hala yaptığım şeyi yapmayı düşünüyorum ve tek istediğim de bu. Bisiklete geri döneceğim ve bir sonraki paralimpik oyunlarında olacağım, buna odaklanacağım…’’
1960 yılında Roma’da düzenlene ilk modern Paralimpik Oyunları
‘’Hareket halindeki ruh’’ sloganıyla zamanla olimpiyatlardan sonraki en büyük ikinci spor etkinliği haline gelen paralimpik oyunları, 1948’de Ludwig Guttmann tarafından İngiltere’deki Stoke Mandeville rehabilitasyon merkezindeki tekerlekli sandalyeye bağımlı 2.Dünya Savaşı gazileri için düzenlenen bir yarış olarak başlar. Aradan geçen 4 yılda Hollandalı yarışmacıların da katılımıyla bugünkü paralimpik oyunları yani uluslararası hareketin yolu açılır.
İlk kez 23 ülkeden 400 sporcunun katılımıyla 1960 yılında Roma’da düzenlenen modern paralimpik oyunlarında bisikletin temsili içinse çok gerilere gitmeye gerek yoktur. Klasifikasyon ve cinsiyete göre belirlenen 30’ila 120 km. arasında geçilen yol bisikleti, 20-35 km.’den oluşan zamana karşı yarışları ve kadın erkek karışık 3 atletle gerçekleştirilen bayrak mücadelelerinin temelini oluşturduğu para-bisiklet, ilk kez 1984 New York paralimpik oyunlarında sahne alır.
Bu yarışlarda bisiklet, tandem, el bisikleti ve üç teker olarak 4 bölümde düzenlenen yarışlar, kendi içinde de kategorilere ayrılmıştır. Örneğin yol bisikleti C1’den C5’e, el bisikletiyse H1’den H5’e kadar artan sınıflara uzanırken, bu numaralar düşükten büyüğe doğru sporcuların artan hareket kabiliyetinin ifade etmektedir. Pist bisikleti ise 96 Atlanta’da ilk kez Paralimpik bir branş olarak kabul görmüştür. 500 m.’yle 1 km. arası koşulan zamana karşı, 3-4 km. arası takip ve takım sprint yarışlarından oluşan pist bisikletinde bu dallara ek olarak tandem yarışları da yapılır.
Paralimpik oyunlarında bisiklet adına bir ilk de Rio 2016’da yaşandı. Para-triatlon, oyunlar programında ilk kez yer aldı ve 750 m. yüzme, 20 km. bisiklet ile 5 km. koşudan oluşan mücadelelerde para-triatletler sporun en büyük sahnelerinden birinde kendilerini gösterme fırsatı buldular. Vücudun aktivasyon kabiliyetine göre ayrılan 6 sınıfta 31 erkek, 39 kadın para-triatlet oyunlarda boy gösterirken, Amerikalı sporcular elde ettikleri 2 altın, 1 gümüş ve 1 bronzla dikkatleri çekti. Amerika’yı 1 altın, 2 gümüş ve 3 bronzla Büyük Britanya takip ederken, Hollanda da 1 altın ve 1 gümüşle bu ikilinin peşindeydi.
Uluslararası Bisiklet Federasyonu (UCI) tarafından yönetilen para-bisiklet, paralimpik oyunları dışında UCI’nin belirlediği bir yarış takvimine de sahip. Toplamda 86 yarış günü bulunan takvimde İtalya 7 yarış günüyle takvimin en fazla sayıda organizasyona ev sahipliği yapan ülkesi konumunda.
Güney Afrika’nın Pietermaritzburg şehrinde başlayıp, İspanya’nın Bask bölgesinde devam eden ve Ostend kentinde sonlanan farklı kategorilerdeki tek günlük yarışlarla Dünya kupası serisi takvimin dikkat çeken mücadelelerinden. Keza Belgrad, Prag, Vratna gibi şehirleri ziyaret eden Avrupa şampiyonası da Avrupalı sporcuların gözdesi konumunda. Takvimin en merakla beklenen mücadelelerinden biriyse bir yıl boyunca gökkuşağı mayonun sahibini belirleyecek olan Dünya Şampiyonluğu yarışı.
Son iki yılın pistte 1 km. zamana karşı ve 3 km. takip yarışlarının gökkuşağı mayosu Joseph Berenyi de Dünya şampiyonluğunu dört gözle bekleyenlerden. Boolingbrook sinema salonunun inşaatında çalışırken demir iskelenin çökmesiyle 12 metre yükseklikten yere düşen Amerikalı bisikletçi, öğle arasından yalnızca 5 dakika önce meydana gelen bu kazada sağ omzunu ve sol dizkapağını kaybediyor. Üstelik öğle tatili planları arasında evlilik yüzüğünü satın almak da varken.
O günlerde aklında kız arkadaşının onunla evlenip evlenmeyeceğine ya da hayatının bundan sonra nasıl olacağına dair rahatsız edici sorular dolaşırken, bugün 20 yıllık eşi olan kız arkadaşının destekleri ve bisikleti sayesinde hayata sporla tutunmayı başarmış bir birey Berenyi. Paralimpik ve Dünya şampiyonu bir sporcu olan Berenyi’nin aynı zamanda üç kız çocuğu babası olduğunu da hatırlatalım.
Eğer bisiklette Slovakya’dan çıkan tek kazanma canavarının Peter Sagan olduğunu sanıyorsanız, Jozef Metelka’yla henüz tanışmamışsınız demektir. Paralimpik ve Dünya şampiyonluğu ile üstü üste üçüncü kere UCI Dünya kupası serisi şampiyonluğu Metelka’nın başardıklarından yalnızca birkaçı. Bunca başarıya rağmen Metelka daha ne isteyebilir diye düşünebilirsiniz ama o en büyük hedefini henüz gerçekleştirmiş değil; para-bisikletin algısını değiştirmek! ‘’ En büyük hayalim engelsiz bisikletçilerle para-bisikleti mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmak ve insanların bakışını değiştirmek. Aynı zamanda bizim de elit atletler olduğumuzu onlara göstermek.’’
“Ne olduğunu bilmiyorum. Sabah uyandığımda uzanıp bacaklarıma dokunmak istedim ama yalnızca bir tanesini hissedebildim”
Böyle düşünen yalnızca Metelka değil. Britanya’nın 12 altın, 8 gümüş ve 3 bronzla en fazla madalyaya sahip kadın paralimpik atleti olan Sarah Storey bu konuda UCI’yi eleştirmekten de kaçınmıyor. 41 yaşındaki para-bisikletçi Dünya şampiyonalarında UCI’nin engelsiz bisikletçilerin aksine engelli bisikletçilere para ödülü vermemesinden yakınıyor. Ancak sorun bunla da kalmıyor. Para ödüllerini tartışmadan önce para-bisikleti elit bisikletçilerin seviyesine entegre etmek gerektiğini belirten Shorey, şöyle devam ediyor,’’
Tüm para-sporlarda olduğu gibi para-bisiklette de sponsorluklar ve ilgi eksikliği para ödülünü olumsuz etkiliyor, ama etik olarak en azından UCI’nin yarışlarında eğer bizi de elit atlet olarak göreceklerse, para ödülü olmalı.’’ Bir diğer sorunsa Dünya şampiyonalarının yapıldığı yerlerde ortaya çıkıyor. Örneğin 2015’te Dünya şampiyonası elit bisikletçiler için Ekim ayında Richmond’da düzenlenirken, engelli sporcular İsviçre’de Temmuz ve Ağustos aylarında gökkuşağı mayo için sahne aldı. UCI’nin almış olduğu bu kararlarsa engeli bisikletçiler arasında tepkiyle karşılandı.
Her şeye rağmen Sarah Storey az sayıdaki şanslı para-bisikletçiden biri. Öyle ki pek çok meslektaşının aksine Sarah yalnızca federasyon ödenekleri ya da sponsorluklarla ayakta durmak zorunda değil. Sol eli anne karnında işlevini kaybetmiş olan Manchester doğumlu bisikletçi pro-conti kadın takımı Podium Ambition Pro’nun sözleşmeli bisikletçisi. Kulüp takımına sahip olmak ise para-bisikletçiler için nadir görülen bir durum. Sarah bununla da yetinmiyor. Hedefi 42 yaşında olacağı 2020 Tokyo Olimpiyatlarında engelsiz atletlere karşı yarışmak. 2005’te yüzmeden bisiklete geçişinden bu yana Sarah’nın antrenörlüğünü yapan Dr. Gary Brickley de Sarah’nın 2020’de Britanya’nın takım takip olimpiyat kadrosunda olması gerektiğini savunanlardan. ‘’Bugüne kadar ona yeterince şans verilmedi ama o bunu hakkediyor.’’ diyor Dr. Gary Brickley.
Yine de bu sporun gelişimi için UCI’nin atmış olduğu bazı pozitif adımlardan da söz edebiliriz. Bunlardan en yenisi ilk defa UCI çatısı altında düzenlenen modern Para-bisiklet saat rekoru. 47 yaşındaki İrlandalı Colin Lynch ilk rekor girişiminde bulunan sporcu olarak rekoru 1 saatte 43.133 km.’lik mesafeyle belirledi. Ancak bu rekorun uzun soluklu olmayacağı şimdiden konuşuluyor.
Yaptığı sporun ötesine geçmiş sporcular vardır. Roger Federer, Muhammed Ali ya da Ayrton Senna, bunlardan yalnızca bir kaçı. Para-bisiklet de adına onlarca makale yazılmış ve belgeseller çekilmiş bir spor kahramanına sahip. Bu belgesellerden biri şöyle başlıyor, ‘’ Merhaba, ben Alex Zanardi, en büyük iyimser.’’ Motor sporlarının en büyük sahnesi Formula1’de yarışmış, ardından CART’da bitime 13 tur kala yaptığı kazayla iki bacağını birden kaybetmiş bir iyimser Zanardi. Döndüğündeyse kendisi için üretilen özel araçla kalan 13 turu tamamlamayı da ihmal etmemiş bir iyimser.
4 paralimpik altını, sayısız Dünya şampiyonluğu, Floransa ve Roma maratonlarını tekerlekli sandalyeyle, New York maratonunu el bisikletiyle kazanmış bir savaşçı. Ama onun efsanesini yaratan kazandıkları değil. Başarıları bütünün yalnızca bir parçası. Onun efsanesini yaratan bütünse hayatı görme biçiminden geliyor. ‘’Eğer kazayı hiç yaşamamış olsaydım nerede olurdum bilmiyorum. Kim bilebilir belki iki bacağı olan bir adam olurdum, ama şu anki kadar mutlu değil.’’
Slovakya’dan çıkan tek kazanma canvarının Peter Sagan olduğunu sanıyorsanız henüz Jozef Metelka ile tanışmamışsınız demektir
Aynı belgesel şu cümlelerle bitiyor, ‘’Ben Alex Zanardi, 47 yaşından şanslı bir adam.’’ En büyük mağlubiyetlerini zafere dönüştürmeyi başarmış bu sporcular, yaşadıklarını bir son değil başlangıç olarak görüyor. Ve pek çoğumuzun aksine bardağın dolu tarafına odaklanıyor. Tıpkı yeni hayatına başlamaya hazırlanan Mwengi gibi.
JOZEF METELKA
1986 doğumlu Jozef Metelka, 21 yaşındayken tenis antrenörü olmak istiyordu. Bir gün antrenmandan dönüşünde motosikleti ile virajı dönerken karşıdan gelen araba ile çarpıştı. Bu kaza sonucu bir bacağını kaybeden Metelka, spor yapmaktan ise asla vazgeçmeyecekti
Cyclist Türkiye, Jozef Metelka ile özel bir söyleşi gerçekleştrdi. Paralimpik sporunun önde gelen isimlerinden olan Metelka ile gelecek planlarını ve paralimpik sporunun bugünü hakkında konuştuk. Metelka, sorularımızı Türkiye’deki bisikletseverler için özel olarak cevapladı
Sarah Storey bir söyleşinde UCI’nin Dünya şampiyonalarında para-bisikletçilere para ödülü vermemesini eleştirmişti. Bir Dünya şampiyonu olarak etik açıdan bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sarah’ya tamamıyla katılıyorum. Bana göre de bir maaş ya da para ödülü olmadan profesyonel olarak adlandırılmak manevi olarak doğru değil.
Bir keresinde en büyük hayalinizin bisiklet ve para-bisikleti birbirine yaklaştırmak olduğunu söylemiştiniz. Bisiklet ve para-bisiklet arasındaki en büyük farklılık nedir size göre?
Farklılıklardan ziyade bizi birleştiren şeylerden bahsetmek isterim. Sonuçta herkes bir bisiklet sürüyor, mümkün olduğunca çok çalışıyor ve muhtemel en iyi sonucu almak için yeteneklerinin ve olanaklarının ötesine geçmeye çalışıyor. Tüm atletler en iyisi için çabalıyor ve adil yollarla zorluklarla nasıl baş edeceğini ve onların üstesinden nasıl geleceğini öğreniyor. Daha başka nasıl bir farklılık olabilir ki?
Sponsorlar olmadan para-bisiklet sporunu yapmak ne kadar zor?
Profesyonel para-bisikletçi açısından bu imkansız. Bisikleti hobi olarak sürüyorsanız problem değil. Kısaca profesyonel bisiklette olduğu gibi para-bisiklette de durum aynı.
Tour de France’de yer alan ilk para-bisikletçi olsaydınız, bu sizin için ne anlama gelirdi? Belki hemşeriniz Peter Sagan’la birlikte!
Kariyerimin şu aşamasında piste daha fazla odaklanmaya başladım, ama yeni meydan okumalardan da çekinmem. Eğer Fransa turuna hazırlanmak ve yarışmak için bir teklif gelirse hayır demem.
Geçirmiş olduğunuz kaza zihinsel olarak hayata bakışınızı nasıl değiştirdi?
Her dakikama, küçük ve sıradan gözüken her şeye değer vermeye çalışıyorum. Örneğin, bir ay boyunca yapacak durumda olmadıktan sonra duş almak bile büyülü bir deneyimdi. Ne istediğine dikkat et diye bir deyiş vardır, buna rağmen hayallerimi takip etmeye ve dileklerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum.
Bisiklet dışında Josef Metelka kimdir?
Motosikletçi, kayakçı ve iyi yemek meraklısı.
Spor kahramanınız ya da size güç veren kişisel bir mottonuz var mı?
Asla bir kahramana sahip olmadım. Şöyle derler, ‘’Eğer önderlik edemiyorsan, takip etmen gerekir’’ ve ben asla emirleri takip etme konusunda iyi değilim. İnandığım mottomsa Hannibal’ın,
‘’Eğer bir yol bulamadıysan, kendi yolunu yap.’’
Yenilenen modern UCI saat rekorunu deneyecek misiniz?
Şu an için hayır. Pistte onlarca tur atmak pek ilgimi çekmiyor, hatta biraz da sıkıcı buluyorum. Karada bisikletle hız rekorunu kırmak gibi bir planım var ama.
Para-bisikletçi olarak en gurur verici anınız ya da en büyük başarınız nedir?
Para-bisiklette pek çok zafer yaşadım ama en büyüğü RIO 2016’da biraysel takibi kazandığktan sonraki kutlamam olabilir. Ayrıca Glasgow’da heyecan verici bir atmosferdeki Pist Dünya şampiyonluğum da en az RIO kadar büyülü bir andı.
Ne yazık ki Türkiye’de profesyonel bir para-bisikletçi yok, ama yine de bir mesajınız ya da tavsiyeniz var mıdır?
Slovakya’da da durum aynı. Ödeme yapılmadığı için bizler de profesyonel değiliz. Ben kendimi elit atlet olarak adlandırıyorum ve inanıyorum ki, en iyisi için çabalayan, sıkı antrenman yapan , fazlaca şans ve şevkle birlikte herkes benim seviyeme gelebilir. Özetle tek mesajım, bisiklete binin ve pedalları çevirmeye başlayın.
ABDÜLKADİR ÖZOĞUL
Paralimpik sporcularımızdan Abdülkadir Özoğul, bisiklet severlerin tanıdığı bir isim. O’nu son dönemlerdeki amatör yarışlarda sıkça görüyoruz. O parkurlarda pedal çevirirken seyircinin sevgisini ve desteğini de her zaman en çok hak eden sporcu oluyor
Abdülkadir Özoğul 30 yaşında. Paralimpik sporuna başlangıç öyküsü Bolu’da geçirdiği bir kazanın ardından yanlış bir tedavi sonucunda başlıyor. 1994 yılındaki bu talihsiz kazadan sonra hayata sporla daha sıkı tutunan Abdülkadir Özoğul şimdilerde bisikletin üzerinde pedal çevirirken hepimize ilham vermeye devam ediyor. Abdülkadir Özoğul’un bisiklet üzerinde edindiği başarılarını ise Accell Bisiklet destekliyor.
Bisiklete ilk olarak ulaşım ve balık tutmak amacıyla başlayan Abdulkadir Özoğul, bisikletle olan hikayesini, ‘’ Bisiklet hakkında hiçbir bilgim yoktu. Tek ayakla nasıl kullanabilirim bilmiyordum mesela. Bunun için kendime tek ayakla çevirebileceğim bir pedal yaptım ve kullanmaya başladım. Daha 1 -2 ay olmuşken bir çift beni gördü, yanıma gelerek şehirlerarası ve şehir içinde turlar yapan bisiklet gruplarından bahsetti. Böylece bisiklet hayatımda her geçen gün daha da büyük bir önem kazanmaya başladı. Çeşitli gruplarla sürüşlere çıktım. Sonrasında bisiklet yarışlarına katılmayı düşündüm, tabi burada karşıma çok büyük engeller çıktı.’’ diye anlatıyor.
İlk zamanlar ailesinin bisikletle uzak yerlere gitmesinden endişe duyduğu Abdulkadir şimdilere Eğirdirspor’un bir sporcusu. Kulübüyle anlaşması , Eğirdir bisiklet festivaline dayanan, ilginç ve biraz da tesadüfi hikayesinin devamını Abdulkadir’den dinliyoruz, ‘’ Bildiğiniz gibi ülkemizde para-bisiklet branşı yok. Bu aslında çok büyük bir eksiklik. Haliyle ben de başka branşlar araştırıyordum. Triatlon dalında paratriatlon branşını buldum ve katılmayı düşündüm. O dönemde ‘’Kalbin İçin Pedalla’’ grubunun düzenlemiş olduğu Eğirdir Bisiklet Festivali’ndeyken Eğirdir belediye başkanı ile tanıştım.
Benim oradaki azmimi ve çabamı görünce, ‘’ Neden spor yapmıyorsun?’’ diye sordu. Ben de durumdan bahsettim. Kendileri, ‘’Eğer yapabilirsem ufak bir şekilde de olsa yardımcı olacağım’’ demişti. Ben İstanbul’a dönünce bana ulaştılar ve Eğirdir spor kulübü sporcusu olmamı teklif ettiler. Ben de 2016’da Eğirdir spor kulübüyle triatlon sporuna başladım ve daha ilk senem olmasına karşın Türkiye paratriatlon birinciliğini elde ettim.’’
Ancak pek çok para-bisikletçi gibi Abdulkadir’in de en büyük şikayeti ülkemizde para-bisiklet branşının olmaması. Bu konudaki eksikliğin bir nedeni olarak engelli sporcuların spora karşı olan ilgisizliğinin rolü olduğunu vurgulayan Özoğul, ekliyor, ‘’ Parabisiklet branşı bence açılmakta geç kalınmış ve açılabilecek bir branş. İnşallah bunun için de uğraşıyoruz. Bisiklet yarışlarına katıldım ve orada engelsiz insanlarla pedal çevirdim. Çoğu kişiyi geride bırakmışlığım vardır. Bu aslında parabisiklet branşımız olsa bizim daha büyük başarılar elde edebileceğimizin de bir göstergesidir. Bu konudaki en büyük engel ise engelli dostlarımızın başvuru yapmaması, çekimser olmaları. Biraz daha hayatın içinde yer almaları gerekmekte. Çünkü bu branş büyük ihtimalle yeterli sporcu sayısına ulaşılamadığı için açılmıyor.’’
Maratonda ve yüzmedeki yeteneklerini bisiklet ile birleştiren Abdulkadir Özoğul, para-triatlondaki başarısını da inanç ve motivasyonuna bağlıyor. Bunun da en büyük ispatı Kuşadası’ndaki bir yarışta başından geçenler. ‘’ Kuşadası yarışımda yüzme etabında açık denizde, yüzüme diğer bir sporcu çarptı ve gözlüğüm çıktı, düzeltip devam ettim. Bisiklet etabında bu sefer önüme yarış dışı biri çıktı ve ona çarparak düştüm. Tekrar kalkıp devam ettim ama bu sefer de koşu etabı bitiminde bitiş takı tam geçeceğim sırada üzerime devriliyordu. Yine de yarışı tüm olumsuzluklara rağmen bitirdim, çünkü inanmıştım.’’
Bisikletin kendisi için ifade ettiği anlamı, ‘’Bisiklet hayattır’’ diye tarif eden Abdulkadir Özoğul aynı zamanda engelli gençleri bilinçlendirmek için de çaba sarf ediyor. Bir blog yazısında ‘’Kendinizi eve kapatırsanız yalnızca kendinize zarar verirsiniz. Bunun örneğini ben çok yaşadım.’’ diyen Abdulkadir’den bu durumu biraz daha açmasını istiyoruz, ‘’ Bunu şu şekilde anlatayım. Spor hayatımda daha önce futbol olduğu için çok sayıda engelli dostum ve arkadaşım mevcut. Bu engelli arkadaşlarım tek kol, tek bacakla dışarıda acınırcasına bakılacağını düşündükleri için doğal olarak engellerinin belli olmaması yönünde özen gösteriyorlar.
Aslında bu bizim toplumumuzun eğitim eksikliğinden kaynaklanıyor. İnsanlar tek bacaklı veya tek kollu birisini gördüğünde çok şaşırıyorlar, istemsizce de olsa o engelliye acırcasına bakabiliyorlar. Engelli dostlarımın bunu artık aşması gerekiyor. Bu durumda da onlara çok iş düşüyor, çünkü bu bizim ömrümüz boyunca yaşayacağımız hayatımız. Kimse isteyerek ya da seçerek engelli olmuyor ama bu gerçekle engelli dostlarımın yüzleşmesi gerekmektedir ve bunu da yapabileceklerine inanıyorum.’’
Bisiklet dışında ampute futbol liginin kurucularından biri de olan Abdülkadir, 2006-2013 yılları arasında 2 farklı İstanbul kulübünün formasını giyip, bir de Türkiye üçüncülüğü yaşamış. Aynı zamanda iyi de bir yüzücü olan Abdulkadir Özoğul’un engelsiz yüzücülere karşı elde ettiği bir de birinciliği mevcut.
Abdulkadir gelecek hedeflerini şöyle sıralıyor, ‘’ Geçirmiş olduğumuz kaza sonrası doktor hatası yüzünden bacağımı kaybettim ve engelsiz bir insanın yapabileceği her şeyi ve hatta bazı zamanlarda fazlasını bile yapabileceğimi görüp her zaman elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Bu doğrultuda 2017 hedefim Ironman Türkiye ayağını tamamlamak. Asıl büyük hedefimse 2020 Tokyo Paralimpik oyunlarında Türkiye formasını göğüslemektir. Bu konuda maddi manevi desteğe ihtiyacım var ve inşallah bu süreçte güzel adımlar atarım.’’ Abdülkadir Özoğul’un centilmence mücadelesini yıllar boyu saygıyla izlemeye devam edeceğiz.
ABDURRAHMAN PARLAR
Abdurrahman Parlar bügün 36 yaşında. Henüz çocukken elektrik çarpması sonucunda ellerini kaybediyor. Şimdiyse yaşama bisikletiyle tutunmayı başaranlardan. Ve O’nu özel kılan bir şey daha var: yurtiçi ve dışında engelli insanların sosyalleşmesi için yaptığı çalışmalar
Abdurrahman Parlar 38 yaşında. Kendisi Adıyamanlı bir bilgisayar yazılımcısı ama onu bu sayfalara taşıyan neden tamamıyla farklı bir konuya, bisikletiyle kurduğu bağa dayanıyor. Parlar iki tekere olan tutkusunu, ‘’Apartmanda bir tek babamda, bende ve bir de komşumuzda bisiklet vardı’’ diyerek anlatıyor. Bisikletin selesineyse ne zaman olduğunu hatırlayamayacak kadar küçükken oturmuş ilk defa. O günden beri de günlük yaşamının bir parçası olmuş bisiklet. Parlar’ın bisiklete olan sevgisini anlamamız için bu cümleler kafi gelebilir ama onun hikayesi bu kadarıyla sınırlı değil.
Kısa bir süre İtalya’da kas sistemi çökmüş engelli çocukların sosyal hayata kazandırılmasıyla ilgili çalışmalarda da bulunan Parlar’a, Türkiye’ye oranla İtalya’da engellilere bakış açısının ne düzeyde olduğu soruyoruz, ‘’İtalya’da devlet, asker mi, yoksa sosyal hayata mı adapte olmak istersin diye soruyor. Bizdeyse AB yasalarınca emaneten bazı şeyler yapılıyor’’ diye anlatıyor. Görüldüğü gibi engelleri aşmak Abdurrahman Parlar’ın yaşamının bir parçası. Ama iş engelleri kendi başına aşmakla bitmiyor. Parlar’ın asıl amacı çevresindeki engellilerin de bu yönde adımlar atmasını sağlamak.
‘’Aileleri dışarı çıkmalarına müsaade etmiyor, ama ben gerekirse aileleriyle konuşup izin istiyorum, onları evden çıkarmaya çalışıyorum’’diyor ve devam ediyor, ‘’Devletin verdiği cüzi miktarda engelli maaşını işe girerse kaybedeceğinden korkarak kaderine razı olan arkadaşlarımız var. Bunun böyle olmaması lazım. Ben kendimi geliştirmem gerektiğini gördüm, üniversiteden mezun oldum, yurtdışına çıktım ve işe girdim’’
Abdurrahman Parlar engelli dostlarına nasihat vermiyor, örnek oluyor. Öyle ki düğünlerine gidemediği iki arkadaşının gönlünü almak için önce otobüsle Bursa’ya, oradan da bisikletle Çanakkale’nin Bayramiç ilçesine 270 km. pedallıyor. Üstelik bunu 20 kilodan ağır bisikleti ve iki geceyi uyku tulumunda geçirerek yapıyor. Yolculuğu sırasınca en çok yardımı kamyon şoförlerinden, köylülerden ve kendi gibi bisikletlilerden görmüş, ‘’İlk başta kamyonların agresif sürüşlerinden biraz çekiniyordum ama yolculuğum boyunca en çok yardımı onlardan gördüm. Keza güzergahtaki köylüler, motosikletliler ve bisikletliler de beni gördüklerinde durarak mekanik ya da başka bir ihtiyacım olup olmadığını sordular’’.
Bu yolculuk Abdurrahman Parlar’ı gelecek için daha da cesaretlendirmiş. Parlar’ın emeklilik sonrası planları bile şimdiden hazır,’’Karadeniz’e hiç gitmedim, emekli olduktan sonra Karadeniz’i bisikletle gezmek istiyorum.’’
Abdurrahman Parlar’ın Çanakkale’ye uzanan bisikletli yolculuğu yalnızca engelli dostlarına değil, engeli olmayan yakın çevresi için de yeni ufuklar açmış. Bir arkadaşının kendisine,’’Sen bu seyahati engelli olarak bisikletinle yaptıysan, ben de motosikletimle yaparım’’ dediğinden bahsediyor. Engel tanımayan Abdrrahman Parlar’ınsa cebinde her zaman bir fazlası var, ‘’Bana senin yaptığın turu motosikletle yaparım diyorlar, ama bilmiyorlar ki bende motosiklet olsa dünyayı gezerim’’
FUNDA MÜJDE
O’nun ismini Hollanda’dan İstanbul’a yaptığı yolculukla tanımıştık. Özel yapım el bisikleti ile gerçekleştirdiği bu yolculuğu yeni bir gelecek uğruna bilmediği bir yaşamı seçen göçmenler için yapmıştı ve bu uğurda el bisikleti ile nasıl geçeceğini bilmediği bir yolculuğa çıkmıştı
21 Eylül 1966’da doğan Funda Müjde, Türkiye’den Hollanda’ya göçen işçi bir ailenin kızı. Tiyatro sanatçısı olan Müjde, aynı zamanda radyo programları yapıyor ve Teelgraf’ta yazılarını paylaştığı bir köşeye sahip. Tüm bu işinin arasında bisiklete binmeyi de ihmal etmiyor. Aslında Funda Müjde’nin bisikletle olan macerası babasının Hollanda’ya ilk geldiğinde çocuklarının uyum problemini aşabilmesi için sarf ettiği “Felemenkçeyi bisiklete binmeyi ve yüzmeyi öğreneceksiniz’’ cümlesiyle başlıyor.
Bisiklet ve sporun Hollanda kültürüne ve sosyal hayata adaptasyondaki önemini sorduğumuzda Funda Müjde, “Sporun ve bisikletin Hollanda kültürüne ve sosyal hayata adaptasyondaki önemini ne kadar anlatsam az’’ diyor ve devam ediyor, “Bir çocuğun öz güvenini geliştirmesi bu tür imkânlara da bağlıdır. Çocukken bunu anlamadım. Etrafımdaki her çocuğun yaptığını yapabilmek ve başarmak büyük bir marifet gibi gelmedi. Fakat yıllar ilerledikçe hayata bakış açıma, öz güvenime, dostluklarıma, dünya görüşüme, sağlıklı hırsıma ve partner seçimime kadar etkili oldu. Bu arada böyle bir kazayla tekerlekli sandalyeye mahkum olduktan sonra hayata tekrar aktif dönmemi de sağladı.’’
İstanbul’da geçirdiği trafik kazasıyla yürüme faaliyetini kaybeden Funda Müjde, Türkiye’den Hollanda’ya göçün 50. yılında yeni bir gelecek uğruna bilmediği bir yaşamı seçen göçmenler için bir farkındalık yaratmaya, onlar için bir şeyler yapmaya karar veriyor. Bu doğrultuda göçmen ailelerin izlediği yolu Hollanda-Türkiye rotasında bisikletle geçecek bir turun peşine düşüyor. 88 günde 3 bin 500 km.’yi el-bisikletiyle pedallayan Funda Müjde tura giden yolda hazırlıklarını, ‘’ İlk adım kendi kararlığımdı. Çünkü kararlı olmasaydım beni caydırmaya çalışan ve yardımcı olmak yerine köstek olan çok sevenlerim oldu. İlk zorluğum buydu. Benim yardımsız bisiklete binmem asla mümkün değildi ve halen değil.
Onun için beni bisikletime ‘yerleştirmeden’ tutunuz, antrenman yapana kadar, destekçi insanlara ihtiyacım vardı. Bir duvarı işlercesine, adım adım ilerledim ve her şeyi bir bütün olarak ele aldım. Kurmuş olduğum vakfı canlandırdım, yönetim üyeleri buldum, sponsor aradım, profesyonel antrenör buldum, doktor testlerinden geçtim, antrenman yaptım (haftada 6 gün) ve eşimin benimle gelmesi için aylarca uğraştım.’’ diye anlatıyor.
Katıldığı konusu yürüyüş olan bir programda elle kullanılan ama ayakları da çalıştıran özel yapım bir bisikletle(Berkalbike) tanışarak bu rüyanın peşine düşen Funda Müjde, tur için haftanın 6 günü sıkı bir antrenman programına giriyor. Programı boyunca gösterdiği %17’lik gelişim antrenörlerini şaşırttığı gibi Müjde’nin de fiziksel ve psikolojik limitlerini yeniden keşfetmesine ve kendini daha iyi tanımasına büyük katkı sağlıyor, ‘’ Bu sayede kitabımı ve oyunumu yazabildim, şimdi de turneye çıkıyorum. Enerjim ve öz güvenim zayıf olduğunda o dağları, o antrenmanları yapabildiysem bunu da yapabilirim diyorum kendime. Ne korkular yendim, ne kadar ağlayarak, söverek antrenman yaptım ve sonuçta ne kadar mutlu ve tatmin oldum. Halen zor anlarımda bunun pozitif etkisini görüyorum.’’
Yolculuk sırasında hiç pes etmeyi düşünüp düşünmediğini sorduğumuzda Müjde sorumuza kendinden beklenecek bir cevap veriyor, ‘’ Pes etmeyi düşündüğüm bir an, bir saniye olduysa da, beni tur boyunca karavanla takip eden eşim ve kayın biraderim için istemişimdir. Bir defa onlara ‘siz gidin ben buradan bir bakıcı ve bir şoför bulup devam ederim’ dedim ve onlar şiddetle bunu reddetti. Aslında kendim için asla pes etmeyi ve asla (sağlığım elverdikçe) yarı yoldan geri dönmeyi düşünmedim. Bana güç veren kendi azmimdi. Yolculuk boyunca kadın haklarından, emansipasyondan tutunuz da her şey geçti aklımdan. ‘Keşke gençliğimde bu tür gücü kariyerimde ve ilişkilerimde de daha fazla gösterseydim’ dedim kendime.’’
Son olarak gelecek planları arasında buna benzer bir turun olup olmadığını sorduğumuz Funda Müjde, ‘’ Böyle bir turu tekrarlamak ve uzun bir bisiklet yolculuğuna çıkmak çok isterim. Doğaya sarılmak… Şu anda sergilediğim oyunda Amsterdam-İstanbul’u tamamladım, şimdi de İstanbul-Suriye arası pedal çevirmek istiyorum diye bahsediyorum. Türkiye’yi, Türkçeyi, Türkiye toprağındaki insanları her şeyiyle o kadar seviyorum ki. Ve Hollanda da kök saldık, burayı da çok seviyorum, insanını, dilini, günahı ve sevabıyla. Ben yürekten iki dilli, iki kültürlüyüm diyebilirim. Bu ikisini çocuklarıma da yansıtmaya çalıştım. Hollandalı eşimle, torunumuzla biz mikro çok dilli-kültürlü bir aileyiz…’’
ENES GÜNEL
Ülkemizdeki bir başka el bisiketçisi sporcusu ise Enes Günel. Snowboard kariyerine geçirdiği talihsiz bir kazayla son veren Enes Günel, zoru başarmaktan ise hiç bir zaman geri durmayacaktı. Türkiye Omurilik Felçlileri Derneği ile birlikte başladıkları yeni maceralarında hedefi 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları
Enes Günel 29 yaşında bir el-bisikletçisi. Aynı zamanda eski bir snowboardçu olan ve pek çok extreme spor branşıyla amatör olarak ilgilenen Enes, geçirdiği kaza sonrası spora dönmesinin imkansız olduğunu düşünerek bir süre ara veriyor. Ta ki Türkiye Omurilik Felçlilerinin (TOFD) kendisine ulaşana kadar. TOFD’un desteğiyle geleceğe umutla bakan Enes Günel’e, el-bisikletine başlamasında TOFD’un önemini sorduğumuzda, ‘’ Spora dönmemim imkansız olduğunu düşünüyordum.
TOFD ile tanıştıktan sonra ilk olarak bu karamsarlığım ortadan kalktı. Devamında spora dönmem için maddi manevi destekleriyle yanımda olduklarını görünce kendime uygun bir spor branşı araştırmaya başladım . Hareket kısıtlılığıma uygunluğu, yarış ve rekabet platformunun yüksek olması ve tabii ki bisikletin çok özgür bir spor olması nedenleriyle de el-bisikletini tercih ettim.’’ cevabını veriyor.
Ancak her şey bununla da bitmiyor. İyi bir el-bisikletiyle iyi bir yol el-bisikletinin maliyeti hemen hemen aynı olduğu düşünüldüğünde Enes, el-bisikletinin maliyetini karşılamak için 2015’te TOFD ve Hareket Candır gruplarıyla Antalya maratonuna katılıyor. Maraton sonunda el-bisikletinin maliyetini toplamayı başaran Enes Günal, el-bisikletine alışma sürecini şu cümlelerle açıklıyor, ‘’ 4 yıldır hiçbir şey yapmayan, sadece omuz , biceps ,bilek ve kısıtlı solunum kaslarını kullanan biri olarak hiç kolay olmadı alışmak. Maalesef ülkemizde de kendimden başka el bisikletçisi bulamadım. Bu sebeple uzun süre yabancı paralimpik sporculardan fikir alarak, internetten video izleyerek, forumları karıştırarak kendi kendimi geliştirmeye çalıştım. Aralık ayından beri Kemal Özdemir antrenörlüğümü üslendi. Çok kısa bir sürede performansım oldukça arttı. Kendisine buradan tekrar teşekkür ederim.’’
Yine de Enes’i en çok zorlayan kendi elinde olmayan konular. Bunlardan biri de Türkiye’de paralimpik branşının olmaması. ‘’Geçtiğimiz Rio paralimpik oyunlarda 45’ten fazla ülke yer almış bisiklet branşında. UCI’de ise 53 ülkenin puanı mevcut. Maalesef bizim henüz puanımız da yok, paralimpik oyunlara gitmiş sporcumuz da. Bu tablonun değişeceğinden umutluyum. Para-bisikletin gelişmesi için temeli federasyon atmalı ve başlamak isteyen sporcuların önü açılmalı diye düşünüyorum.’’ Bu konuda federasyon nezdinde atılan olumlu adımların olup olmadığını sorduğumuzda;
‘’ Gönlüm para-bisikletin bisiklet federasyonunun çatısı altında olmasından yana. Çoğu ülkede bu böyle. Kısa bir süre önce bisiklet federasyonu çalıştayına davet edildim ve para-bisikleti anlatmaya çalıştım. Olumlu bir hava gördüm orada. Umarım bu somut adıma dönüşür. Örneğin bugün kendi imkanlarımla bir yarışa katılmak istesem UCI lisansı alamıyorum ve bu sebepten dolayı katılamıyorum.’’ diye yanıtlıyor Enes Günel.
Dünyadaki omurilik felçlilerine dikkat çekmek için 34 ülkede koşulan WingsforLİfe’nin Türkiye ayağı olan Worldrun İzmir maratonunda yer alan Enes’e bu anlamlı organizasyon hakkındaki görüşlerini sorduğumuzda, ‘’WingsforLife koşusunun tüm geliri omurilik felcinin kesin tedavisinin bulunması amacıyla AR-GE çalışmalarına aktarılıyor. Katılan herkes güzel bir amacın parçası olduğunun bilincindeydi. Tüm dünyada aynı anda koşulan ve bitiş çizgisi olmayan bir koşu olduğu için herkeste çok eğleniyor.’’ diyor ve ekliyor, ‘’Bu yıl da İzmir’de yapılacak. Müsait olanlar kaçırmamalı.’’
Engelli sporları deyince akla ilk gelen sporculardan biri olan Alex Zanardi aynı zamanda Enes Günel’in de en büyük motivasyon kaynaklarından. Kendisi gibi el-bisikletçisi olan Zanardi için Enes’in ağzından şu sözler dökülüyor, ‘’ Zanardi benim gözümde yaşayan efsane. F-1 pilotu olarak geçirdiği kaza sonrası iki bacağını kaybediyor. Elle kontrol edilen sistemle motor sporlarına geri dönüyor. Daha sonra el bisikletine başlayıp Londra’da 2, Rio’da da 1 altın madalya kazanıyor. Kendisi ayrıca oturarak kayak yapıyor ve bu adam 50 yaşında. İnanılmaz…’’
Son olarak gelecek hedeflerini sorduğumuz Enes gelecek planlarını şöyle anlatıyor, ‘’ Henüz başlayalı 1 yıl olsa da bisiklet sporunu çok benimsedim. Bu yıl yurtdışında yarışmaya başlamak istiyorum. Bunun için de bu yılın ikinci yarısından itibaren UCI yarışlarına katılmak hedefim. Şu anki bisikletim beni Dünya kupasında yarıştırır, fakat orda benimkinden 5 kg. hafif bisikletler kullanılıyor. Daha önemlisi henüz yarış takvimimi karşılayacak bir sponsorum yok. Uzun vadedeyse çok fazla çalışıp önümüzdeki Tokyo Paralimpik oyunlarına kota almak en büyük hedefim. Bunlar yine sponsorunuz varsa gerçekleştirebileceğiniz hedefler.’’
Bu yazı Şubat 2017’de, Cyclist Türkiye’nin 24. sayısında yayımlanmıştır.