TÜRKİYE’DE BİSİKLET VE SİVİL TOPLUM

TÜRKİYE’DE BİSİKLET VE SİVİL TOPLUM

Yazı TANZER KANTIK

Sivil toplum dediğimizde hepinizin aklına aşağı yukarı bir şeyler geliyordur. En azından dernek ve sendika gibi yapıların sivil toplumu oluşturan yapılar olduğunu biliyorsunuzdur. Peki neden sivil toplum yapılanmalarına ihtiyaç var? Bunun cevabı aslında sivil toplumun tarihsel sürecinde yatmakta ancak biz daha yakın geçmişten başlayarak bunu anlamaya çalışabiliriz. 

Bugünkü manada anladığımız sivil toplum anlayışının ortaya çıkışı aslında Modernizm’e dayanıyor. Çünkü Modernizm bir anlayış olarak aynı zamanda bireyin de ortaya çıktığı dönemdir. Modernizm öncesi birey yok iken ilişkiler ve yapılar kan, akrabalık ve din gibi aidiyetler üzerine bina edilmiş durumdaydı. Bireyin ortaya çıktığı zamanlar aynı zamanda şehirlerin ve şehirli insanın da ortaya çıktığı zamanlara denk geliyor. Böylelikle önceden kurulan ilişki ve dayanışma yapıları artık var olan yeni düzen içinde yeniden kurgulanmak durumda kaldı diyebiliriz. Bu durum, şimdiki sivil toplum alanının çerçevesini kabaca tarif etmemizde bize yardımcı olabilir.

Özetle ifade etmek gerekirse; devlet otoritesi karşısında, siyasal erkinin genelleyici ve tabanın taleplerinden uzak uygulamalarına karşı kitlelerin önce yakın çevrelerinde başlayarak bir araya gelmesi, ardından taleplerini dile getirecek ve haklarını koruyacak yapılar oluşturmasıdır en basit anlatımıyla sivil toplum.

Habermas’a kulak verecek olursak; “Sivil toplum az ya da çok kendiliğinden oluşmuş birlikler, örgütler ve hareketlerden meydana gelir. Bunlar toplumsal sorunların özel yaşam alanlarında doğurduğu yankıyı kaydederek yoğunlaştırır ve yüksek sesle siyasi kamuoyuna aktarırlar. Sivil toplumun çekirdeğini, toplumu ilgilendiren sorunların çözümüne yönelik tartışmaları kamusal alanlar çerçevesinde kurumlaştıracak -devlet ve ekonomi dışı- birlikler, topluluklar ağı oluşturur.” (1992) (1)

Şu aşamada bisikletin sivil toplum ile ilişkisini, az önce dile getirdiğimiz “taleplerin dile getirilmesi ve hakların korunması” çerçevesinde ele alacağımız bir yazının başında olduğumuzu anlamak hiç de zor değil.

Öncelikle yakın zamanlardan itibaren bisiklet ile ilgili alanlarda sivil toplumun işleyişini ele almak gerekiyor. Sanatatak’ta daha önce yayınlanan “Bisiklet Aktivizmi’nin Sosyolojisi ve Kronolojisi” başlıklı yazımda, aktivizmi genel bir anlamda ele almış (aksiyon halinde olmak, yapmak, etmek) ve genel hatları ile bu devinimi üç farklı kategoriye ayırmıştım. Bu kategorilerde, bisikletin spor aracı olarak kullanıldığı alanı, sosyal medya üzerinden organize olan yapıları ve bireysel aktivizmi tanımlamaya, kronolojik olarak yerleştirmeye çalışmıştım. Bu kategorilerde yukarıda bahsettiğimiz sivil toplum yapılarından olan derneklere yer vermemiştim. Çünkü bugüne kadar geldiğimiz noktada bisiklet ile ilgili sivil toplum örgütlerinin metot, davranış ve ilkeler açısında sosyal medya üzerinde organize olan yapılardan pek bir farkının olmamasıydı.

“Bisiklet Yolu İstiyoruz” ve “Yollarda Ölmek İstemiyoruz” gibi sloganların altını, “Neden?” sorusuna doğru cevaplar bularak ilerleyelim  

Bisiklet adına yapılan şeyin (aktivizmin) genelde olabildiğince kalabalık kitleleri bir araya getirip belirli bir rotada tur yapmaya dayalı olduğu bu yöntem yıllarca yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bu yöntemin birçok açıdan bisikletli ulaşım taleplerini dile getirmede ve bisikletin yoldaki hakkını korumada faydası olsa da sürekli aynı formatta tekrarlanıyor olması zaman ilerledikçe etkisini yitirme tehlikesini ortaya çıkarmış oldu. Etkinin yitirilmesi sonrasında elimizde kalan sadece bir araya gelmenin, kalabalık olmanın ve sesini biraz daha yüksek çıkarabiliyor olmanın verdiği hazdan başka bir şey değil. Oysa bu sürüş yönteminin yanında artık başka yolların ve aşamaların da ele alınması zamanı çoktan geldi de geçiyor. “Bisiklet Yolu İstiyoruz” ve “Yollarda Ölmek İstemiyoruz” gibi sloganların altını, “Neden?” sorusuna doğru cevaplar bularak ilerleyelim. 

Yöntem ve hak temelli tutum

Bu noktada bir araya gelip bir noktadan bir noktaya sürmek dışında neler yapılabilir onu birlikte düşünelim. Önce birkaç soru ile başlayalım. Biz bisiklet sürmeyi neden istiyoruz? Bisikleti ne amaçla kullanıyoruz? Bisiklet sürerken karşılaştığımız olumsuzluklar neler? Bu soruların cevabı hepimiz için aşağı yukarı benzer niteliktedir. Ancak cevaplar aynı zamanda ulaşım aracı tercihini, bunun için gerekli altyapı eksikliğini ve bir hakkı işaret ediyor.  

Çağdaş ve ilerici toplumlarda bireyin ulaşım aracı tercihi, toplum içinde bir ayrıcalığa sahip olmasına ya da ayırımcılığa maruz kalmasına neden değildir. Ülkemizde ise yürütülen politikalar sebebi ile ulaşım tercihini motorlu araçtan yana kullananların devlet bütçesinden daha fazla yararlandığını söylemek güç değil. Kentlerin otomobillere göre organize edildiği bir ülkede ulaşım aracı olarak bisikleti tercih edenlerin devletin hizmet götürme önceliğinde hemen birkaç alt kategoriye indiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Oysa anayasal düzende eşitlik ve adalet gereği tüm yurttaşlar, tercihlerine ve devletin bütçesine katkılarına bakılmaksızın devletin hizmetlerden eşit faydalanır. Güncel durumun hiç de öyle olmadığı, bisikletli ulaşım altyapısının motorlu araçlar için oluşturulanın kat kat gerisinde olduğu hepimizin malumudur.

Öte yandan anayasanın 23.maddesinde tanımlanan “Seyahat Özgürlüğü” kavramı bu çerçevede ele alınabilir. Devlet otomobil sahiplerine bir yerden bir yere güven içinde seyahat edebilme ortamını sunarken aynı ortamı bisiklet ile seyahat etmek isteyenler için hazırlamamaktadır. Bu aynı zamanda bir hakkın var olduğunu ancak korunmadığının bir göstergesidir.

Bu noktada “Hak Temelli Yaklaşım” kavramının ne olduğunun da açıklanması gerekiyor. 

“Hak temelli yaklaşım, henüz hak olarak tanımlanmayan bir konunun tanınması için yürütülecek lobi ve savunuculuk çalışmalarından, mevcut tanınan ve yerleşik bir haktan mahrum kalanlara yönelik oluşturulacak ve gerçekleştirilecek acil eylem planlarına kadar, hak alanlarının tüm açılardan geliştirilmesine yönelik bütün tutum ve çalışmaları kapsar.” (2)

Tüm bu anlattıklarım aslında bisikletli ulaşımın bir hak olduğu yönünde ve bunun tanımının bu doğrultuda yapılıp hak temelli savunu noktasına geçebilmemiz için yeterli diye düşünüyorum. Bisikletli ulaşımın hak olduğuna dair hukuki verilerin artık bisikletlilerin söylemi haline gelmesi, bilimsel verilerin de bisikletli ulaşımın bir gerek olduğuna dair temel oluşturması gerekiyor. Konu hukuk ve bilimin alanına girdiğinde ise bu alanda ciddi çalışmalar yapacak olan sivil toplum yapılanmalarının gereği ortaya çıkıyor. Metot olarak sadece sürüşe odaklı olmayan, bisikletli ulaşım altyapısının gereğini hukuki düzlemde de savunacak, bilimsel olarak bisikletin önemini vurgulayacak yapılar artık olmazsa olmazımız. 

Bu oluşumlar aynı zamanda katılımcı, esnek, şeffaf ve kapsayıcı olmak durumunda.Bu yapılar oluşurken aynı zamanda başka görevleri de üstlenmiş olacaktır. Çünkü sivil toplumun ortaya çıkış nedenlerinden birisi de devletin gücünün azalması ve kendisine yüklenen işlevleri yerine getirmesi için gereken kapasitesindeki gerilemedir. Sivil toplum örgütlerinin bu perspektiften bakıldığında bir başka misyonu da kamu denetçiliğidir. Sivil toplum kuruluşları kendi alanlarında yapılan çalışmaların paydaşı olarak devletin ya da kamu kurumlarının (yapılarının verdiği dezavantaj sebebiyle) erişemediği ya da yeterli olamadığı noktalarda denetleyici görevi de üstlenir. 

Sivil toplum örgütleri yapıları gereği devlet kurumlarına kıyasla daha güncel ve daha hızlı hareket edebilen yapılardır. Çünkü bilişim çağının gereği olarak artık bilgiye ulaşma hızı ve kapasitesi açısından bireyler de devlet kadar öne çıkmıştır. Geçmiş dönemde “güç” olarak elde tutulan bilgi artık dolaşıma girmiş ve tam aksine elde tutulabilen, saklanabilen bir değer değil, paylaşıldıkça, açıkça ortaya kondukça kıymetlenen bir olgu haline gelmiştir. Bu açıdan ele alındığında örneğin sivil toplum örgütleri kendi alanlarında hazırlanmakta olan bir kanun tasarısına katkı yaparak kanunun ve kuralların daha çağdaş normlarda oluşmasını sağlayabilirler. Bu anlamda tabanın taleplerinin kanun içerisinde karşılanmasına ön ayak olabilirler. Bu aynı zamanda bir diğer özelliğe de işaret eder. Bu da norm oluşturma özelliğidir. Sivil toplum örgütleri faaliyet gösterdikleri alanlarda normların belirlenmesinde ve bunun katılımcılık ilkesine dayalı olarak geniş bir tabanın normlarına yakın biçimde oluşması için önemli bir görev üstlenir. 

Bisikletli ulaşım taleplerinin hayata geçebilmesi için devlet-sivil toplum faaliyetlerinin dengesinin oluşturulması gereki 

Başka bir örnekle ele almak gerekirse, devletin personel yetersizliği sebebiyle yürütmekte zorlandığı bazı projelerde yer alarak projenin etkisini yerel anlamda artırabilir ve etkinin tabana yayılmasında itici güç olabilirler. Bu açıdan bakıldığında kamu kurumlarının etkisini ve verimliliğini arttıran sivil toplum örgütleri hem bireylerin devlet karşısında hakkını korurken hem de kendi oluşturduğu devlet kaynağının verimsiz kullanımının önüne geçmiş olur. Bisikletli ulaşım taleplerinin hayata daha hızlı bir şekilde geçebilmesi için devlet-sivil toplum faaliyetlerinin dengesinin oluşturulması gerekir. Geleneksel devlet işleyişi olan yukarıdan aşağı işleyiş biçimi, ancak daha önce belirttiğim ilkeler doğrultusunda sivil toplum alanındaki faaliyetlerin arttırılması ile evrilerek aşağıdan yukarı olacak şekilde değiştirilebilir. Böylece tabanın istek ve talepleri iletişimin çağdaş biçimi olan aşağıdan yukarıya yönde giderek hayat bulabilir.

Sivil toplum ve mütekabiliyet

Tüm bu yöntem, tanımlama ve metot önerileri aslında yeni bulunmuş ve üretilmiş şeyler değil. Bu ve benzeri yollardan birçok toplum geçti ve geçiyor. Bisikletli ulaşımın hak olarak tanımlandığı toplumlarda aynı zamanda toplumun bisiklet tercihinin bir de mütekabiliyet durumu var. Yani Türkçe olarak ifade etmek gerekirse; bir olgunun kendisi dışındaki alanlarda oluşan şartlar dolayısı ile lüzumlu ve öne çıkar hale gelmesi durumu. Bu kavram ilk olarak Platon tarafında dile getirilmiştir. 

Bisikletin de bu noktada kendisi dışında oluşan alanlardaki durumlar sebebi ile öne çıkarılması ve çözüm olarak dile getirilmesi gerekiyor. Cyclist Türkiye’de Ağustos ve Eylül sayılarında yer alan yazılarımda yer verdiğim ve benzerleri çokça bulunabilecek rakam ve araştırma verisi, bu gerekliliğin bilimsel temellerini oluşturmamızda bizlerin en büyük yardımcısı olacaktır. Dünyamızın ve insanların fiziki durumu, bu durumdan çıkış yollarının dile getirildiği noktalarda bisikletin de belirleyici unsur olarak ele alınması gerekiyor. Otomobile dayalı planlamaların artık sürdürülemez hal aldığı gerçeği yakın gelecekte herkesin daha çok üzerinde düşüneceği ve alternatif yollara yöneleceği döneme girmemize neden olacak. 

Sivil toplum örgütlerinin aynı zamanda bu mütekabiliyet ilişkisini kurma konusunda daha fazla çaba sarfetmesi gerekiyor. Toplumun yapısını, sosyolojisini ve psikolojisini göz ardı etmeden, ithal çözümleri topluma dayatmadan ilerlemek bu anlamda çok önemli.   

1977 doğumlu Tanzer Kanık, endüstriyel tasarımcı, bisiklet aktivisti ve sivil toplum gönüllüsü. Bisikletvs.com adındaki bloğun kurucusu. İzGazete’de düzenli köşe yazarı ve aynı zamanda BirGün, Sanatatak, CityFixTurkey.com ve Evrimagaci.org ‘da çeşitli zamanlarda yazıları yayınlanmaktadır. Sivil toplum alanında Bisikletli Ulaşım Derneği’nde (BİSUDER) Yönetim Kurulu başkanlığı, Yaya Derneği’nde de Yönetim Kurulu Başkan yardımcılığı görevlerini sürdürmektedir

Benzer Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir