Hazırlayan MERVE DAMCI
ESRA KAPUCUOĞLU / ÖĞRENCİ
Türkiye’yi ilk kez 2020 yılında Tokyo’da düzenlenecek Paralimpik Oyunları’nda temsil edilecek. Engelsiz Pedal Gençlik ve Spor Kulübü, 20 paralimpik bisikletçiyle yarışacak. Paralimpik bisikletçiler olimpiyatlara ise “Yogisiklet” ile hazırlanıyor. Olimpiyatlara hazırlanan görme engelli Esra Kapucuoğlu, bisikletin hayatına girişini, olimpiyatlara nasıl hazırlandıklarını ve “yogisiklet” pratiğini anlattı
Engelsiz Pedal ile nasıl tanıştınız?
İnternet aracılığıyla tanıştım. Oraya başlayınca bisikletin özgürleştirici yanını keşfettim. Çok keyifliydi. Daha sonra bisikletli aktivitelerde bulunmaya başladım. Engelli arkadaşlarla katıldığımız antrenman programı haftada en az 1. Ön pedalda pedal arkadaşlarımız var. Onlarla uyum yakalandığında pedal arkadaşlığı sağlanıyor. Ortak bir gün belirleyip o günü aksatmayacak şekilde antrenman yapıyoruz. Antrenmanlarımızı İstanbul’un Maltepe semtindeki Veledrom’da gerçekleştiriyoruz.
Toplamda 20 kişi 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları’na hazırlanıyoruz. Tandem bizim için bir araç. Ekibimizde kadın ve erkek eşitliğine önem veriyoruz. Bizim için asıl önemli olan bisikletin yanında nefes eğitimi, rahatlama ve sosyalleşmeyle beraber ön ve arka seleyi paylaşan kişilerin pedal arkadaşlığı başlatması ve bunu sürdürmesi. Bu yüzden bisiklet ile yogayı birleştirmeye karar verdik.
Antrenmanlarınızın tamamlayıcısı “Yogisiklet” pratiğini nasıl yapıyorsunuz?
Yoga anda kalmak demek. Çoğalmayı, artmayı, paylaşmayı destekliyor. Yoganın bu etkisini pedal arkadaşlarının daha uyumlu bir ritim sağlaması için bisiklete taşımak istedik. Yogada görme engellilerinin asanaları yaptıkları yarış ya da antrenmanlarda olası bir kaza anında daha az hasar alması hedefleniyor. Yogisiklet, engelli ve engelli olmayan herkese açık bir etkinlik.
Bu buluşmalara katılmak isteyenler ders saatinden yarım saat kadar önce Haliç metro durağı önünde bir araya geliyor. Engelsiz Pedal’ın 2 tandemi ile Hara Yoga’ya tandem shuttle yapılıyor. Tandemlerin yetişemediği noktalarda da ihtiyaç sahipleri için metro istasyonundan araçla yoga merkezine ulaşım desteği sağlanıyor.
FUNDA MÜJDE / OYUNCU-YAZAR
Funda Müjde geçirdiği trafik kazası sonrasında yakalandığı omurilik felcine rağmen hayallerinden birini daha gerçekleştirenlerden. Türkiye’den Hollanda’ya işçi göçünün 50’nci yılında, Amsterdam’dan İstanbul’a 89 günde 3 bin 800 kilometre pedallayarak en büyük engelin fiziksel değil, insanın zihninde yarattıkları olduğunu hatırlattı
Bisikletle tanışma hikâyenizi merak ediyorum.
Adana doğumluyum. 7 yaşında Hollanda’ya geldik. Yaz tatillerinde bizim akrabalar Mersin yolundaki Karataş sahilinde çadır kurarlardı. Küçüklüğümde oralarda zengin erkek ve kız çocuklarının bisiklet kullandığını görmüştüm. O zamanlar kullanacağım diye aklımın ucundan geçmezdi. Hollanda’ya gelince babam sağ olsun kız/erkek ayrımı yapmadan bisiklete binmeyi öğretti, sonra hayatımız boyunca
hep bisiklet kullandık.
Geçirdiğiniz trafik kazasından sonra bisiklet hayatınızda nasıl bir değişim yarattı?
2013’te kazayı geçireli 6 yıl olmuştu. Kazadan sonra giden için değil, varolanlar için şükretmeye çalıştım. Panikledim, depresyona girdim. Çok acı çektim. Ağladım. Panik ataklarım oldu. Hiçbir zaman hayatınızda yürüyemeyeceğinizi duymak, bir yandan kabullenmek, inanamak, bunun kapsamını anlamak bambaşka bir şey. Öyle yaratılmışız ki insanoğlu kabul edebileceği kadar şoku hazmediyormuş ve kabulleniyormuş. Bisiklete kendim binemez oldum. Eşim evdeyse o destek oluyor. İsyan etmemeye, üzülmemeye çalışıyorum. Eşime kızmışsam, çocuklar beni üzmüşse bisiklete binerek onu üzerimden atıyorum. Deşarj oluyorum. Bisikletin en güzel yanı bu.
Hollanda’dan Türkiye’ye bisikletle seyahat etme fikri nasıl doğdu, unutamadığınız bir yolculuk anınız var mı?
Hollanda kanalında “Yürüyüş” adlı bir programdan teklif geldi. Programın sunucusu hayatlarında trajik şeyler yaşayan ünlü/ünsüz insanlarla yürüyüşe çıkıyordu. Sevdiği yer ve mekanlarda oturup, kahve içiyorlardı. 40-50 dakika uzunluğundaydı. “Biz sizi bir yıldır programımıza almak istiyorduk” dediler. Sunucumuz da bisikletle programa katılmamı kabul etti. Bir bisiklet firmasına gidip verecekleri bisiklet karşılığında televizyonda reklamınız olacak dedim. Bisiklete alışabilmem için önceden almamı kabul ettiler.
Bu bisikletle tura çıktığımda, 2013 yazında karnıma, kalbime bir sevinç geldi. Kazadan sonra oyuncu olarak işim çok azalmıştı. Kimse tekerlekli bir aktrisi istemiyordu. O da acımanın bir yanıydı. 2014’te babamın ve tüm Türkiye’den gelen işçi babalarımızı, annelerimizin Avrupa’ya çıktıkları yolun 50’nci yıl dönümünde ne kadar güzel bir şey olur, Hollanda’dan Türkiye’ye bisikletle gitmiş olsam hem babamı onurlandırmış olurum, hem de bizim istikbalimiz için babam gibi Avrupa’ya gelen milyonlarca kişinin ve engellilerin dikkatini çekerim diye düşündüm.
Seyahatte size kim eşlik etti?
Eşim karavanla eşlik etti. Eşimin erkek kardeşi de iş yerinden izin alıp beni motosikletiyle takip etti. Eşim ilk 2 hafta korkudan kilo verdi, “bu kız nerede” diye? Kabuslar görüyordu. Kendisine kalsa böyle bir yolculuğu gerçekleştirmemi istemiyordu. Daha sonra bu duruma alıştılar. Hayatımın en büyük projelerinden biri oldu. 89 gün sürdü. Amsterdam Olimpiyat Stadyumu’ndan başladım. Amsterdam Belediyesi de destek oldu. İstiklal Caddesi’ndeki Hollanda Konsolosluğu’nda bitirdim. 9 günde 3 bin 800 kilometre yaptım. Antrenman yaparken ortalama 2 bin 500km pedal çevirdim.
Hem göçmenlik hem kaza hem rehabilitasyon hem de bisiklet yolculuğuyla ilgili de kitap yazdım. Kitabın ismi “Tekerlekli sandalyeye mahkum olduktan sonra kimse benim nereden geldiğimi sormuyor”. Şunu fark ettim, hastalık ya da buna benzer bir kaza başımıza gelince İngiliz, Hollandalı, Amerikalı, Türk, Kürt, sağcı, solcu olun etnik ayrımcılık, kimin nereden geldiği, hangi dine mensup olduğu tamamen ortadan kalkıyor. Birdenbire birbirimizi insan olarak görüyoruz.
8 Mart sizin için ne ifade ediyor?
20 yaşından beri 8 Mart’ı bilen ve kutlayan birisiyim. Bugünü Hollanda’da yaşayan Türkiyeli kadınlar sayesinde öğrendim. Hollanda’da, Batı Avrupa’da bireyselcilik daha öne çıktı. Onunla beraber gelen bir egoizm doğdu. Onun acılarını çekiyoruz. Türkiye de şu anda çok büyük bir değişim içinde ama hala topluluk kültürü Avrupa’dan daha fazla. 2019’da Türkiye’de kadınlarımızı daha sağlıklı bir egoizme, sağlıklı bir bireyselciliğe davet ediyorum. Biraz da kendinizi dinleyin. Ben ne istiyorum? Hayattan ne bekliyorum? Ben neyle mutlu oluyorum?
PINAR PİNZUTİ / BİSİKLETİZM KURUCUSU
İzmir, Ankara ve Almanya’daki eğitimlerini tamamladıktan sonra Milano’ya yerleşen Pınar Pinzuti bisiklete dair haberleri ve kişisel deneyimlerini bisikletizm.com adlı web sitesinde paylaşıyor. Bisikletiyle şimdiye kadar 25 ülkeyi gezen ve cebinde birçok hikâye biriktiren bisiklet aktivisti Pinzuti bisikletin hayatında yarattığı değişimi ve kendisine kattıklarını anlattı
Hangi alanda eğitim almıştınız?
Ben eğitimimi filoloji ve pedagoji üzerine tamamladım ancak kariyerimi pazarlama ve iletişim üzerine yaptım. Milano merkezli Bikenomist firmasında bisiklet turizmi projeleri sorumlusuyum. Yıl boyunca farklı turizm tanıtım ofisleri ile bisiklet turizmi projeleri yönetiyor, seyahat ediyor, bisiklete biniyor ve deneyimlerimi fotoğraf ve içeriklerle aktarıyorum.
Bisiklete dair ilk anınızı anımsıyor musunuz?
Çocukluğumla ilgili hatırladığım en net hatıralardan birisi babamın bana Pinokyo bisiklet hediye ettiği andır. Okuldan sonra mahallede arkadaşlarımla sokak aralarında yaptığımız gezilerden aldığım cesaretle lise yıllarında okula bisikletle gitme teşebbüsünde bulunmuş ve ilk denediğim gün bir kamyonun altında kalma tehlikesi yaşayınca bisikleti depoya kaldırmıştım. Üniversite eğitimi için Almanya’ya gittiğimde hemen bir bisiklet edindim ve günlük hayatta ulaşım için bir şehir bisikleti kullanmaya başladım.
Bisiklet kullanmaya başladıktan sonra fiziksel ve ruhsal olarak kendinizde nasıl bir değişim gözlemlediniz?
Bisiklet hayatımda her yönden değişim yarattı. Bedenime daha iyi bakmaya başladım ve sağlığımı korumak için yiyip içtiklerime özen gösteriyorum. Bisiklet üzerinde geçirdiğim saatlerde kendimle başbaşa olmak bana çok iyi geliyor, düşünmeye ve hayal kurmaya zamanım oluyor. Bisikletin sadece bana değil, onu kullanan herkese ve topluma iyi geldiğini bildiğim için bu konuda yazılar yazmaya başladım. Bu blog bir gün bir platforma, ben bir bisiklet aktivistine dönüştüm. Bisiklet hızında hareket etmek, benim etrafımdaki detayları görmemi sağladı. İnanmadığım hiçbir şeyin içinde olmamaya başladım ve artık sadece gerçekten yapmak istediğim şeyleri yapıyorum. Bisiklete inanıyorum ve bisiklet odaklı proje yapan bir şirkette bisiklet konusunda çalışıyorum.
Eşiniz Paolo da size benziyor galiba?
Eşim Paolo ile ortak hobilerimiz “fotoğraf, seyahat ve doğa”yı en güzel şekilde yaşamamızı sağlayan, kimseye ve hiçbir şeye bağımlı olmadan hareket imkanı sunan bisikleti keşfettik. İkimiz de şehir içinde ulaşım amaçlı olarak işe ve okula gitmek için bisiklet kullanıyorduk ancak ilk uzun bisikletli seyahatimizi balayımızda yaptık. Çok kötü bir ekipmanla, çok zor hava şartlarında tur yapmış olmamıza rağmen, bisiklet üzerinden dünyaya bakmayı öyle çok sevdik ki 2007’den beri tüm tatillerimizi bisikletle tur yaparak geçiriyoruz.
İtalya’nın en çok okunan bisiklet dergisi bikeitalia.it yazarlarındansınız. Sizden başka yazan kadınlar da var mı? Avrupa nezninde spor yazılarında kadınlar ne kadar etkin?
Bu soruyu sormanıza ve bu konuya değinmenize çok sevindim. Avrupa’daki spor yazarlarının %90’ı erkek ve yazarların makalelerinin %85’i erkek sporcular üzerine. Eylül ayında bikeitalia.it’de yayınlanan ve yankı uyandıran “Bisikletin Daha Çok Kadına İhtiyacı Var” başlıklı makalemde okuyucuları dergiye yazı göndermeye davet etmiştim. Kadınların bisiklet deneyimi ve erkeklerin bisiklet deneyimi arasında oldukça fark var.
Kadınların bisiklete bakış açısının hikayelerle anlatılmasının bisiklet kullanıcısı kadın sayısını arttıracağına inanıyorum. 2007 yılından beri bisikletizm.com için yazmak dışında Birgün gazetesi, EkoIQ gibi yayınlarda makalelerim yayınlanıyor. Ayrıca İngilizce ve Almanca yazılarımı yayınlayan dergi ve gazeteler var.
PINAR ARPINAR AVŞAR / AKADEMİSYEN
Uluslararası Bisiklet Birliği (UCI) Profesyonel Erkek Takımı ve Türkiye’nin ilk kıta takımlarından Manisaspor’un menajeriliğini üstlendi. UCI’da Uluslararası Bisiklet Antrenör Belgesi’ni ilk kez almaya hak kazandı. TRT’de 64 bölüm yayınlanan “Bisiklet Dünyası” adlı Türkiye’nin ilk bisiklet programının metin yazarlığını yaptı. 8 yıl boyunca T.C. Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu’nun proje asistanlığını yürüten Pınar Arpınar Avşar, bisiklet sporuna dair edindiği tecrübelerini ve hayata geçen projelerini anlattı
Bisiklet hayatınıza ne zaman, nasıl girdi? Mesleki olarak sizi nerelere taşıdı?
İzmirliyim, 2013’te beri Ankara’da yaşıyorum. Mahallede erkek çetesinin tek kız üyesi olarak bisiklete biniyordum. Üniversitede yüzüyordum. 14 sene yüzdükten sonra triatlona başladım. Triatlonda 5 yıl yarıştığım için bisikletle tanışmış oldum. O dönem Bisan, Bianchi sponsor oldu. Ben o zamanlar Türkiye şampiyonuydum. 2013’te triatlonda yarıştım. Önce Ege Üniversitesi, sonra ODTÜ şimdi de Hacettepe Üniversitesi’nde bisiklet topluluklarının akademik danışmanıyım. Yüksek lisans ve doktora tezim de bisiklet üzerineydi. 2000 yılında bir organizasyon yapılacak haberi geldi. Ayhan Şahenk Kapadokya’da bir yarış düzenleyecekti.
O zaman ben de triatlonda kürsüde yer aldığım için organizatörlerle tanışmıştım. Orada ilk kez organizasyonda görev aldım. Sonra aynı ekip 2007 yılında Avrupa Dağ Bisikleti Şampiyonası’nı ilk kez Türkiye’de düzenlendi. Orada yine çalışır mıyız dediler. Orası organizasyondaki görevlerimizin başlangıcı oldu. 2008’de Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu serüveni başladı. 2008’den 2015 yılına kadar 8 sene burada proje asistanı oldum.
Bu arada federasyondaki ilk görevim Eğitim Komisyonu’nda Milli Takım Performans Testleri ve Sporcu Gelişim Programları Sorumlusu olarak başladı. Sporcu gelişim programlarında sporcularla İsviçre’ye gitmeye başladım. Onları takip ediyordum. Aynı zamanda fizyoloji bilgim de var. Akademik ünvanım olduğu için Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin programı kapsamındaki antrenörlük kursuna katıldım. UCI’da Uluslararası Bisiklet Antrenör Belgesi’ne sahip ilk kişi oldum.
Birçok ilke imza atmışsınız…
Türkiye’de ilk defa UCI’a kayıtlı kıta takımı kurulsun diye bir proje başladı. Federasyon için sürekli proje dosyası hazırlama misyonum vardı. Genel müdürlere gidiyorduk. Yazar çizer bir yönüm de vardı. Proje dosyasını tüm Gençlik ve Spor Bakanlarına sunduk. O zaman ki hedefim bisiklet özelinde sporcu gelişim merkeziydi. O dönem bunun yakınına ulaşamadım. Şimdi bir laboratuvar kurabildim. Kıta takımları kurulması gündeme gelince onun dokümentasyon işlerinde görev aldım. Takımın lojistiği, planlama yapılması gibi arka plandaki işleri yürüttüm. Takım menajeri oldum. O zaman dünyada hiç takım menajeri yoktu. Böylece Türkiye’den çıkmış oldu. O dönem ilk bisiklet programı projesi geldi. TRT’de “Bisiklet Dünyası” adlı program gerçekleşti.
Programın logosunu ben çizdim, 64 bölüm boyunca metin yazarlığını yaptım. Aynı zamanda Manisaspor Bisiklet Takımı menajeriydim. Aktif Yaşam Derneği ile paylaştığım bir projem vardı. O dönem ABD’ye gitmiştim. Dönüşte çocuklara okullarda bisiklet eğitimi verelim dedim, ondan sonra bunu daha da genişleterek ETİ’ye sundular. Kabul edildi. İlk 2 yıl sarı bisiklet projesinin danışmanlığını ben yürüttüm. Şu an organizasyonlardaki görevim devam ediyor. Gran Fondo yarışlarına devam ediyorum. Argeus’un tüm yarışlarına gidiyorum. Onun dışında bir laboratuvar kurduk. TÜBİTAK’tan bir tekno girişim projesi teklifi aldım. Kadın Girişimcilik gibi düşünebilirsiniz.
Bisiklet hayatınızda nasıl bir değişim yarattı?
Eşimle ODTÜ’de ilk bisiklet antenmanında tanışmıştım. Bisiklet hiç çıkmadı hayatımdan. Kötü adam da oldu, bıçkın delikanlı da. Hayatıma çok farklı rollerde girdi. Bir aktörü seversiniz ve her rolünü beğenirsiniz ya, biraz öyle bir şey.
Spor kurumlarında karar alma süreçlerinde kadın erkek fırsat eşitliğinden bahsedebiliyor muyuz?
Ben UCI’da yönetim kuruluna gidiyorken orada başkanla birlikle gözlemci olarak bulunuyordum. Diğer ülkelerin başkanlarıyla da bir arada bulundum. Bunu dile getirdim. Bu çok konuşulan bir konuydu. Çünkü onlar sadece sayıyı eşitlemeye çalışıyorlar. UCI’dan bir baskı oluyordu. Olimpiyat Komitesi erkek ve kadın yarışçı sayısı aynı olacak diyordu. UCI bunu eşitlemeye çalışıyordu ama içlerinden gelerek yaptıkları bir şey değil. Sadece yukarıdan diretildiği için böyle bir şey yapıyorlar. Ya da Olimpiyat Komitesi Başkanı yönetim kurullarında kadın görelim diyordu.
Benim katıldığım yıl UCI’da Yeni Zelanda’dan Tracy diye bir üye hem başkan yardımcısı oldu hem de yönetime girdi. Yarışların saatleri belirlenirken çok izlenen saate her zaman erkek yarışı konuluyor. O hiç pazarlık konusu bile değil. Orada bu konunun çok kemikleşmiş olduğunu gördüm. Dolayısıyla sadece bize özgü değil. Kadınların temsili dünyada çok küçük. Onu kırmaları da çok zor.
Bu yazı daha önce Cyclist Türkiye Mart 2019 sayısında yayınlanmıştır.
E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!