Hazırlayan BERK MERCANCI
Binlerce yıldır çeşitli medeniyetlerin kuruluşuna ve yıkılışına tanıklık etmiş Mezopotamya Bölgesi içinde yer alan Mardin, Şanlıurfa ve Gaziantep, geçtiğimiz yıl üçüncüsü düzenlenen Mezopotamya Bisiklet Turu’na ev sahipliği yapmıştı.
Tarihi dokusu, kültürel zenginlikleri ve oldukça geniş bir yelpazeye sahip mutfağı ile birlikte Güneydoğu, yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı haline gelmeye başladı. Sosyal medya ve basında karşılaştığım bu yoğun ilgiden kaynaklı, bölge beni de meraklandırmaya başlamıştı.
Bugüne kadar gerek bisiklet sürerek, gerekse yarışlardaki fotoğrafçılık tecrübelerim sayesinde Türkiye’de görmek istediğim birçok bölgeye gitme şansı buldum. Fakat görmek istediğim yerler listesinde Güneydoğu’nun üzerini henüz çizememiştim. Mezopotamya Turu ile birlikte Güneydoğu’nun yanına da kocaman bir tik işareti atma fırsatı buldum.
İnsanların Mardin’e olan ilgisini henüz daha uçakta fark etmiştim. Uçağın neredeyse yarısı yabancı turistlerden oluşuyordu. Açık konuşmak gerekirse bu kadarını beklemiyordum. İstanbul aktarmalı İzmir-Mardin uçuşunun ardından nihayet Mardin’e indik. Havalimanında karşılaştığım manzara tur boyuncu bizi nasıl bir coğrafyanın beklediğinin gözler önüne serer nitelikteydi.
Birbiri ardında sıralanmış tarlalar, ufukla birleşene kadar uzuyordu. Güneydoğu sürprizlerle dolu bir bölge. Nitekim, ertesi günkü Mardin’den başlayıp, sırasıyla Midyat, Beyazsu, Nusaybin ve Dara’ya uğradıktan sonra tekrar Mardin’de biten 178km’lik etap coğrafya hakkındaki düşüncelerimi deyim yerindeyse ters köşeye yatırmıştı. Yarışın henüz daha 10’uncu kilometresine gelmeden eğim artmaya başladı.
14’üncü kilometredeki Hop Geçidi’nin zirvesinde bulunan yokuş primini ardımızda bıraktıktan sonra Nusaybin’e kadar çift yönlü, bol iniş ve çıkışların olduğu, virajlı güzel bir güzergah bizlere bitiş noktasına kadar eşlik etti. Ayrıca 1’inci etabın sonu yokuşla bitiyordu. Bu da demek oluyordu ki, ilk gün liderlik mayosunu sırtına geçiren bisikletçi, geriye kalan üç düz etapta mayosunu koruyarak turun galibi olabilirdi. Nitekim, ilk gün sonunda, eski Mardin evleri arasındaki tırmanış finişini kazanan Branislau Samoilau, liderliğini tur sonuna kadar korumayı bildi.
Hop Geçidi’nde iki ana gruba bölünen peloton, finişe de bu şekilde girdi. Ben de ileriki kilometrelerde başımıza geleceklerden habersiz yola koyulmuştum. Pelotondan yaklaşık 10 dakika önde, fotoğraf için uygun bir yer bulmak için Dara Köyü’ne ulaştım. Dara Köyü tarihi dokusunu kaybetmemiş evleriyle şirin bir köydü. Evlerin arasındaki inişli çıkışlı daracık sokaklardan geçerken, bir yandan da kendime fotoğraf için en uygun pozisyonu arıyordum.
Bu sırada köy biraz tenhaydı. İleride ise köy ilkokulunun tüm öğrenci ve öğretmenleri yol kenarında pelotonun geçişini bekliyordu. Tekrar anayola çıktığımızda artık köy gerimizde kalmıştı. Bu sebeple fotoğraf çekmek için kendime belirlediğim noktaya geri dönmeliydim. Geri döndüğümüzde az önce yol kenarında pelotonu selamlamak için bekleyen öğrencilerin, öğretmenleri tarafından okul binasına geri götürüldüğünü fark ettim.
İlk başta bu olaya anlam veremesem de tekrar köye girdiğimizde gerçeği anladım. Muhtarlık seçimleri nedeniyle iki aile arasında baş gösteren husumet, tam da pelotonun köyden geçeceği sıralarda yeniden alevlenmişti. Silah sesleri gökyüzünde yankılanırken, hem ben fotoğraf çekeceğim noktaya gidemiyordum hem de peloton büyük bir tehlikeyle karşı karşıya geliyordu.
Hop Geçidi’nde ikiye bölünen pelotonun ön grubu köyden geçtikten hemen sonra olaylar iyice kızışmıştı. Köye giren iki araçtan inen yaklaşık 20 kişilik grubun ellerinde silahlarla bulunduğumuz yöne doğru koşmaya başlamasıyla, vakit kaybetmeden motora atlayıp köyü terk etmek zorunda kaldık. Sonradan duyduğumuza göre, bölgedeki güvenlik güçleri derhal olaya müdahele edip, bisikletçilerin güvenle yarışa devam etmelerini sağlamış. Bu noktada tur boyunca bizlere eşlik eden güvenlik güçlerinden söz etmemek olmaz.
Kimi zaman Jandarma Özel Harekat kimi zaman Polis Özel Harekat, dört gün boyunca, yolun en ıssız yerinde bile konumlanarak pelotonun güvenle ilerlemesini sağladılar. Bu durum yabancı uyruklu bisikletçilere ilginç gelmiş olmalı ki, içlerinden birkaç tanesi sosyal medya hesapları üzerinden, “Askerlerle çektiğin bir fotoğrafım var mı?” diye sorarak, benimle iletişime geçtiler.
Etapların büyük bir bölümü şehirlerarası yollarda geçtiğinden, buralarda yerel halkın yarışa ilgisini ölçmek güçtü; fakat yol üzerinde uğradığımız büyük, küçük birçok yerleşim yeri oldukça heyecan vericiydi. İtiraf etmeliyim ki, yerel halkın yarışa ilgisi beklentilerimin çok üzerindeydi. Fotoğraf çekmek için durduğum her yerde insanlar, ellerinde telefon kameraları hazır şekilde, “Ne zaman geliyorlar, yaklaştılar mı?” diye bana soruyorlardı.
Medyada canlı anlatımı bulunmayan yarışın takibini, yerel halk yerinden izleyerek tecrübe ediyordu. Rumkale’den başlayan 4’üncü etabın ilk kilometrelerindeki bir köyde, genelde her yerleşim yerinde olduğu gibi yetişkin çocuk herkes yol kenarlarında büyük bir heyecanla yarışı takip ediyordu. Karbon jantlardan gelen ses özellikle çocukların büyük ilgisini çekmişti. Fakat köy girişinde beş tane küçük kız çocuğu vardı ki, bisikletin ne denli sihirli bir şey olduğunu bana tekrar hatırlattılar.
Fransa Turu’nda muhakkak denk gelmişsinizdir, bisikletçiler geçerken yarışı takip eden bisikletseverler bisikletçilere “Haydi” anlamına gelen Fransızca, “Allez! Allez!”diye destek verirler.
Gülpınar Köyü’ndeki çocuklar, belki de hayatlarında hiç bisiklet yarışı izlememiş olmalarına rağmen, iç güdüsel olarak kendi ana dillerinde “Maşallah! Maşallah” diye bağırarak, önlerinden süzülüp giden bisikletçilere destek oldular. Sporun evrensel gücünün; dil, din, ırk ayrımı olmaksızın ne kadar birleştirici olduğunun belki de güzel bir örneğiydi bu.
Mezopotamya Turu, tüm hafta boyunca kafamda çeşitli düşünceler oluşmasına sebep oldu. Yıllardır bu bölgenin terör olaylarıyla anılıyor olması sebebiyle, bölgede bir bisiklet yarışının, üstelik üçüncü kez düzenleniyor olması, garip bir düşünce ve aslında birçok zıtlığı beraberinde getiriyor.
Düşünün, bir yanda medeni olarak tanımladığımız ülkelerin çok değer verdiği ve gündelik hayata entegre etmek için yoğun çaba harcadığı bisiklet, diğer yanda uzun yıllardır savaşlardan kurtulamamış medeniyetin beşiği Mezopotamya…