Bizimle iletişime geçin

Editoryal

CUMHURİYET’İN KALBİ ANKARA

Cyclist Türkiye Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da!

Yazı AYDAN ÇELİK  Fotoğraf  SAMED KUNAÇ

Yol arkadaşımız Yusuf Akkuş’u bisiklet dünyasını yakından izleyenler İki Teker Bir Adam olarak biliyor. O aynı zamanda bir Ankaralı. Başlangıç noktası olarak Sıhhiye Meydanı’ndaki Hitit Anıtı’nı seçiyoruz. Hem coğrafi hem de tarihi bir kerteriz bizim için. Buradan, Eski Ankara’yla Cumhuriyet Ankara’sının harmanlandığı ilk yere, Ulus’a gideceğiz.

Kılavuzlarımızdan biri şehirci Akın Atauz’un Ankara notları, diğeri lavarla.com’un hazırladığı Ankara Keşif Haritası. Öykü Terzioğlu Özer çizmiş. Minyatür tam yerini bulmuş…

Yolumuzun başındaki Sağlık Bakanlığı binası, Cumhuriyet’in ilk büyük ölçekli yapısı imiş (1928) Akın Atauz burası için “Yenişehir’in Amiral Gemisi” benzetmesini yapıyor.

DTCF, Olgunlaşma Enstitüsü, Radyo Evi, THK

Abdi İpekçi Parkı’nın içinden Atatürk Bulvarı boyunca devam ediyoruz. Genç Cumhuriyet’in önemli eğitim kurumlarından biri olan Dil ve Tarih, Coğrafya Fakültesi’ne geliyoruz. Bu görkemli bina, bozkırda bir başkent yaratmanın en önemli adımlarından biri kabul ediliyor. 

DTCF’nin yanındaki Zübeyde Hanım Lisesi ve Olgunlaşma Enstitüsü’nün güzel pembesi aklımıza Giro d’Italia’nın Maglia Rosa’nı getiriyor. (Mesleki deformasyon dedikleri bu galiba.)

TRT Ankara Radyosu’nu geçiyor, Türk Hava Kurumu’na geliyoruz. “İstikbal Göklerdedir” yazan Atatürk mozaiğini fotoğraflıyor, sağa dönüyor, ufak ufak tırmanmaya başlıyoruz. 

Türk Hava Kurumu

Etnografya ve Resim Heykel Müzesi’nden Hamamönü’ne 

Biraz sonra Resim Heykel ve Etnografya müzelerinin avlusundayız. Her iki binanın mimarı da Arif Hikmet Koyunoğlu. 

Resim Heykel Müzesi ilk olarak 1927’de Türk Ocağı Binası olarak inşa edilmiş. Ardından Halkevleri’ne dönüştürülmüş, onun ardından başka amaçlar için kullanılmış. 1980’den beri resim ve heykel sanatının seçkin eserleri sergileniyor.

Etnografya Müzesi’nin önemi sadece içerdiği etnografik eserlerden ileri gelmiyor. Atatürk’ün naaşı vefatından sonraki 15 yıl boyunca burada tutuluyor. Ebedi istirahatgâhı Anıtkabir’e 1953’te defnediliyor. 

Etnografya Müzesi

(Küçük bir not: Atatürk’ün naaşı İstanbul’dan Ankara’ya 21 Kasım’da getiriliyor. Rekor sürede hazırlanan katafalka konuluyor. Katafalkı az önce yanından geçtiğimiz DTCF’nin de mimarı olan Bruno Taut inşa ediyor. Alman mimar, Kasım soğuğunda zatürreye yakalanıyor ve 24 Kasım’da hayatını kaybediyor. Türkiye’yi çok seven Taut İstanbul’da Edirnekapı Mezarlığı’na defnediliyor. Buraya defnedilen ilk gayrimüslim olarak tarihe geçiyor.)

Müzelerden ayrılıyor, Talat Paşa Bulvarı’ndan Hamamönü’ne geliyoruz. Altındağ Belediyesi tarafından restore edilen çok sayıda tarihi ev, bugün sanat merkezi, dükkân ve yeme içme mekânı olarak hizmet veriyor. 

Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nı yazdığı müze ev

Mahalledeki Tacettin Camii’nin yanıbaşında Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşı’nı yazdığı müze ev bulunuyor. 

Hamamönü’nün sokaklarında turladıktan sonra Talatpaşa Bulvarı’ndan karşıya geçiyoruz. Somut Olmayan Kültür Mirası müzesine selam verip, Akın Gökyay Satranç Müzesi’ne devam ediyoruz. 109 ülkeden toplanan 617 satranç takımıyla, Guinness’e girmiş bir müze burası. Troya atı ile satrancın atını tanıştırıyoruz.

Buradan kuzeye devam edersek Ankara Kalesi’ne ulaşabiliriz. Ama Atatürk Bulvarı üstünde göreceğimiz başka yerler olduğu için tekrar Talatpaşa Bulvarı’na iniyoruz. Kaleye başka bir yoldan çıkacağız. 

Modern mimarlık laboratuarı

İki tekerlerimizi çıktığımız yokuştan aşağıya salıyor, Atatürk Bulvarı ile buluşuyoruz. Yolun karşısındaki Opera binası için Cemal Süreya: “İçine dikiş gereçleri doldurulmuş ağırlıksız bir keman kutusu” benzetmesi yapmış. Ankara Operası aynı zamanda yüzyılın tenorü kabul edilen Pavarotti’nin kariyerine başladığı yer.

Karşısındaki Melike Hatun (diğer adıyla Opera) Camii, şehrin en yeni camisi. 2017 Ekim’inde ibadete açıldı.

Devam ediyoruz. Yolun her iki tarafı modern bir mimarlık laboratuarı gibi. Yakın bir gelecekte bu binaların hepsi 100 yaşına basacak.

Bizim devam ettiğimiz taraf PTT Pul Müzesi ile başlıyor. (Bisiklet ve posta ilişkisi öteden beri kuvvetli bir ilişkidir. Hatırlayacaksınız, Cyclist’in eski sayılarında bisiklet temalı posta pulları ve bisikletli posta memurlarını anlatmıştık)

Müzenin hemen yanındaki eski Tekel binası bir süredir Yunus Emre Enstitüsü’ne ev sahipliği yapıyor.

Yolun karşısı ise deyim yerindeyse bir finans cephesinden oluşuyor. Tarihi Osmanlı Bankası, Etibank, Ziraat Bankası, Merkez Bankası binaları yanyana sıralanmışlar.

Yol boyunca kâh durarak kâh çevirerek devam ediyor, meraklı sorulara cevap yetiştiriyoruz. Ankaralılar pek bisiklete binmiyorlar ama bisikletlilere çok ilgililer.  Hal hatır soranlar, kaç kilometre yol yaptığımızı öğrenmek isteyenler, turist olup olmadığımızı merak edenlerle çevreleniyoruz.  Nedense yaptığımız işi zor buluyorlar. 

Ulus Meydanı, Roma Hamamı, Julien Sütunu, Hacı Bayram Camii, Augustus Tapınağı, Anafartalar Çarşısı 

Ulus Meydanı’ndayız. Meydana esas kimliğini veren şey, şüphesiz 1927’de Avusturyalı heykeltraş Henri Krippel’in yaptığı Zafer Anıtı. (Hatırlayacaksınız Krippel’den Samsun’da gezerken de söz etmiştik. Samsun’a kimliğini veren anıt da ona aitti) Heykelin altında Anadolu’nun çeşitli yerlerinden ama özellikle Ankara yakınlarındaki yerleşimlerden gelmiş bir insan dokusu var.

Köşedeki Sümerbank binası artık Sosyal Bilimler Üniversitesi olarak varlığını sürdüyor. Onun hemen yanındaki İş Bankası’nın ikonik binasını sağımıza alıp devam ediyoruz. Yolun adı artık Çankırı Caddesi.

500 m sonra Roma Hamamı’nın önündeyiz. Geriye sadece temeli kalmış olsa bile küçük bir hayal gücü desteğiyle görkemi hissediyorsunuz. Dile kolay. 18 asır evvelinden söz ediyoruz. 

Rotamızın en kuzey noktası burası. Tekrar meydana dönüyoruz. Bu kez İş Bankası’nı solumuza alıyor, Defterdarlık ile Valilik binasının önündeki Julian Sütunu’na geliyoruz. Roma Hamamı ile yaşıt anıtın üstünde yuva kuran leyleklerden çok söz ediliyor ama şubat ayında görme şansımız bulunmuyor.

Biraz ileride Ankara’nın en eski ve en kutsal tepesinde Büyük sufi Hacı Bayram-ı Veli’nin adını taşıyan cami ile Augustus Tapınağı’nın kalıntıları yanyana duruyor. 

Türkçe yazılmış en güzel şehir kitaplarından biri olan Beş Şehir’de , Ahmet Hamdi Tanpınar, Ankara’nın bu yanından sıklıkla söz eder

MÖ 7. yüzyılda yapılan bir Frig tapınağının üstüne, 1. yüzyılda inşa edilen bir Roma tapınağı ve onun yanında 15. yüzyılda inşa edilmiş çok zarif bir cami. Etkileyici bir sentez hakikaten.

Anafartalar Caddesi’ne çıkıyoruz. Cadde üstündeki Anafartalar Çarşısı elli yılı aşkın bir süredir burada her çeşit ihtiyacı karşılayan bir ticari/kültürel miras. 

Bisikletlerimizi kilitliyor, çarşının katlarında gezmeye başlıyoruz. Sadece türlü çeşitli mağazalarıyla değil, duvarlardaki sanat eserleriyle de çok özel bir mekândayız. Füreya Koral’dan Arif Kaptan’a, Seniye Fenmen’den Nuri İyem’e kadar çok sayıda sanatçının yapıtlarıyla donatılmış bu tarihi mekânın yıkılma tehditi altında olduğunu öğreniyoruz. 

Çelik zırhlılarını giymiş bir eski zaman silâhşörü: 
Ankara Kalesi

Şimdi hedefimiz yukarıdaki  kartal yuvası: Ankara Kalesi. 

Arnavut kaldırımı döşeli sıkı bir yokuştan tırmanmaya başlıyoruz. Sanki Tour of Flanders’teyiz. GPS bir ara % 22 gösteriyor. Geraardsbergen duvarı gibi mübarek. 

1997’de Avrupa yılın müzesi seçilen Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin yanından geçiyoruz. Paleolitik dönemlerden bugüne kadar Anadolu mirası sergileniyor. 

Onun hemen üstünde yer alan özel Erimtan Müzesi’ni de geçince meydana varıyor ve soluklanıyoruz. 

Buraya kadar 11 km pedal çevirmişiz.

Meydanın soğuk taşları, darbuka çalıp Ankara havası çığıran çocukların neşesiyle yanıyor. Ankara’nın dağlarında ‘Ankara’nın Bağları’nı söylüyorlar. Çocuklar her yerde ve her zaman olduğu gibi bisikletlerimizin üstüne atlayıp o değişmez cümleyi kuruyorlar: “Abi bi tur versene be!” Kırmıyoruz tabii ki. Seleler ayarlanıyor, turlar atılıyor, kalpler kazanılıyor…

Ankara Kalesi

Kale kapısından içeriye giriyor, restore edilen evler arasında turluyoruz.  Bazıları gözümüze tiyatro dekoru gibi görünüyor. Yaşlı bir teyze evinden fırlıyor, sokaktan gelen geçene ayar veriyor. Sabırla onu dinliyoruz. Kalenin tarihi canlılığını koruduğuna bir kez daha ikna oluyoruz.

Biraz sonra bisikletler bizi taşımayı bırakıyor, biz bisikletleri taşımaya başlıyoruz. Merdivenli sokaklardan, zirveye ulaşıyor, Troya’yı kalenin burcuna dikiyoruz.

Tanpınar, Ankara Kalesi’ni, çelik zırhlılarını giymiş bir eski zaman silahşörüne benzetiyor ve “eteklerinde daima tarihin büyük düğümleri çözülüp bağlanmıştır” diye müthiş bir cümle kuruyor. 

Kaleden iniş mi olur/ ham demir gümüş mü olur

Herkesin bildiği bir hakikattir: Kaleden gün batımı nefis olur. Ama güneş batarken bulutların arasına saklandığı için istediğimiz kareyi elde edemiyor, hayıflanıyoruz. 

Güneşi evine gönderiyor, günü bitiriyoruz ama kale civarını bitiremiyoruz. Yarın yine geleceğiz. Farlarımızı yakıyor, “Kaleden iniş mi olur/ham demir gümüş mü olur” türküsüyle Hamamönü tarafından şahane bir iniş yapıyoruz. (Buralarda ne güzel downhill yarışı yapılır.)

Arslanhane Camii, Bisiklet Manifestosu ve  Rahmi M.Koç Müzesi  

Ertesi gün kaleye Hamamönü tarafından çıkıyoruz.

Arslanhane Camii

Bugünün programındaki ilk noktada, Ahi Şerafeddin, diğer adıyla Arslanhane Camii’nin önündeyiz. Olağanüstü güzellikteki caminin ilk ne zaman yapıldığı bilinmiyor. 1290 yılında Ahi Şerafeddin tarafından genişletildiği bilgisi mevcut. Bu yapıda da şehirde hüküm sürmüş medeniyetlerin bir sentezini görüyoruz. Camiyi ayakta tutan 24 ahşap sütunun üstlerinde Roma sütun başlıkları kullanılmış. Arslanhane adının kaynağı Ahi Şerafeddin’in türbe duvarında bulunan Greko-Romen arslan heykeli imiş.

Bisiklet Manifestosu

Camiden çıkıyor, meydana doğru devam ediyoruz. Bu sırada hoş bir sürprizle karşılaşıyoruz. Daha önceki gün bir dostumuz sayesinde haberdar olduğumuz o mekân karşımıza çıkıyor. Duvarlarında Bisiklet Manifestosu’nun yazılı olduğu Hangimiz Sevmedik adındaki cafe burası. Sadece manifesto değil, Neşet Ertaş’tan Jim Morrison’a kadar bu dünyada izini bırakmış nice insanın resimleri ve dizeleriyle bezenmiş duvarlar.

Sabah kahvemizi orada içiyor, Rahmi M. Koç Müzesi’ne yöneliyoruz. 

Ankara’daki müze, kendisi de bir Ankaralı olan Vehbi Koç’un iş hayatına atıldığı ilk dükkanı da içeren Çengelhan’da kurulmuş. Müze daha sonra yan tarafındaki Safran Han ile birleştirilerek büyütülmüş. 

Rahmi M. Koç Müzesi

Cyclist okurları İstanbul Hasköy’de aynı adı taşıyan müzeyi ve onun zengin bisiklet koleksiyonunu hatırlayacaktır. İstanbul’daki kadar büyük olmasa da buranın bisiklet koleksiyonu da çok hoş.

Müzeden ayrılıyor, dün çıktığımız yoldan bu kez iniyoruz. Arnavut kaldırımları üstünden Ulus Meydanı’nda ulaşıyoruz.

1. ve 2.Meclis, Evkaf Apartmanı ve Gençlik Parkı 

Meydanın diğer köşesindeki Birinci Millet Meclisi binasının bahçesine bisikletlerimizi park ediyor, içeri giriyoruz. Kurtuluş Savaşı’nın en önemli kurumu, şimdi Kurtuluş Savaşı Müzesi olarak hizmet veriyor. 

23 Nisan 1920’de açılan meclis 1924 yılına kadar bu işlevini sürdürüyor. Sonra başka amaçlar için kullanılıyor. 

Hemen yanındaki Sayıştay binasının altında ise 1924’te açılan 2. Meclis binası bulunuyor. Burası da Cumhuriyet Müzesi olarak varlığını sürdürüyor.

2. Meclis’in hemen karşısında genç Cumhuriyet’in en önemli oteli ve sosyal kurumu Ankara Palas bulunuyor. 

Gençlik Parkı / Ulus

Yusuf acil bir işi çıktığı için bizden ayrılıyor. Yolun kalanını Samed’le ben kat edeceğiz. Meclis’ten aşağı iniyor, aşağıdaki göbekten İstiklal Caddesi’ne dönüyoruz. Sol tarafımızda kalan Evkaf Apartmanı Devlet Tiyatroları’nın Küçük Tiyatro’sunu içermesinin yanısıra Orhan Veli ile Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatlarının bir bölümünü geçirdiği apartmandır.

Devam ediyor, Gençlik Parkı’na giriyoruz. Samed’in de benim de burada mutlu çocukluk anılarımız var. Nedense gözümüze eski neşesinden, coşkusundan uzak görünüyor. Kimbilir belki de biz fazla büyüdük.

Parkın içinde turladıktan sonra Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonunun ve Selim Sırrı Tarcan Spor Salonu’nun yanından Cer Modern’e ulaşıyoruz. 

Cer Modern

Cer Modern, Ankara’nın eski vagon bakım atölyelerinin yerine kurulmuş bir modern sanatlar müzesi. Sedece düzenlenen sergi ve etkinliklerle değil, bahçesindeki Su Perileri heykeliyle de ilgi çekici bir yer. 

Su Perileri heykeli 1924 yılında İtalya’dan getiriliyor. İlk geldiğinde Hacettepe Parkı’na konan heykel, daha sonra şehrin her yerini dolaşıyor. En son 1992’ye kadar Tandoğan Meydanı’nda iken bir depoya kaldırılıyor ve tam 18 yıl orada bekletiliyor. 2010 yılında Cer Modern’in önüne yerleştiriliyor. Biz gittiğimizde fıskiyelerinden sular akmıyordu. Ama heykellerden taşan yaşam coşkusu bu “kuru” haliyle bile insana geçiyordu. 

Anıtkabir

Artık günü tamamlamak üzereyiz. Hedefimiz Anıtkabir. 

Tren Garı’nın önünden geçiyor, ileriden sola dönüyor, Tandoğan Meydanı’na yöneliyoruz. Meydana geldiğimizde Su Perileri Heykeli’nin yerinde bir çaydanlık heykeli görüyoruz. (Hey sevgili Ankara, seni görmek ister her bahtı kara.)

De Gaulle Caddesi’nden, Fevzi Çakmak Caddesi’ne dönüyoruz. Oradan Akdeniz Caddesi’nden Gençlik Caddesi’ne iniyoruz. Anıtkabir’in bulunduğu Rasattepe’nin etrafında tam bir tur atıyoruz. 

Sonra da bisikletleri girişe kilitleyip Aslanlı Yol’dan Mozole’ye ulaşıyoruz. Hafta içi olmasına rağmen her yaştan, her kesimden insan topluluğunun modern çağların en büyük liderlerinden birini ziyarete geldiğini görüyoruz. 

Biz de saygılarımızı sunuyor, huzurdan ayrılıyoruz. 

Ayrılık vakti

Yahya Kemal’e “Ankara’nın nesini seversiniz?” diye sorduklarında “İstanbul’a dönüşünü” diye cevap verdiği rivayet edilir. Samed için bu durum “İzmir’e dönüşü” olarak revize edilir mi bilmiyorum ama benim için durum Yahya Kemal’in tarif ettiği gibi değil. Biz Ankara’yı seviyoruz. Belki İstanbul gibi, İzmir gibi bir sevme biçimi değil bu. Ama orada halen içimizi ısıtan çok şey var. 

Bir kez daha Gençlik Caddesi’nden geçiyor, Strasbourg Caddesine bağlanıyor, Maltepe üzerinden başlangıç noktamızdaki Hitit Anıtı’na ulaşıyoruz.

Haklısınız… Ankara, şüphesiz bunlardan ibaret değil. Cumhuriyetle  birlikte kurulan Kızılay, Kavaklıdere, Çankaya taraflarına gidemedik. Hatta Cem Yılmaz’ın Vizontele filminde, TRT ekibindeki kadına sorduğu Aşağı Ayrancı’ya da gidemedik. 

Onlar da başka bir yazının konusu olsun. 

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!