Müzik gibi

Müzik gibi

Hazırlayan SAMED KUNAÇ

Hangimiz sevmedik arka göbeğimizden gelen cır cır sesini? Hangimiz sevmedik çılgınlar gibi? diye Müslüm Baba’ya selam durarak başlayalım bu yazıya. Öyle ya özellikle yol bisikletçileri için vazgeçilmezdir bu cır cır sesi. O sesi daha yüksek duymak için kimilerimiz gresleri temizler, kimilerimiz ise modifiye eder göbeği. Ben de bu ay cır cır makamını en güzel icra eden markaya, DT Swiss’e konuk oluyorum.

Türkiye’de havanın artık bahara göz kırptığı günlerde düşüyorum İsviçre yollarına. Havalimanına gitmek için bindiğim taksici üzerimdeki kalın kabanı görünce sormadan edemiyor “Abi biraz fazla değil mi? Hava 23 derece!”. İyi de birkaç saat sonra varacağım Zürih’te hava sadece 1 derece ve hafiften de kar yağıyor.

Zürih’e iner inmez gözünüzü çevirdiğiniz her yerde envai çeşit saat markası reklamları ile karşılaşıyorsunuz. Bazılarını hayatımda ilk kez görüyorum doğrusu. Kısa bir google araştırması ile İsviçre’nin 2. Dünya Savaşı yıllarında dünya saat pazarının yüzde 90’ına hakim olduğunu ve saat sektöründeki yaşanan kriz zamanında 600’e yakın markanın varlığını öğreniyorum.

Şimdilerde sayı epey düşmüş, sadece 250-300! civarı marka kalmış. Bugün dünyada satılan tüm saatlerin yüzde 1,7’si İsviçre yapımı ve İsviçre yapımı saatlerin değeri ise toplam pazarın yüzde 57,5’i. Ne büyük bir başarı hikayesi!

Cenevre treninde bir yer buluyor ve ufak notlar almaya başlıyorum. İsviçre deyince aklıma ilk gelenleri hızlıca bir not etsem herhalde şöyle bir sıralama olurdu diyorum. Peynir, İsviçre Ordu Çakısı, çizgi dizi Heidi, çikolata ve unutulmaz Galatasaray – Neuchatel Xamax maçı. Tren Neuchatel’den geçiyor ama ben birkaç durak önce Bern Kantonu’nun ikinci büyük şehri Biel’de ineceğim.

Biel, 50 bin kişilik nüfusu ile mütevazi bir şehir. Kendi adıyla anılan bir gölün kıyısında dağlar ile çevrili çok şirin bir yerleşim. Bu sebeple olsa gerek sokaklarında her disiplinden bisikletliye rastlamak mümkün. Trafikte bisikletliye gösterilen saygıyı uzun uzun anlatmaya gerek yok sanırım.

Ertesi sabah istikamet DT Swiss AG. 1994 yılında Frank Böckmann, Maurizio D’Alberto ve Marco Zingg isimli 3 girişimci tarafından kurulan DT Swiss bir satınalma ile Biel merkezli Vereinigte Drahtwerke firmasını bünyesine katar.

O zamana kadar bu küçük firmanın uzmanlık alanı jant teli üretimi olsa da, DT Swiss bünyesine geçmesi ile makine parkı genişleyen, soğuk dövme işleminde uzmanlaşan ve bu sayede dünyaya açılan bir işletme haline evrilir. Bugün Frank ve Maurizio hala şirketin yönetiminde görevlerini sürdürüyor.

Yeni vizyon yeni ürünler

Tüketicilerin ihtiyaçları ve bisiklet sektöründe trendler değişse de değişmeyen bir şey var. O da kalite. DT Swiss kullanıcılarının da çok iyi bildiği gibi rakiplerine göre yüksek fiyatta olmasına karşın bu markanın ürünleri gerçekten harcanan paranın hakkını veriyor.

Ürünlerinin sağlamlığını merak edenler Youtube’da Aaron Gwin’in 2014 Downhill Dünya Kupası Serisi Leogang yarış videosunu izlemesini tavsiye ediyorum. Patlak lastiğine aldırmayan Gwin, direk jantın üzerinde yarışı tamamlayıp 4. olurken takım mekanikerinin “bu şekilde bitirmesi mucize olur!” sözleri kameralara yansıyordu.

O yılki Eurobike’de Gwin’in yarışı tamamladığı jantı EX471’i bizzat görme şansım olmuştu. DT Swiss yetkilisi arkadaşım ile konuştuğumda bana söylediği aklımı başımdan almıştı. “Biliyor musun, yarış sonunda jantı inceledik. Evet çok yıpranmıştı ama teller ve göbeği sağlamdı ve teknik olarak hala kullanılabilirdi”. İşte aslında tam da bu verdiğimiz paranın karşılığı olsa gerek diye düşünmüştüm.

Tam anlamıyla gelenekten geleceğe

Geleneksel ürünlerine ilaveten DT Swiss son yıllarda süspansiyon sistemlerinde de çok yol aldı. Malesef tüm görsellerini ve teknik detaylarını bu satırlarda açıklamam mümkün değil. Tasarımcısı ile sohbet ettiğim ürün bir ağaçtan esinlenilmiş. Profili tıpkı bir ağaç gövdesi gibi ve yanlara uzanan dallar misali üzerindeki parçalar ile mükemmel bir bütünlük içinde.

Sistem o kadar kapalı ve temiz ki dışarıda hiçbir gereksiz kablo, düğme vs göremiyorsunuz. Ayrıca süpansiyon mekanizmasında da sürprizler var. Hava odalarındaki teknoloji sayesinde amortisör asla dip yapmıyormuşçasına saat gibi çalışıyor.

Ürün geliştirmeyi ne kadar ciddiye aldıklarını çok iyi biliyorum. Başka markalar ile sponsorluk anlaşmaları olduğu için buraya isimlerini yazamayacağım her disiplinden profesyonel sporcular da dahil olmak üzere harika bir ürün geliştirme ekipleri var. Öyle ki her birini öğle paydosunda ya dağ bisikletinde ya da yol bisikletinde görüyorum. Yani tasarladıklarının performansını da ilk elden test ediyorlar.

Jant teli üretiminde farklı ebat, şekil ve aerodinamik özelliklere sahip ürünler mevcut. Gördüğüm bir diğer yenilik ise jant tellerinin artık DT Swiss’te renklendiriliyor olması. 2017 yılından bu yana özel kimyasal işlemler ile jant telleri “ekstra ağırlık eklenmeden” siyah renge dönüştürülüyor.

DT Swiss dinamik bir marka. İlk kurulduğunda 28 kişinin çalıştığı firma bugün 500 kişiye istihdam sağlıyor. Üstelik sadece İsviçre’de de değil, Almanya, Polonya, Fransa, ABD ve Tayvan’da da tesis ve ofisleri bulunuyor. İsviçre’deki kaliteyi tüm tesislerde temin etmek için ilk adım gayet basit. İsviçre’deki makinelerin aynısını kullanmak.

Sonrası da aynı oranda kalifiye personeli yetiştirmek. 2011 yılından beri Biel Endüstri Bölgesi’ndeki tesislerinde çalışmalarına devam eden DT Swiss, her ziyaretimde yeni bir ürün ve sürpriz ile karşılıyor beni.

BPM (Biel Performance Manufacturing)

O sürprizlerin herhalde en güzeli bu kapıların ardında. Yeni kurulan BPM merkezine sadece özel geçiş kartları ile girilebiliyor ve içeride hem son teknoloji bir test merkezi var hem de markanın en üst düzey teker setleri burada hayat buluyor. İçeride 4 kişi çalışıyor. Bunların ikisi jantların kusursuz balansı için ince ayarlarını yapıyorlar. Burada bir bilgisayar sistemi devreye giriyor. Bir personel kendi kullanıcı adı ile oturum açıp ayar standına bir jant yerleştirdiğinde gerçek sihir başlıyor.

Zira, ekranda gördüğüm tüm kırmızı kutucuklar tek tek yeşil olana kadar oturumu açan personel jantı standdan çıkaramıyor. Ayrıca istese de oturumu kapatamıyor. Yani o jant kusursuz olana kadar yenisine geçemiyor. Belki bu şekilde günde sadece 10 bisikletlik jant yapıyor olabilir ama kalite böyle bir şey işte. Nicelikte değil nitelikte saklı.

Onun adı E-Berger

Daniel Berger, 53 yaşında ve 1995 yılından beri DT Swiss ailesinin bir parçası ve Ürünlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı. 1980 yılından beri dağ bisikleti yapan Daniel, değişen trendlere harika uyum sağlayan biri. Elektrik Destekli Bisiklet trendini uzun zamandır takip ettiğini bildiğim Daniel asla bu bisikletlerden bir tane almaya gönüllü değildi.

Nedenini sorduğumda ise, birincisi bu bisikletlerin ona yeterince sportif gelmemesi ve diğeri ise DT Swiss ürünlerinin bu bisikletlerin üretiminde kullanıma çok da uygun olmaması şeklinde yanıt vermişti. Bugün ise durum değişti. Artık ürüm gamı elektrik destekli bisikletlere de uygun.

Ayrıca ailesi ve işi dışında boş zamanını verimli kullanmak istediğinden, sağlıklı bir ortalama nabız ile yokuşlardan korkmadığını söylüyor ve kendini Nino Schurter gibi hissetmekten de oldukça keyif aldığını görüyorum. Ülkemizde de daha fazla bisiklete binen şirket yöneticilerini görmek dileğimi buraya bir kez daha not edeyim ve devam edelim.

Tissot Arena’da Curling ve Fondü Zamanı

Gün boyu fabrikada üretim, sunumlar, yeni ürünler ve teknik bilgi bombardımanına maruz kaldıktan sonra sıra biraz eğlenmeye geldi sanırım. Biel’de buz hokeyi tüm İsviçre’de olduğu gibi çok popüler. Hokey takımı EHC Biel’in maçlarının olduğu gün hayat duruyor ve eğer Biel galip gelirse taraftar eğlenceleri geç saatlere kadar sürüyor. Her ne kadar 10 senedir şampiyonluğa hasret kalsa da taraftar bu durumu pek umursamıyor gibi. Ben de bu akşam buza çıkıyorum. Ama bambaşka bir spor için. Curling!

Türkiye’de pek bilinmeyen bu spor için eğitmenimizin ilk uyarısı, “buzda koşmayın ve eğer koşarsanız durmaya çalışmayın”. Tabii bu ilk uyarı bir kulağa girdiği gibi aynı hızla diğerinden  çıkıyor. Sonrası buzda yerde yatan bir gövde ve tavanı izleyen gözler.

Televizyonda çocuk oyuncağı görünen hadisenin zorluğu karşısında pes ediyor ve kendimi fokurdayan fondü tenceresinin başında buluyorum. Geleneksel İsviçre fondüsü, İsviçre’nin ünlü iki peynirinin eşit miktarda karışımından yapılıyor; Emmental ve Gruyer. Küçük ekmek parçalarını uzun çatalların ucuna takıp tencereye daldırarak ortadan yeniyor. Sosyal bir yemek yani. 

Tissot Veledromu 

Fondüyü de yedikten sonra komşu kasaba Grenchen’e geliyorum. Bir umut, 2 sene önce hayatımda ilk defa pist bisikleti yaptığım veledroma geliyorum. İnceden kar yağıyor ve ben şansımı deneyip içeri giriyorum. İşte tam da görmek istediğim manzara! 40 civarında sporcu beraber pedal basıyorlar.

Fondüyü de yedikten sonra komşu kasaba Grenchen’e geliyorum. Bir umut, 2 sene önce hayatımda ilk defa pist bisikleti yaptığım veledroma geliyorum. İnceden kar yağıyor ve ben şansımı deneyip içeri giriyorum. İşte tam da görmek istediğim manzara! 40 civarında sporcu beraber pedal basıyorlar.

Hemen fotoğraf makinemi çıkartıp ardı ardına deklanşöre basıyorum. Burası harika bir kompleks. Oteli, restoranı ve antrenman imkanları ile tam bir kamp merkezi ve İsviçre’deki 6 veledromdan biri. 2012 yılında 16 milyon dolara mal olan tesis, 2015 yılında da Avrupa Pist Bisikleti Şampiyonası’na ev sahipliği yaptı.

Zamanım doldu. Geri dönüş zamanı ve geldiğim gibi yine karlı bir sabah, tren istasyonunda işe ve okula giden İsviçreliler ile yola koyuluyorum. Kulağımda seramik göbeklerin iç gıdıklayan müziği ile Hangimiz Sevmedik diye mırıldanıyorum.

Benzer Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir