Bizimle iletişime geçin

Turlar

SANKİ BİR MASAL ÂLEMİ: KARS

Seyyah olup şu âlemi gezen Troya, memleketin en özgün şehirlerinden Kars’taydı. Muazzam tarihi mirasa eşlik eden muazzam coğrafyada turlamaya doyamadı. Buyurun, sizi arka sayfalara alalım

Yazı AYDAN ÇELİK Fotoğraf SAMED KUNAÇ

Geçenlerde yakın bir arkadaşım “Şu sizin Troya’yı o kadar kıskanıyorum ki. Bugüne kadar görmediğim her yere gitti ” diye bir cümle kurdu. Doğru söze ne denir? 

Yakışıklı demir atımız, Antakya’daydı, ondan evvel Konya ve Edirne’de… Daha öncekileri saymıyorum bile. “Seyyah oldum şu alemi gezerim” diye başlayan Kul Himmet türküsü onun için yakılmış sanki. (Türkü, “bir dost bulamadım, gün akşam oldu” diye devam eder. Ama bizim Troya o açıdan da şanslı. Her yerde yeni dostlar ediniyor.)

İşte o dostlardan biriyle bu kez Kars’ta buluşuyoruz. Kars’ın en eski bisiklet mağazalarından biri olan Murat Pazarlama’ya gidiyoruz. Burası sadece bisiklet değil, yüzlerce çeşit oyuncağın satıldığı bir harikalar diyarı. Mağaza sahibi Erkan Kayhan kendi yazdığı bir maniyle durumu özetliyor: “Yolu sevgiden geçen, sonu evlilikle biten, bir de çocuğum olsun diyen, herkes bir gün bize uğrayacak.”

Şahane. Tura şiirle başlıyoruz. (Şiirle de bitireceğiz.) 

GPS cihazım, açılır açılmaz kısa bir serhoşluk yaşıyor. İstanbul’da 20 metrede bıraktığım rakım bir anda 177, 369, 789, 963, 1272, 1545… filan derken 1750 metreye çıkıyor. Türkiye’nin en yüksek ikinci şehrine hoş gelişler ola!

Kale’nin bedenleri

Üzerine kurulduğu dağın içinden fırlamış bir lav gibi görünen Kars Kalesi’nin eteklerinden, yani Kaleiçi’nden başlıyoruz. 

Kars Çayı’nın üstünden geçiyor, Evliya/Ebu’l Hasan Harakan-i Camii’ne geliyoruz. Üstündeki kitabede 1064’te Sultan Alparslan’ın yaptırttığı yazıyor. 1579’da Sultan 3. Murad döneminde genişletilmiş. 2000’de restore edilmiş.

Biraz ileride güzel minaresi olan bir başka camiye yöneliyoruz. (Minarelerin şerefeden yukarıda kalan (petek) kısımları, gövdeden daha ince. Bu da onlara zarif bir görünüm kazandırıyor.)

Kitabede “Büyük Abdi Ağa Camii 1172” yazıyor. 

Uçan kazlar, kaçan kazlar 

Ara sokaklarda turlarken kendimizi bir kaz sürüsünün içinde buluyoruz. Kars mutfağının gözdesi bu sevimli -ve haklı olarak asabi- hayvanlarının arasında pedallıyor, şehrin en ikonik yapılarından Kümbet Camii’ne geliyoruz. Üstünde Hz. İsa’nın 12 havarisinin rölyefi bulunuyor. O yüzden 12 Havariler Kilisesi olarak da biliniyor.

Ermeni Bagratlı Krallığı döneminde, 900’lerin başında yapılmış. 1064’te camiye çevrilmiş. “93 Harbi”nden (1877-78) sonra 40 yıl süren Rus yönetimi zamanında ortodoks kilisesine çevrilmiş, sonra yeniden kilise, ardından müze derken 1993’te yine cami olmuş. 

865 yaşındaki kaleye doğru tırmanmaya başlıyoruz. Ulu Camii’nin yanından geçiyor, restorasyonu süren Beylerbeyi Sarayı’nı geride bırakıyoruz. Bisikletler omuzlarımızda. (Boşuna yazmamış adam: “Bisiklet eşitliktir: Bazen o sizi taşır, bazen siz onu” diye.)

Kaleden iniş mi olur, ham demir gümüş mü olur?

1809 metreden Kars’ı seyrediyoruz. Bu rakam Puşkin’in Kars’a geldiği seneye ne kadar yakın. Şair, Rusya ile Osmanlı arasında bitmek tükenmez savaşlardan birinin ertesinde, 1829’da Kars’a gelir ve bir gece kalır. Erzurum Yolculuğu adını verdiği güncesine: “Erişilmez savunma mevzilerine ve yalçın bir kaya üstüne kurulmuş kaleye baktıkça, Kars’ı nasıl ele geçirebildiğimize şaşıp kalıyordum” diye not düşer. 

Kalenin içindeki kafede ihtiyaç molası verdikten sonra başka bir yoldan inmeye başlıyoruz. Şehrin kuzeyine devam eden bu yolun harika bir peyzajı var. Kars Çayı’nın kıyısında yeni restore edildiği belli olan kırmızı çatılı binalar sıralanıyor.

Kırım Savaşı’nda yapılan köprü

İki kilometre sonra düze iniyoruz. Kars’ın ünlü tabyalarından birinin yanındayız. Maalesef mezbeleliğe dönmüş. Herhangi bir bilgi levhası da göremiyoruz.

1855’te İngiliz Mühendis Albay Lake tarafından yapılan 2. Taş Köprü’den karşıya geçiyoruz. Aklınıza, “o tarihte burada bir İngiliz mühendisin ne işi var?” sorusu gelirse, bunun cevabı Kırım Savaşı’nda yatıyor. 

Rusya ile Osmanlı arasında yapılan savaşların en bilineni 1853-56 arasında yapılan Kırım Savaşı’dır. Bu savaşta İngiliz ve Fransızlar, Rusya’ya karşı Osmanlı’nın yanında yer alırlar. Savaşın doğu cephesinde yer alan Kars, çok sayıda İngiliz subayının görev yaptığı bir yerdir. 

(Kırım, dünya savaş tarihinde ilklerle anılır. Sanayi Devrimi’nin ilk savaşı kabul edilir. Meteorolojiden, telgrafa kadar pek çok yenilik bu savaşta kullanılmıştır. Savaş muhabirliği denen meslek ilk burada icra edilmiştir. Modern hemşirelik kurumunun, Florence Nightingale tarafından bu savaşta kurulduğu söylenir. Hadise, İstanbul’daki Selimiye Kışlası’ndan, Haydarpaşa’daki İngiliz Mezarlığı’na, oradan da Katibim şarkısının kökenine kadar gider ama yerimiz dar. Bu konuda Türkçe ve başka dillerde yayımlanmış çok sayıda kaynağa ulaşabilirsiniz.)

Bele men sene heyran sene gurban

Nehri sağımıza alıyor, kuzeye doğru devam ediyoruz. Burada hiçbir yerleşim yok. Bir gün önce yağan yağmurla çoşmuş çiçeklerin kokuları burunlarımıza bayram ettiriyor. Kendimi tutamıyor, zümrüt yeşili tabiata Ceyranım Gel Gel türküsüyle eşlik ediyorum: “Gülüşün güzeldir, bakışın can alır, gızaran yanağın, eyle bir çiçehtir…” Çayırlarda otlayan inekler “n’oluyor” diye bakıyor. Aşığın maşuğuna söylediği gibi bitiriyorum: “Bele men sene heyran sene gurban…”

Türkü bitiyor, biz de Kent Ormanı’ndan tornistan yapıyor, merkeze dönüyoruz. 

1. Taş Köprü’ye gelmeden Mazlumoğlu Hamamı’nın yanından geçiyoruz. Bazı araştırmacılar, Puşkin’in bu hamamda yıkandığını söylüyor. (Puşkin güncesinde bir hamamdan söz ediyor ama isim vermiyor.)

Köprüden karşı kıyıya geçiyor, o yakada bulunan Muradiye Hamamı’nın yanından dönüyor, çayın diğer kıyısından tekrar kuzeye devam ediyoruz. Ha yıkıldı ha yıkılacak konağın Vali Ahmet Tevfik Paşa’ya ait olduğu öğreniyoruz. 

Deli deli olma

Biraz ileride eski değirmenden uyarlanmış bir çay bahçesi var. Ne yazık ki değirmen çalışmıyor. Oysa ne hoş olurdu, çayın içindeki dönme dolabın suyu alıp yukarı çıkarması, dolabın taşı döndürmesi, taşın nefis kokular yayarak tahılı ezmesi. 

Değirmen, en son Tarık Akan ile Şerif Sezer’in başrolü paylaştıkları Deli Deli Olma filminde dekor olarak kullanılmış. Malakan değirmenci Mişka Emmi ile Popuç’un o karda-ayazda insanın yüreğini ısıtan hikâyesini izlemediyseniz, internette bulma şansınız var. 

(Malakanlar, çarın ordusunda asker olmayı kabul etmedikleri için sürgün edilen, modern zamanların deyimiyle “pasifist” bir halkın adı. Kars’ın zengin kültürel çeşitliliğinin en özgün parçalarından biri.)

Katerina sarayı ve şahane bir kampüs

Birazdan nefis bir taş binayla karşılaşıyoruz. Adı Katerina Sarayı. 3 yıl evvel restore edilmiş. Otel ve café olarak hizmet veriyor. 1879’da Çar 2. Nikolay Hollandalı bir mimara yaptırmış. 

Biz binayı nasıl çeksek diye Samed’le konuşurken, yol arkadaşımız Halil İbrahim Dilek bize katılıyor. Artık üç kişiyiz.

Korupark boyunca devam ediyor, kaleden inerken çatılarını gördüğümüz binalara geliyoruz. Kafkas Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi ve Konservatuvarı’nın bahçesindeyiz. Çok hoş bir kampüs. Nehir kenarındaki tarihi binalarıyla insana Avrupa’nın ünlü kolejlerini hatırlatıyor. Türk Halk Oyunları bölümünün önündeki Kâzım Karabekir’in büstünün kaidesinde: “Kars, Ardahan bel kemiğimiz, Boğazlar boğazımızdır” yazıyor. (Konu Kars olunca Kâzım Karabekir’in adı bu yazı boyunca çok geçecek.)

“Ucube” heykeli’nin oradan

Geri dönüyoruz. Yine Taşköprü’nün yanına geliyoruz. Laçinbey Camii’ni solumuza alıp, kalenin karşısındaki tepeye çıkıyoruz. Burada bir süre önce yerinden sökülen bir anıtın kaidesi bulunuyor. Kamuoyunun hafızasına “ucube” diye geçen Mehmet Aksoy’a ait İnsanlık Anıtı’ndan söz ediyoruz. 

Karşımızda bütün heybetiyle duran kalenin, sağ tarafına dikilen ucube TOKİ bloklarını görüyoruz ama size göstermiyoruz. 

Tepeden aşağıya iniyoruz. Çocukluğunun bir dönemini burada geçiren Namık Kemal’in adına düzenlenen kültür merkezinin yanından geçiyor, Tahtdüzü bölgesine devam ediyoruz. 

Rusların 40 yıllık mirası

Burası Türkiye’de eşi bulunmayan bir dokuya sahip. Birbirini dik kesen, ızgara planlı bir yerleşim ve bu yerleşim üstüne kurulmuş birbirinden güzel taş binaların arasında pedallıyoruz. Kars’a geliş tarihimiz birbirinden ilginç tesadüflerle dolu. Mesela, daha önce de söylediğimiz gibi, şehir 93 Harbi diye bilinen Osmanlı Rus Savaşı sonrası Ruslara teslim edilir.

(Sadece Kars değil, o dönemki adıyla “Elviye-i Selase” denilen 3 il, Kars, Ardahan, Batum Ruslara savaş tazminatı olarak verilir. 93 Harbi imparatorluğun sadece doğusunda  değil, batısında da büyük bir travmadır. Rus ordusu, o dönemki adıyla Ayastefenos, bugünkü adıyla Yeşilköy’e kadar gelir. Hatta buraya bir de anıt diker. 1914’te bombalanarak yıkılan anıtın Fuat Uzkınay tarafından çekilen filmi, Türk sinemasının ilk ürünü kabul edilir.) 

Şehri 40 yıl yöneten Rusya, 1917 Ekim Devrimi’nden sonra hem 1. Dünya Savaşı’ndan çekilir, hem de 3 Mart 1918’de imzalanan Brest-Litovsk Antlaşmas’ıyla Kars’ı yeniden Türkiye’ye bırakır. 

1918-2018… Tam 100 yıl önce sona eren Rus yönetiminin inşa ettiği caddelerde pedallıyoruz. 

(Konu Kars olunca mecburen çok parantez açmak gerekiyor. Çünkü şehir bundan sonra yine çok sık el değiştiriyor. Yaklaşık 8 ay sonra, 30 Ekim’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanıyor. Ve İngilizler yeniden Kars’ı boşalttırıyor. 3 yıl süren çatışmalardan, git-gellerden sonra, 13 Ekim 1921’de imzalanan Kars Antlaşması’yla şehir yeniden imparatorluk topraklarına katılıyor.) 

Ruslardan kalan binaların bir kısmında Valilik, Belediye, Defterdarlık, İl Sağlık Müdürlüğü gibi kamu kuruluşları hizmet veriyor.

Bir kısmı son yıllarda şehre gösterilen yoğun ilginin bir sonucu olarak otel ya da café olarak varlığı sürdürüyor. Onlardan birinin önünde soluklanıyoruz. Café, daha önce andığımız Puşkin’in adını taşıyor. Kapının yanında şairin Türkçe’de bir şarkı olarak bestelenen “Ey uzak ülke, güzel ülke/Ey bilmediğim ülke/Ne kendi isteğimle geldim sana/ Ne de soylu bir atın sırtında…” şiiri yazılı. 

Puşkin’i bilmiyoruz ama biz buraya soylu bir atın sırtında geldik. Onu biliyoruz.

Kazak kilisesi ve doğu ekspresi 

Devam ediyoruz. Ziyaret edeceğimiz yer çok ama zaman ve dergideki yerimiz dar. 

Baltık mimarisine ait onlarca tarihi eseri geçiyor, Fethiye Camii’ne geliyoruz. İşgal döneminde Kazak Askeri Kilisesi olarak inşa edilen yapı, 1985 yılında camiye çevrilmiş, ondan önceki yıllarda spor salonu olarak kullanılmış. Eski fotoğraflarda görülen görkemli soğan kubbeleri 1950’li yılların başında kesilmiş. (Google’a “Kars Kazak Kilisesi” yazın eski halini göreceksiniz.)

Oradan son yılların modası Doğu Ekspresi’ni karşılamak üzere gara gidiyoruz. Ne var ki trenin rötar yaptığını öğreniyor, beklemekten vazgeçiyoruz. Samed rayların üstünde “dinlenen” bir Doğu Ekspresi’ni fotoğraflıyor.

Kanlı tabya’dan müzeye

Harp Tarihi Müzesi’ni görmek üzere tabana kuvvet pedallıyoruz. Maalesef müze kapanmış. Anlayışlı müze görevlisi bahçeye girmemize izin veriyor. Müze, ünlü Kanlı Tabya’nın restorasyonuyla hayata geçmiş. Bahçede Kars Antlaşması esnasında Bolşeviklerin Kafkas Cephesi komutanı Kâzım Karabekir’e hediye ettiği beyaz vagon sergileniyor.

Müze’den ayrılırken hava da ufak ufak kararmaya başlıyor. Kalacağımız otele pedallıyoruz. Yine nefis bir taş bina. 1877-96 arasında Cheltikov ailesinin konağı imiş. Sonraki yıllarda konservatuvar olarak hizmet vermiş. Ondan sonra başka birçok amaç için kullanılmış. 2011’den bu yana otel olarak kullanılıyor.

İkinci gün bir masal diyarı: Ani

Kars’taki ikinci günümüzde Ani Şehri’ne gideceğiz. Kars balı ve peynirlerinden müteşekkil kahvaltıyla yakıt tanklarımızı dolduruyoruz. 45 kilometrelik yolu bisikletle kat edeceğiz. Ama lojistiğimiz sağlam. Arkamızdan gelen bir araba var. Sıkıntı yaşarsak ona bineceğiz. (Ani’ye gitmek için şehrin içindeki midibüsleri kullanmak mümkün.)

Yine şahane sokaklardan geçiyor, havaalanı yol ayrımına geliyoruz. Burada Ani’yi gösteren tabelayı takip ediyoruz. Nefis bir ovada, yemyeşil bir topoğrafyada, berrak bir gökyüzünün altında pedallıyoruz. Arada esen yanal rüzgarlar ve yoldaki mıcırlar sürüşü biraz zorlaştırsa da çok mutluyuz. 

“Kırk Kapılı Ani”nin resmi giriş kapısındayız. Görevliler, bisikletlerimizi içeri almak konusunda kolaylık gösteriyor.

“Gerçek olamayacak kadar güzel”

Arslanlı Kapı’dan girer girmez, Samed’in ağzından ”Gerçek olamayacak kadar güzel” diye bir cümle dökülüyor. Yaklaşık 12 yıl evvel bir Aralık ayında burayı gören bende de durum aynı. O zaman karlar altındaki bu büyüleyici yeri şimdi yeşiller içinde görüyorum. 

11 asır evvel Bagratlı hanedanının Kralı 2. Aşot’tan sonra Kral Smbat’ın geliştirdiği surların gölgesinden pedal çeviriyoruz. Bir zamanlar İpek Yolu’nun üstündeki en hareketli şehirlerden biri çok sessiz. Bu sessizlik yeni de değil. 1865’te yolu buraya düşen İngiliz seyyah John Ussher: “Ve Ani bir çölün ortasında duruyor. Muazzam kiliseler, yalnızca güvercinler, ıssızlık ve yalnızlık… Sanki geniş sahne üzerinde hükümdarlık kurulmamış bir sessizlik içinde…” diye yazıyor.

Kâzım Karabekir’in ölçtüğü yükseklik

Yazı boyunca hep tesadüflerden söz ettik ya, işte bir tanesi daha. Brest Litovsk’tan sonra Sarıkamış üstünden Kars’a gelen Kazım Karabekir, tam 100 yıl önce, 8 Haziran 1918’de Ani’ye de gelir. Hatta elindeki barometre ile yüksekliğini bile ölçer. (Onun ölçümlerinde 1450 metre çıkan rakım, bizim GPS’imizde de aynı.)

1. Kafkas Kolordusu Kumandanı, şehrin bir diğer adı olan“Binbir Kiliseli” ünvanına biraz şaşırıyor, “galiba her odayı bir kilise saymışlar” diye not düşüyor.

Ruslar’ın Kâzım Karabekir’e hediye ettiği beyaz vagon

Oysa araştırmalar, Ani’nin yer üstünde olduğu kadar yer altında da muzzam bir yerleşime sahip olduğunu söylüyor. Kendisi de bir Karslı olan Vedat Akçayöz’ün büyük emek verdiği Ani’nin Gizemli Yüzü kitabında, şehrin yer altına dair çok kıymetli bilgiler var. 

Türkiye-Ermenistan sınırı

Birazdan Arpaçay nehrini saklayan kanyona geliyoruz. Kanyon, Türkiye-Ermenistan arasındaki doğal sınırı oluşturuyor. 

Bir yıldırım çarpması sonucu, tepeden ikiye bölünmüş, Kutsal Kurtarıcı Kilisesi’nin yanından geçiyoruz. Metal konstrüksiyon ile ayakta tutulmaya çalışılıyor.

Küçük Hamam kalıntılarını gördükten sonra bisikleti omuzluyor, merdivenlerden aşağıya Arpaçay’a doğru iniyoruz. Yanında vardığımız kilisenin adı Tigrant Honents. Resimli Kilise de deniyor. Her ne kadar vandallığın kurbanı olsa da fresklerin bir kısmı hayatta.

Tekrar yukarı çıkıyor, Büyük Katedral’e doğru pedallıyoruz. Alparslan’ın ilk namazını burada kıldığı o yüzden de adının Fethiye Camii olarak değiştirildiği belirtiliyor. Restorasyon yüzünden fotoğraf alamıyoruz. Arpaçay üstündeki İpek Yolu Köprüsü’nü hayranlıkla seyrediyoruz. Köprünün bir ayağı Türkiye’ye, diğer ayağı Ermenistan’a ait. Nehrin kenarındaki Bakireler Manastırı başka bir güzellik.

Anadolu’da Türklere ait olduğu belirtilen ilk caminin Ebu’l Menucehr Camii’nin yanındayız. 1064’te Ani’yi fetheden Alparslan’ın şehri bıraktığı Şeddatlı Emiri Manucehr’in yaptırdığı söyleniyor. 

Patikalara girip çıkıyoruz. Biraz ileride Kars merkezde gördüğümüz 12 Havariler Kilisesi benzeri bir kilise var. Ona doğru pedallıyoruz. Bu dosyanın kapağında gördüğünüz Aziz Gregory Kilisesi’ndeyiz. Onun kuzeyinde Aziz Gagik Kilisesi, onun da kuzeyinde Selçuklu Kervansarayı. Kafamızı nereye çevirsek bir zenginlik.

Farklı zamanlarda farklı dinlerin ve dillerin hakim olduğu bu “gezegende” gezmeye doyamıyoruz. Ayakta ya da yerde, açıkta ya da gizli, en küçük taş parçası bile insanlığın ortak mirası. Bu yüzden 2016’dan beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde.

Âşıkların bisiklet temalı atışması

Ani’den ayrılmak güç. Ama Kars’ta çok önemli bir randevumuz var. Hani yazıyı şiirle bitireceğiz demiştik ya, işte onu yapacağız. Kars’a kadar gelmişken âşıklarını dinlemeden dönmek olur mu? Taş Köprü Cafe’de, Âşık Sabri Yokuş ile Ayhan Şimşekoğlu’nun muhabbetine konuk oluyoruz. 

Sabri Yokuş, Azerbaycan, Gürcistan ve Kars âşıklık geleneğinin inceliklerini anlatıyor. İlham ile bade farkını öğreniyoruz. Aynı zamanda iki dudak arasına topluiğne koyularak icra edilen ve b,p,m,f,v harflerinin kullanılmadığı Lebdeğmez geleneğini kuran kişinin Çıldırlı Şenlik Baba olduğunu da kayıtlarımıza geçiriyoruz.

Doğaçlama yetenekleri üstün olan bu insanların anlattıklarına doyum olmuyor. Anlattıkları onlarca şeyden bir tanesini Cyclist okurlarıyla paylaşmak istiyorum. Sabri Yokuş Fransa’da bir ortamda “Âşık Baba bana Tarkan’dan ‘uzun ince bir yoldayım’ şarkısını çalar mısınız?” diyen bir delikanlıya, “Maalesef o şarkıyı bilmiyorum. Ama dilersen sana Âşık Veysel’den ‘kıl oldum abi’yi çalayım” diye cevap veriyor. 

Âşıklardan doğaçlama yeteneklerini bisiklet için konuşturmalarını rica ettiğimizde hiç bekletmeden söze giriyorlar. Aşağıda okuyacağınız dörtlükler âşıklık geleneğinde belki de bir ilk.

Buyrun bisiklet temalı âşıklamaya:

-Hem sağlık hem tasarruftur/bisikletle gezmek lazım/ Avrupa’da böyle gördüm/bisikletle gezmek lazım

-Hesaplıysa hemen almak lazım/bisikletle gezmek lazım/ iki pedal iki lastik/bisikletle gezmek lazım

-Bilmeyen hemen yıkılır/ yıkılır yere çakılır/ bilenler su gibin akınılır/ bisikletle gezmek lazım

-Sabri Yokuş bunu bilen/ Serhat Kars’a gidip gelen/ Carraro markası olan/bisikletle gezmek lazım

-Şimşekoğlum dilim tatlı/Erzurum’dan ilçesi Çatlı/Murat Pazarlama’dan satılı, vites onaltılı/ bisikletle gezmek lazım

-Sabri Yokuş böyle hali/Aydan Beyin açsın gülü/ Benzin mazot çok pahalı/ bisikletle gezmek lazım

-Gönül muhabbeti sarar/gönüller muhabbet arar/zayıflama diyetine yarar/bisikletle gezmek lazım

Kars’a şiirle girdik, şiirle ayrılıyoruz. 

Daha fazlası ne olabilir ki?

Şiir getirenleriniz bol, pedalınız şen olsun.

Bu yazı daha önce Cyclist Türkiye Ağustos 2018 sayısında yayınlanmıştır.

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Bir sonraki:

SAPANCA YOLUNDA

Kaçırmayın:

ALABİLDİĞİNE MAVİ

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!