Röportaj ERMAN ÖNER Fotoğraf TARIK GÜL & BERK MERCANCI
Cyclist Türkiye: Malezya’yı nasıl buldun, nasıl geçiyor orada zaman?
Ahmet Örken: Malezya’ya ilk gittiğimde alışma süreci çok uzun sürmedi ama biraz garip geldi tabii ilk birkaç gün. Malezya’nın yaşam şekli, iklimi her şeyi çok farklı Türkiye’ye göre. Malezya’da takımın ortak bir villası var, tüm ekip gittiğinde orada kalıyor. Antrenmanlarına oradan çıkıyor, yeme içme her şey orada yapılıyor. Tamamı takıma ait olan üç-dört katlı bir bina. Bazı odalarında oksijen çadırları, irtifa çadırları da var. Tamamen sporcular için tasarlanmış bir bina.
Cyc: Takım arkadaşın Christian (Raileanu)’ın paylaşımında görmüştük, makarna yapıyordu. Kendi mi yapıyordu yemeğini yoksa çekim için miydi?
A: Takım aşçısı geliyor her öğün. Yemeklerden önce geliyor, yemekleri hazırlıyor ve gidiyor. Yani tüm yemekleri aşçımız hazırlıyor, biz yemek yapmıyoruz.
Cyc: Yemekler nasıl peki, ona alışmak zor oldu mu?
A: Yemekler genelde bisikletçiye özel yemekler olduğu için çok sıkıntı çekmedim alışmak konusunda. Zaten damak tatları da benziyor ya da aşçının eli mi bizim tarafa benziyor nedir (gülüyor)! Tamamen tatlar benziyor diyemem çünkü onlar sos, baharat falan bize göre çok daha yoğun kullanıyorlar.
Cyc: Denedin mi hiç oranın yemeklerini?
A: Yok, riske atmak istemedim midem falan bozulur diye. Pek de sevmem zaten farklı tatlar denemeyi.
Cyc: Şehir nasıl? Gezme fırsatın oldu mu?
A: Merkezi bir yer olduğu için Qualalumpur büyük bir şehir. Marketleri, sokaklar, yürüdüğün yerler falan bayağı kalabalık bir nüfusa sahip. Meyve çeşidi çok fazla, tropikal iklime sahip olduğu için bu konuda bayağı zengin bir ülke ama kültür itibariyle epey farklı bir ülke. Farklı bir kültür ama seviyorsun da gittiğinde. Çok çabuk aşina olabiliyorsun, hızla alışabiliyorsun.
Cyc: Şehri gezdiğinde seni etkileyen güzel, özel yerleri var mıydı?
A: Çok yüksek binalar, gökdelenler var merkezde. Twin Tower var mesela ikiz kuleler. Onlar mesela çok değişik bir mimariye sahip. Yanına gidince de fotoğraflarda göründüğünden daha faklı görünüyor. Yeşillik anlamında çok bolluk var. Çok yeşillik var şehrin etrafında ve kısa sürede şehrin dışına çıkabiliyorsun. Ben ilk gittiğimde nasıl süreceğiz bu trafiğin içinde diye düşünmüştüm ama sonra gördüm ki çok hızlı bir şekilde şehir içinden çıkmak mümkün.
Cyc: Trafik anlamında biraz İstanbul’a benziyordur.
A: Evet, genel olarak merkezde yoğunluk çok fazla. Ama iklimden kaynaklı olarak şehirden çıktığın zaman da sanki bir şehirde değil de bir köyde, dağlık bir alandasın gibi bir hissiyat da var. Antrenman açısından çok güzel oluyor bu. Tek bir kötü yönü var çok sıcak, aşırı sıcak. İlk gittiğim zaman ben bu havada nasıl antrenman yapacağım dedim. Ama alışıyor zamanla insan. Aşırı nem de var. Yağmur yağdığı zaman güzel oluyor ama. Bazen çiseler gibi yağdığı oluyor nemden, onu anlamıyorsun mesela.
Akşamları genellikle yağmur yağıyor. Yağmur yağdığında bir nebze serin oluyor ama serin dediğim hava yine 30-35 derece civarından oluyor. Bu yüzden zaten gün orada çok erken başlıyor bizim için. Hava çok sıcak olduğu için 8’de falan antrenmana başlıyoruz ki bunun için de 6’da falan kalkmamız gerekiyor.
Cyc: O villa içerisinde zaman nasıl geçiyor? Oda arkadaşın bir Malezyalıydı sanıyorum.
A: Evet, odada üç kişi kalıyorduk biz. Onlar da Malezyalıydı ve yaş olarak küçüklerdi benden. Türkiye’ye daha önce gelmişler ve çok da sevmişler. O yüzden oradan, yemeklerinden falan bahsediyorduk. İletişimimiz gayet iyiydi. Tabii onların yaşları küçük olduğu için çok eğlenceliydiler. İyiydi, gayet güzel geçiniyorduk.
Kaldığımız odaların haricinde alt katta toplu şekilde oturabileceğimiz bir masa var, orta katta bir televizyon odası var. Bazen orada oturup hem sohbet ediyor hem de varsa yarış izliyoruz. Aşağıda da aynı şekilde, televizyon izleyebiliyoruz. Ya da Youtube’dan eski yarışları varsa mevcut yarışları izliyorduk. Bir de sürekli kahve içiyorduk.
Cyc: Daha önce de bahsetmiştin, sıcak havaya karşı takımın aldığı bazı önlemler vardı. Nelerdi onlar?
A: Toz şeklinde, üzerinde doğal tuz yazan şeyler var, onları kullanıyoruz. Kramp girmelerine karşı bu tarz şeyler kullanıyoruz. Çok terliyoruz, aşırı sıvı kaybediyoruz çünkü. Suyun yanında mutlaka enerji içecekleri alıyoruz. Sadece su yeterli olmuyor.
Cyc: Takımla ilgili olarak neler söylemek istersin?
A: Takım işini çok ciddiye alıyor. Ben gittiğimde Langkawi Turu vardı. Bizim için Türkiye Turu ne kadar önemliyse onlar için de Langkawi Turu o kadar önemli. En büyük turlardan biri. Asya’nın Fransa Turu gibi Le Tour de Langkawi gibi de aksettiriliyor. Forması da sarı üstelik. Daha önce de gitmiştik biz ve gerçekten çok kaliteli bir tur.
Torku zamanında epey uğraşmıştık oraya katılım izinleri alabilmek için. Araya pek çok insan sokmuştuk. Bir yıl gitmiştik zaten sonra da takım davet alamadığı için gidememiştik, çok zor çünkü katılım sağlayabilmek.
O yüzden o turu çok önemsiyorlar, bizler de onu önemseyerek yaptık antrenmanlarımızı. Çok yoğun antrenman yapıyorduk ki antrenman sonrası bir şey yapmaya vaktimiz olmuyordu.
Çalışma prensibi, antrenman olarak eğer senin kendin çalıştığın bir program varsa buna saygı duyuyorlar. Sen kendi antrenmanını yapabiliyorsun. Kendi sporcularına uygulamakta oldukları kendi programları da var elbette. Bunlar ciddi anlamda ağır programlar. Haftanın yaklaşık altı günü antrenmanın olduğu bir program. İçerisinde 5-6 saatlik antrenmanlar var. Keza plan program ne olursa olsun üç saatin altında da hiç antrenmanımız yok zaten.
Cyc: Ne tarz antrenmanlar yapıyorsunuz genellikle?
A: Orada zaten genelde düz yol pek yok. Ya iniyorsun ya çıkıyorsun, o tarz bir yer. Nabız zone’u ve güce dayalı yokuş antrenmanları yapıyoruz. İçeriksiz bir antrenmanımız olmadı hiç, hep bir içeriği var antrenmanlarımızın. Boş geçirdiğimiz, güle oynaya yaptığımız bir antrenman hiçbir zaman olmadı. Antrenmanların sonunda da sanki bir yarış sonuna gelmişçesine yoruluyoruz, o kadar ağır oluyor antrenmanlar.
Bunun yanında beslenmemize de dikkat ediyoruz. Bu konuda da çok destek oluyorlar çünkü, profesyonel bisiklete baktığımız zaman en önemli şey beslenme ve dinlenme antrenmandan sonrasında. Bunu en iyi şekilde sağlıyorlar. Takım içerisinde her şey sporcuya yönelik olarak hazırlanmış durumda.
Bizim ülkemizde böyle bir tesise sahip bir takımımız yok maalesef henüz. Beslenme anlamında tamamen sporcuya yönelik besinler çıkıyor. Sebzesi, proteini, karbonhidratı, porsiyonu her şeyi sporcuya göre ayarlanıyor. Ona göre programlanıyor. Bu da takımın ciddiyetini fazlasıyla gösteriyor.
Bunun haricinde motor arkası antrenmanlarımız oluyor. Sırf bunun için 2-3 tane motorumuz vardı. Aynı zamanda takım aracı var, bize destek oluyordu antrenmanlarda. İsteyen o günkü antrenman planına göre motorla antrenman yapıyor, motorun arkasından gidiyor veya motor ona eşlik ediyor. Bu gibi konular da çok iyi destekliyor takım. Ve gerçekten çok ciddi bir şekilde çalışıyoruz. Buraya geldikten sonra ben iki yıldır çok da fazla çalışmadığımı gördüm açıkçası.
E: Epey kilo da verdin gittikten sonra, bunu da görüyoruz.
A: Evet. İki yıldır, şu anki kiloma düşmemiştim. 69 kg civarındayım şu an.
Cyc: Takım içerisindeki sporculara bakarsak orada da seviye hayli yüksek. İtalyanlar var, Moldova’dan sporcular var.
A: Oradaki sporcuların hepsi iyi olduğu, kürsüde kendini gösterebilecek potansiyelde oldukları için onlara ayak uydurmak gerekiyor. Bir şekilde senin de kendini ispatlaman gerekiyor yarışlarda. Keza antrenmanlarda da bunu kanıtlaman gerekiyor. Takımdaki sporcuların da iyi sporcular olması benim antrenmanlarda daha fazla motive olmamı sağladı. Hedeflerinin çok büyük olması da önemli.
Sezon başındayken henüz Langkawi Turu’nu kazanacağız diyerek girdik mesela tura. Turu kazanma fikri çok büyük sorumluluk yükledi üzerimize.
Cyc: Takım sizi nasıl motive etti o yarış için? Çünkü onlar için çok önemli bir yarış, bu önemi size nasıl hissettirdiler?
A: Fazla strese sokmadan durumu açıkladılar, daha önce kazandıklarını, çalıştığımızda başarabileceğimizi söylediler. Etapların bazılarını antrenman şeklinde geçtik. Eve yakın olan etapları özellikle öncesinde antrenman şeklinde geçtik. Yokuş etapları vardı örneğin bizim bulunduğumuz evin yakınında biten, onları birkaç kez antrenman şeklinde geçtik. Hemen hemen her hafta yokuş antrenmanı yaptık orada.
Mesela benim ikinci kez üçüncü olduğum Qualalumpur’daki etabın bana uygun olduğunu söylüyorlardı. Etapla ilgili bilgilendirmeler yapıyorlardı. Şöyle gideceksin, burayı şöyle çıkacaksın gibi. Gelecek sporcularla, rakiplerle ilgili de bilgiler veriyorlardı sürekli.
Cyc: Bunlar daha önceki takımlarında da oluyor muydu? Bunlar gelecek, bu sporcular gelecek buna göre şunu yapalım gibi şeyler daha önce de var mıydı yoksa bu Sapura’ya özgü bir durum mu?
A: Antrenmanlara daha fazla motive olmak amacıyla yapıyorlardı aslında bunu ara ara. NTT’nin geleceğini söylüyorlardı mesela. Bu gibi şeylerle işin ciddiyetini gösteriyorlardı aslında. Motive etmek amacıyla.
Cyc: Senin turun daha ilk etabında kürsüye çıkman hem senin üstünden bir yük almış hem de takımı da motive etmiştir turun geri kalanı için. Sonrasında da genel klasman, tırmanış mayosu, senin farklı etap derecelerin derken nasıl bir sinerji oluştu takımda bu başarıyla birlikte?
A: İlk etapta podyumda olmak tabii ki çok güzel bir şeydi.
Cyc: Peki sen bekliyor muydun hemen takıma gelir gelmez böyle bir derece?
A: Zorlanabileceğimi tahmin etmiştim ama bu kadar kısa sürede podyum gelmesine ben de şaşırdım. Beklemiyordum çünkü, Langkawi Turu eşdeğerinde bir yarışı ben en son geçen sene Türkiye Turu’nda koşmuştum. Ya da Çin’deki Quinqua Lake yarışını koşmuştum. Yani çok uzun aradan sonra böyle bir yarışta podyumda olabilmek benim için de büyük bir şeydi.
Podyumda olacağımı düşünüyordum ama iki kez üst üste olacağını hiç düşünmemiştim. Çünkü ilk 3. olduğumda kendimi çok güçlü hissediyordum ki finişe girerken artık bayağı fark da açılmıştı grupla aramızda. O da özgüvenimi yerine getirdi tabii.
O zaman da sizinle konuşmuştuk, bu tarz sprintler için reflekslerin açık olması bunun için de yarış koşmak gerekiyor diye. Bazı konularla yanlış kararlar veriyorsun o an ve o da sana podyum şansını kaybettiriyor. Çünkü çok anlık bir şey, saliselik bir durum. O anda tamamen doğru kararı vermek gerekiyor, takip edeceğin takımı, adamı doğru seçmen gerekiyor.
Sonuçta evet, bu kadar kısa sürede podyum beklemiyordum ama demek ki çok iyi çalışmışız, ciddi çalışmalar, ilerlemeler kaydetmişiz. Sonuçta da bu güzel sonuçları elde ettik. Güçlüydük yani, ağırlığımızı hissettirmiştik turda.
Cyc: Langkawi’de genel klasmanı kazandınız, 4. ve 7. de yine sizdendi üstelik. İlk ona da epey kişi soktunuz. Bu başarı sonrası takımdaki atmosfer nasıldı?
A: Takım zaten ilk etaptan itibaren birbirine bağlılığını göstermişti. İlk etapta takım arkadaşım beni öne taşımak için epey mücadele verdi, sonrasında da podyum başarısını yakalamış oldum. Önde kaçanlar olmasa belki de ilk etabı kazanıp o formayı giymiş olacaktım.
O da benim için çok büyük bir ayrıcalık olurdu. Birlikte antrenman yaptığımız için zaten herkes birbirini çok iyi tanıyor, neler yapabileceğini biliyor. Orada başladı zaten ilk etaptan, birbirimize olan bağlılık. Onlar bana ne kadar yardım ettiyse ben de yokuş etaplarında onlara yardım etmeye çalıştım.
Cyc: Ki fotoğrafların da vardı, pelotonu sen çekiyordun.
A: Evet. Dördüncü etaptan sonra sarı formayı da almamızın ardından ki ilk onda da iki üç sporcumuz vardı, hem onları koruyup hem de sarı formayı koruyacaktık. Takımca hedefimiz buydu. Diğerlerini de çok fazla yıpratmadan, zaman yememeleri için; çünkü zaman farkı azdı, ikinci ile araları yakındı birbirine. Serghei (Tvetcov) vardı benimle birlikte, ikimizin genel klasman iddiası olmadığından özellikle bize büyük yük düşüyordu.
Düz etaplarda öne geçip çevirme durumu oluyordu. Hatta etabın birinde, fotoğraflarımın olduğu etapta, 24 kilometrelik bir köprü vardı, 24 km boyunca o köprüden geçtik. Bayağı rüzgarlıydı. O etap, 80 km boyunca grup hiç durmadı.
Bir-iki-üç kişi döne döne grubu alalım istiyorduk. Ataklar oluyordu, herkes artık birbirinin son şansını denemek istiyordu. O gün de sonlara doğru biraz yokuşlar vardı. Ataklaşmalar sürekli devam ettiği için çok yıpratıcı oldu. Biri gittiği zaman 10-15 kişi ayrılıyor gruptan, onları tekrar bizim yakalamamız gerekiyor çünkü herkes bize bakıyor gittikten sonra.
Ataklaşmalardan sonra en sonuncusunda 50 kişi falan gitti, grup bayağı bir ayrıldı. Sarı formayla ben kaldık önde. İlk başta 10 kişi gitti, sonra 20 kişi gitti derken gidenler ön tarafta birleştiler. 50 kişi falan oldu tam da o köprüye yaklaşıyorduk. Son birkaç km kalmıştı.
Antrenör de telsizde anons ediyordu. Köprüde bir arada olun diye. Ama 50 kişi önden atak yapıp gidince arkada sarı formayla ben kaldık. Sonra bir şekilde benim o sarı formayı öne taşımam gerekiyordu. Bir şekilde onu gruba yetiştirmeyi başardım ama benim de canımdan can gitti o anda. Tek başımaydım çünkü, onu gruba yetiştirmem ve o grubu dağıtmam gerekiyordu. Sorumluluk bana düştü. Anlık bir gecikme o sarı formayı kaybetmemize neden olabilirdi. Bu şekilde bir mücadele verdik. Tamamen kenetlendik birbirimize.
Danilo (Celano) da etaptan sonra bana teşekkür etti. Sarıldı, düzde bayağı güçlü olduğunu gördük falan dedi. Bayağı mutluydu. Ayrıca yardım ettiğimi görmesi de farklı bir bağ kurmamızı sağladı.
Cyc: Sana bir lakap da takmışlar sanırım?
A: Serghei (Tvetcov) biraz daha kontrollü gitmeyi seviyor. Ben de daha süratli gitmeyi seviyorum önde çevirirken. O mesela 40’la kontrollü gidiyorsa ben 45-50’ye çıkıyorum. Ona dizel bana turbo diyorlar (gülüyor). O çok ani hızlanmalara gelemiyor. Belli bir sabit tempoda uzun süre gitmeyi seviyor. Eski takımda Muhammed (Atalay) abi tarzında birisi gerçekten.
Cyc: Sen takım arkadaşın Serghei ile de yakınlaşıyorsun tabii ister istemez değil mi? Sorumluluklarınız benzer çünkü.
A: Tabii. O etapta 50 kilometreyi tek başımıza ikimiz geldik. 24 kilometrelik köprünün olduğu etapta. Köprüyü çıktıktan sonra yokuşlar başladı. İn çıklar vardı ve biz önde çevirdiğimiz için oraya kadar tabii o yokuşlarda tutunamadık. Orada arkadan Serghei (Tvetcov) ile ikimiz birlikte geldik. Bir bağ kuruldu tabii aramızda.