Bizimle iletişime geçin

Editoryal

WATOPIALI

Düşünün. Bir gün İrlanda’da, ertesi gün Avusturya’da, etrafınızda ise dinozorlar eşliğinde pedal basıyorsunuz. Cyclist Türkiye sizleri Zwift’in sanal dünyasına davet ediyor

Yazı SİNAN ÇAKMAK

Sonunda yaşamak istediğim ülkeye temelli olarak yerleşiyorum. Bir süredir ufak kaçamaklar yapıyor, bakınıyordum. Hâlâ aktif volkanın karşısında yer alan Arnavut kaldırımlı İtalyan kasabasını mı tercih etmeliydim? Yoksa girişi tüm adaya hakim bir manzaraya sahip, çıkışı ise ürkütücü vadilere açılan Alp köyünü mü? Sonunda ikisine de yakın olan, üstelik su altı tünelleriyle komşu adalara ulaşım kolaylığı sağlayan şehri seçiyorum. 

Corona pandemisi karar verme sürecini hızlandırıyor. Öncesinde vicdanım rahat değildi. Ne de olsa “gerçek” bisikletçi ardı gelmeyen yağmurdan bıktığını veya dağları özlediğini itiraf edemezdi; donmuş ayak parmaklarıyla rüzgâra karşı pedal sallamaktan haz duymaya devam etmeliydi. Ama artık çoğumuzun evden çıkması yasak. Bisikleti olanlarımız için ise sığınılabilecek bir ülke var: Watopia! 

Nüfusunun büyük çoğunluğunu bisikletçilerin oluşturduğu; triatletlerin
ve koşucuların çoğunluk tarafından küçümsenmediği bir toplum düşünün. Dört mevsimin tüm güzelliklerini aynı gün içine sığdırabilen bir coğrafyaya kurulu; yollarını motorlu taşıtlardan arındıran, yenilerini ise sadece bisikletçilerin ihtiyaçlarını – ve fantezilerini – gözeterek açan bir hükümet tarafından idare edilen bir ülke hayal edin.

Enerji ihtiyacını bisikletçilerin ürettiği Wattlarla karşılayan bu ütopya, “Watt-Opia”, uzak kıta Okyanusya’nın da en uzak köşesinde, Santa Cruz takımadalarının güneydoğu ucunu oluşturuyor. Haritalarda bu ada Vanikoro adıyla yer alıyor. 

“Yarış daha başlamadan 400 Watt’a çıkman lazım ki ön gruba tutunabilesin” diye bağırıyor komşularımdan birisi. 1500 bisikletçi çizgisinde yerimizi almış, birazdan başlayacak olan Watopia Turu’nun kraliçe etabı sayılabilecek üçüncü etabı öncesinde trainerlerımızda ısınıyorduk.

“Bayrak kalkıyor, trainerler altımızdan çekiliyor. Kısa sürede oluşan ön gruba girmeyi başarıyorum. Watt sayacı 500’ü gösteriyor”

“Bugün ön tekerlerinizin altına yükseltici koymanız lazım yokuşta gerçek tırmanışı simüle etmek için” diye cevap yetiştiriyorum. Eğimle beraber trainer rezistansının artması ve artan eylemsizlik etkisi, pedala daha fazla güç uygulamamızı gerektiriyor. Ama yükün kaslarımıza nasıl dağılacağını bisiklet üzerindeki pozisyonumuz belirliyor. Düz yol pozisyonuyla yokuş antrenmanı yapmak gerçek tırmanışlarda çok işimize yaramayacak kasları çalıştırmamız anlamına geliyor.

“GERÇEK!?!” diye bir ses yükseliyor. Harflerin büyük olması beni kendime getiriyor. Henüz gerçek bir Watopialı olmadığım yüzüme vuruluyor belli ki. Kendimi dışlanmış hissetmeli miydim?

Bayrak kalkıyor, trainerler altımızdan çekiliyor. Kısa sürede oluşan ön gruba girmeyi başarıyorum. Watt sayacı 500’ü gösteriyor. En az 30 saniye bu gücü tutamazsam geriye düşeceğim. 30 saniyeden sonra en az 4.5 W/kg’ı korumaya devam edemezsem yine geriye düşeceğim. Grupla arayı azıcık açarsam hava direnci artacak, arkalara düşeceğim. Üstelik önümüzde Watopia’nın en zorlu tırmanışı olan Alpe du Zwift yükseliyor.

Zwift, bilişim teknolojileri uzmanı ve bisikletçi Eric Min’in firmasını sattıktan sonra evinde trainerı üzerinde sıkılmaya başlamasının bir ürünü. Hobi olarak 3D antrenman programlarıyla ilgilenen Jon Mayfield ile bir araya gelip geliştirdikleri proje, 2013 yılının Eylül ayında beta sürümü olarak kullanıcılara açılıyor. Zwift kısa sürede online bisiklet antrenman programı uygulamaları arasından sıyrılıyor.

Motivasyon sağlamak için yarışma veya rota görüntüleri eşliğinde antrenman programları sunmak yerine Zwift, sosyalleşmeyi öne çıkararak bisikletçileri ortak bir dünyada – ya da sanal bir alemde – buluşturuyordu. Watopia böyle kuruldu. Beta sürecinden sonra yeni rotalar eklendi. Yakındaki dağlar aşıldı, Alplerin efsane Alpe d’Huez’inin bir benzeri olan Alpe du Zwift rotası açıldı. Hatta komşu adada hala dinozorların yaşadığı keşfedildi. Sokak köpeklerine alışık olan bizleri Velociraptorlar kovalamaya başladı.

Bu arada Watopia dışında bazı ülke/şehirlere gitmek de mümkün kılındı. Ama çekinmeyin, oralarda da salgına karşı güvendesiniz. Zira New York’un Central Park’ına belirsiz bir gelecekte ulaşıyorsunuz. Camdan köprülerle yüzlerce metre yükseğe tırmanıyor, göletlerin üzerinde KOM avlayabiliyorsunuz. Richmond, Innsbruck veya Yorkshire’a gittiğinizde ise geçmişte kalan dünya şampiyonası etkinliklerinin son kilometrelerine katılmış oluyorsunuz.

Arnavut kaldırımlı kısa dik yokuşlar için Richmond, uzun rampalar için Innsbruck, kötü hava (ve engebeli rota) için ise Yorkshire’ı tercih etmenizi öneririm. Londra’ya gitmeyi göze alıyorsanız kısa sürede şehir merkezinden uzaklaşmanız ve meşhur Box Hill gibi yokuşlara ulaşmanız mümkün.

Sosyal boyutu öne çıksa da antrenman programları, Zwift için büyük önem taşıyor. Bisikletçiler günlük amaçlarına uygun çok sayıda antrenmandan birini seçebiliyor veya haftalar sürecek bir programa kaydolabiliyorlar. Antrenörünüzden aldığınız veya kendi yazdığınız programı da yükleyerek seçtiniz bir rotada uygulayabiliyorsunuz. 

Zwift’i kullanmak için basit bir trainer ve ANT+ veya Bluetooth’la çalışan bir hız sensörü yeterli (desteklenen trainer’ları Zwift’in sayfasında görebilirsiniz). Ama akıllı bir trainerla sürüş deneyiminiz çok daha gerçekçi bir hal alıyor. Antrenman programlarınızı da çok daha disiplinli bir şekilde takip edebiliyorsunuz. Örneğin ERG modu, eli kırbaçlı bir antrenör kılığına girip trainerın rezistansını kullandığınız vitesten bağımsız olarak ayarlıyor. Zorlandığınızda ya da kadans arttırmak istediğinizde vites küçültmeniz işe yaramıyor!

Antrenman programının dışında bindiğinizde trainerınızın zorluk ayarını belirleyebiliyorsunuz. Ama unutmamalı: Eşitlikçi, adil ve hilenin olmadığı bir dünyada pedal çeviriyoruz. Yokuşlara vurduğumuzda trainerımızı kolaya almamız, eğim farklarını fazla hissetmesek de hızımızın düşmesine sebep oluyor. Zorluk ayarını yükselttiğimizde eğim farklarını daha net hissediyor, sık sık vites değiştirmek zorunda kalıyor ve ona göre pedal basıyoruz.  

Trainerımın büyük dişlisini 28’den 32’ye çıkarmış, Watopia Turu’nun kraliçe etabına teknik olarak da hazırlıklı girmiştim. Antrenman programımı kısa süre önce tamamlamış, üzerine gerekli dinlenmeyi yapmıştım. Yokuşlarda beni çekecek domestiklerim yoktu belki, ama içeceğimi ve yiyeceğimi kimsenin getirmesine de gerek yoktu. İhtiyaçlarım yanımdaki sehpada yığılıydı.

İlk 30 saniyeyi atlatmıştım. Hala ilk gruptaydım ama tempoyu tutturamayacağım belli olmuştu. Önümdekilerin deryarına girmiş olsam da yavaş yavaş geriye düşüyordum. Nabzım çoktan tavan yapmıştı bile. Geçtiğimiz sene katıldığım yol yarışları aklıma geliyor. Her seferinde ilk 20 dakika boyunca bisikletle olan tüm ilişkimi, hoş olmayan kelimeler eşliğinde sorguluyor, bir daha herhangi bir yarışa katılmayacağıma yemin ediyordum. Bu sefer de öyle oluyor.

Akın akın insan geçiyordu artık beni. İlk 50 arasından 500’lerin gerisine düşmüştüm ve daha 5 dakika geçmemişti! Alpe’i düşünmek bile istemiyordum. Sonunda kendi tempoma uygun bir gruba takılıp soluklanabildiğimde ise moralim yerine gelmeye başlıyor. İstediğim Watt değerini olmam gereken nabızda tutup, ufak ufak ön gruplara sıçrayabiliyordum tekrar. Alpe’in 7 numaralı virajına, Hollandalılar köşesine geldiğimde 200’üncüyü yakalamıştım.

“Trainerımın büyük dişlisini 28’den 32’ye çıkarmış, Watopia Turu’nun kraliçe etabına teknik olarak da hazırlıklı girmiştim”

“Şu rüzgâr da olmasa” diye söyleniyorum iyice aero pozisyona yatarak. Virajları döndüğümde rüzgârın da yön değiştirmesi, en azından arada bir arkadan ittirmesi gerekmez mi? Ancak o zaman gözüm tam güçte çalışan fana erişiyor. Kısmam söz konusu değil çünkü içtiğim su terlediğim sıvıyı karşılamaya yetmiyor bile. Bir dahaki sefer rüzgârın itici gücünü hissetmek için fanı arkama yerleştirmeye karar veriyorum. 

Eski dünyanın kötü alışkanlıklarını Zwift’e taşıyanlar elbette mevcut. Doping konusunda Zwift olabildiğince sert. Geçtiğimiz sene İngiltere eRacing şampiyonasını kazanan Cam Jeffers’ın ödülünün elinden alınması, üstelik yol yarışlarından da 6 ay men edilmesi bunun güçlü örneklerinden biri.

Güçlüydü çünkü söz konusu olan, yarış içi bir doping değildi. Jeffers’ın yarıştan önce ANT+ simülatörüyle kendisini Zwift’te 50bin metre tırmanış yapmış gibi göstererek “Tron bike”ı kullanmaya hak kazandığı tespit edilmişti. En hızlılarından biri olan bu bisiklet, jant setleri, aero kasklar gibi yeterince puan toplayan herkesin erişimine açık. Ama bunu hak etmeden elde etmiş olması doping cezası yemesi (ve bunun Zwift dışında da geçerli olması) için yeterli sayılmıştı. 

Olduğumuzdan farklı görünmek de cezaya tâbi miydi acaba? Gerçi zirve finişini 175’inci sırada geçtim ama yine de aklıma takılıyor. Ayrımcılığın olmadığı yerde geride kalanı kayırmak da olmasa gerek. Bana kalsa avatarımın keli açılmaya başlamıştı. Ayrıca gözlüklü ve sıska olmalıydı. Tabii bir de anca orta seviye alüminyum bir bisiklete sahip olabilirdi. Ne var ki duruma el koyan kızlarım ideallerindeki babayı bir çırpıda tasarlayıverdiler. Güneş gözlüklerini takmış, yapılı vücuda sahip, gür saçlı bir bisikletçiydim artık. 

Bisikletimi ise kendim seçtiğimi itiraf etmem gerekiyor. Yaşamak istediğim dünyada hayalimdeki bisiklete sahip olmalıydım!

E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!

Yorumlar için tıklayın

Cevapla

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Öne Çıkanlar

Bağlan
E-Posta Bülteni

E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!