Yazı İRFAN TÜRETGEN Fotoğraf TARIK GÜL
Yıllardır bisiklete binen biri olarak tırmanışları oldum olası çok sevmişimdir. Sporculuğumun büyük kısmı Strava olmayan o karanlık dönemlere denk geldi. Karanlık dönem diyorum, zira Strava kaydı yoksa o sürüş yapılmış sayılmayan bir zamandayız. O sebeple gençliğimdeki tırmanışları saymıyorum / saymıyorlar.
Kimine güzel bir motivasyon aracı, kimine ise kaptanın seyir defteri tadındadır Strava. Şu zamanlarda ikincisini tercih ediyorum. Sporculuğumun Strava barındıran kısmında ise İzmit-Kartepe’ye senede bir kez çıkar olduk. Uludağ’a ise birkaç ay önce tırmanış yarışı sayesinde resmi olarak çıkmış oldum. Çok uzun zamandır tırmanmak istediğim zirvelerden biri ise Fethiye’deki Babadağ idi.
30 yıllık can dostum, antrenman arkadaşım Erol Özbey yaklaşık bir yıl önce Fethiye’ye taşınarak, o yörede antrenmanlara devam etmeye başladı. Babadağ’a tırmandığını görmem bardağı taşıran son damla oldu. Dergiye içerik üretip sizlerle paylaşmak da işin ayrı bir cazibe noktası elbette. İlk uygun fırsatta çantamı toplayıp, bisikleti hazırladım. İstanbul’u arkada bırakarak evinin kapısına dayandım. 50’li yaşlarına bisiklet sürerek yaklaşan ve emeklilik hayatını da iki teker üzerinde geçirmeyi hayal eden bu ikili, büyük bir zevkle Babadağ’a tırmandı ve derginin objektifinden bu tatlı anıyı siz değerli okurlara aktardı.
Antik çağlardan kalan adıyla Kragos, şu an bilinen adıyla Babadağ, Toros dağ silsilesinin batıdaki uzantısı olarak biliniyor. Adıyla neredeyse özdeş olan zirvenin denizden yüksekliği 1969 metre olarak görülüyor haritada. Fethiye’ye karayolu ile Göcek tarafından geliyorsanız daha sahile inmeden, Katrancı sapağını geçince heybetli cüssesiyle karşınızda dikiliyor. Yanındaki Mendos Dağı bile onun yanında küçük görünüyor.
Fethiye zaten bir turizm cenneti, fazla söze hacet olmayacak o hususta. Batısında Çalış Plajı ile başlayan zenginlik, Belcekız Plajı ve Ölüdeniz lagünü ile sürerken Babadağ ile taçlanır. Babadağ’ın eteğindeki vadilerden biri de Kelebekler Vadisi’dir. 350 metreye ulaşan sarp kayalık duvarlarla çevrili olan vadi ismini, barındırdığı 80’den fazla kelebek türünden ve özellikle Kaplan kelebeğinden almış.
Babadağ Hava Sporları Merkezi ve Rekreasyon Alanı ise yamaç paraşütü başta olmak üzere, yelken kanat gibi sportif amaçlı turizm faaliyetlerinin yapıldığı dünyaca ünlü bir spor merkezidir aslında. Ticari ve sportif atlayışların yıllık toplam sayısı 100 bin civarında olduğu söylenmekte. Fethiye’nin sırtını güvenle yasladığı Babadağ, farklı güzergâhlarıyla yürüyüş tutkunlarına da değişik seçenekler sunuyor. Bunlardan en önemlisi Likya Yolu.
Tarihsel kaynaklarda antik Likya’nın sınırları içindeki site devletlerini birbirine bağlayan patikaların oluşturduğu bir ulaşım sistemi olarak anlatılır. Likya Yolu, Türkiye’nin güneyinde, Fethiye’den Antalya’ya giden, 540km uzunlukta, yürümesi ortalama 29 gün süren, işaretlenmiş bir yürüyüş rotasıdır. Rota, genel olarak Roma yolları, eski patikalar ve katır yollarından oluşur. Sıklıkla kayalık ve taşlıktır. Bundan dolayı ne yazık ki dağ bisikletine uygun değildir.
Sahil ve dağlar arasında yer alan rotada sık sık dik yükseltiler bulunur. Rota, 1999 yılında İngiliz tarihçi Kate Clow tarafından araştırılmış, tasarlanmış ve işaretlenmiş. Bu kadar uzun mesafeyi yürümek bana göre olmasa bile meraklılarının oldukça fazla olduğu aşikâr.
Gelelim ana konumuz olan sürüşe. Erol Özbey Babadağ’ın eteğinde oturuyor desem yanlış olmaz. Sadece Babadağ tırmanışı için gelsem beni salmaz zaten İstanbul’a. Beraber çevredeki nefis cazibe merkezlerine doğru gün gün antrenmanlar yaptık. O da yalnız bisiklet sürmekten sıkılmış, omuz omuza pedal çevirmek ikimize de çok iyi geldi.
Uzun yıllar boyunca beraber antrenman yaptık, ancak evini, işini, eşini ve çocuğunu alıp Fethiye’ye yerleştiğinden beri beraber süremez olmuştuk. Aslında o, birçok büyük şehir hayatı yaşayan insanın hayalini gerçekleştirdi. Kalabalıktan, trafikten, kirli havadan ve keşmekeşten uzaklaştı. Rahatça bisiklete binebileceği rotalara da kavuştu. Ben de o güzel parkurlardan dört-beş tanesini onunla geçtim.
Strava rotamıza Fethiye ilçe merkezinden başladık. Yazın kavurucu sıcakları geride kalmış, yerli ve yabancı turistlerin sayısı hayli azalmıştı. Doğal olarak ilçe içindeki trafik de rahattı. Ölüdeniz tabelaları bizi rotamızın yoluna sokacaktı. Hisarönü’ne ulaşmak da o kadar kolay değil. Patlangıç mevkiinde oldukça dik bir rampa bizi kucaklıyor. Rampa hem dik hem de asfalt stabilize. Neyse ki altımızda dağ bisikleti var.
Titreşimleri o kadar çok hissetmiyoruz. Rampanın bitişiyle Ovacık Mahallesine giriyoruz. Hisarönü Mahallesi de Ovacık’a bitişik. Geceleri Hisarönü ayrı bir dünya oluyor. Cadde araç trafiğine kapanıp yemek, bar, gece kulübü formatına eviriliyor. Çok meraklısı olmasam da bir akşam o patırtının ortasına dalıverdik.
Üç viraj sonra arka lastiğim yerde zıp zıp sekmeye başlıyor
Bisiklete geri dönelim, Hisarönü mahallesinin tam içinden sola doğru giren Mendos Caddesi’ne sapıyoruz. İlginç olan, bir tabela falan yok. Paraşüt firmalarının reklam tabelaları bize ipucu veriyor. Erol buraları iyi bilmese ben o sapağı kaçırırdım. Dağ yoluna girer girmez trafik hemen seyreliyor. Bu yollarda antrenman yapmaya gelen, hatta burada yaşayan oldukça fazla sayıda İngiliz var. Strava segmentlerindeki lider tablosundaki isimlerden kolayca fark ediliyor. Hatta e-bike kullanan da var.
Zira bazı segmentlerde tırmanışları inanılmaz hızlarla çıkmışlar, merak edip profile baktığınızda karşınıza bir dede veya küçük kız denk gelebiliyor. Erol ve ben de birkaç segmentte listenin tepesinde yer alıp KOM alabilmek için az sayıdaki fişeklerimizi yakmaya göze alıyoruz. KOM, açık adıyla “King of Mountain” yani dağların kralı anlamında olup belli bir mesafedeki segmenti en hızlı geçenin tacı oluyor Strava isimli uygulamada. Sürüş sonunda görüyoruz ki bir tane ben, bir tane de Erol KOM alarak pastanın üzerine birkaç damla çikolata tanesi serpiştirmişiz.
Stabilize yol Hisarönü sonrasında dikleşmeye başlıyor. Bu parkuru daha önce geçmiş olan Erol, tırmanışı kafasında üçe bölmüş. Hisarönü’nden başlayan ve kilitli parke taşa kadar uzanan ilk kısım, tırmanışın orta kısmındaki kilitli parke taş (muhtemelen toprak kaymasına tedbir olarak yapılmış) ve son 5km nispeten daha az eğimli olan bölüm. Kızılçam ve sedir ormanları arasından zirveye giden yolun büyük kısmı kilitli parke taş. Son 5km stabilize iken zirveye az kala süren teleferik ve tesis yapımları nedeniyle kısa da olsa toprak yoldan geçiyorsunuz.
Kilitli parke taş bölümünde yol bazen tek araç geçecek kadar daralıyor. Keskin firkete virajlar da bu bölgede. İşin tek sıkıntılı tarafı, paraşüt alanına müşteri taşıyan minibüsler. Tehlike yaşamadık ama çok hızlı geçiyorlar yanımızdan. Belki biz ikimiz yakın geçişlere alışık olduğumuzdan pek irkilmedik ama biraz daha dikkatli olmak gerekiyor minibüsler yaklaşırken. Zaten o sessiz rotada kolayca duyuyorsunuz geldiklerini.
Arada bir üstü açık Safari minibüsleri de geçiyor, kafalarında kaskları olan turistler el sallıyor. Hatta yanımızdan yavaş geçen bir tanesinden turistin biri bizi de yabancı sanarak “Pişman mısınız?” diye İngilizce seslendi, gülümsedik adama. Hava sıcak, çenemden ter damlaları şıp şıp kadroya düşüyor. Genelde terlemem ama tırmanış uzun olunca, hız da düşük olduğundan rüzgârla kuruması pek mümkün değil. Turistin sorusu sonrasında birbirimize bakıp güldük.
Nasıl Gittik?
Babadağ, uluslararası Dalaman Hava Limanı’na toplam 50km, Antalya Hava Limanı’na 225km uzaklıkta bulunmaktadır. Özel araçla İstanbul’dan E881 üzerinden mesafe 574,9km’dir.
Acının hazza dönüştüğü bariz, birbirimize arada bir omuz atarak tatlı tatlı takılarak tırmanıyoruz. Ama tempoyu hiç bırakmıyoruz, zira hedefimiz iyi bir antrenmandı. Hisarönü sonrasında Zon 3, zaman zaman Zon 4 seviyesinde, arada bir eşik güçte yüklenerek dağa meydan okuyoruz, Kragos’un umurunda mı acaba? Eğer tırmanış sonrasında akşam bacaklarda tatlı bir ağrı varsa o gün sürüş faydalı olmuştur demek yanlış olmaz.
Erol bana “lastiğin patladı” diyor, ben de gülüyorum. Asfalt temiz, MTB lastiğine bir şey olmaz diyorum. Üç viraj sonra arka lastiğim yerde zıp zıp sekiyor. Objektifin arkasındaki emekçi Tarık Gül hızır gibi yetişiyor. Biz Erol ile tırmanırken o da hemen ilerimizde, güzel foto çekebileceği açıları yakalamaya çalışıyor. Bazen arabasını görüyoruz ama Tarık’ı göremiyoruz. Güzel bir açı yakalayacağı bir kayalığın üzerinden sesleniyor bize. Patlak lastik için hemen yardıma koşuyor.
Ben lastiği sökerken o da iç lastiği hazırlıyor. Dış lastikte diken kontrolü yaparken eline iki tane diken geliyor. Muhtemelen bir önceki sürüşten kalmış, çünkü asfaltta o dikenlerin işi olmaz. Dikenleri söküp yeni iç lastiği takıp hemen hava basıyor Tarık. Biz de orada mataralara arabadan su takviyesi yapıyoruz. Üç dakika içinde yeniden bisiklet üzerindeyiz. Eli bu işlere alışık üç kişi bir arada olunca sırtınız yere gelmez.
Aslında bu yolun bisikleti cyclocross türüdür. Yol bisikletiyle de çıkabilirsiniz. Muhtemelen daha akıcı bir temponuz olacaktır. Ama iniş için dağ bisikleti nefis. Geniş gidon, hidrolik disk frenler, amortisör, kalın lastikler güven veriyor. İnişi düşünmek için çok erken ama, henüz daha yarı yoldayız.
Meslek icabı gözüm rotadaki flora ve faunayı da kesiyor. Bisiklet üzerinde can çekişsem bile çevredeki canlı dünyası ilgimi çekiyor, belki mesleki deformasyon yüzünden. Uzmanlık alanım mikrobiyoloji olsa da lisans derslerinde gördüğümüz flora & fauna’ya ilgim vardır. Bitki türlerini gözlemliyorum, burada hangi hayvanların yaşayacağını tahmin etmeye çalışıyorum. Kızılçam ve sedir ormanları enfes, hava o kadar temiz ki Erol’un buraya yerleşmesinin temel nedenlerinden ilki budur diye tahmin ediyorum.
Birkaç ağaç türünden fazlasını seçmem zor oluyor haliyle sele üzerinden. Sürüş sonrasında merakla bölgenin flora ve faunasına dair web sitelerinden bilgi topladım. Babadağ Türkiye’nin 122 önemli bitki alanlarından biri olarak yer alıyor. “Önemli Bitki Alanı” botanik açısından olağanüstü zengin, nadir, tehlike altında ve endemik (sadece o bölgede bulunan) bitki türlerinin çok zengin popülasyonlarını içeren doğal bir alandır. Toplanması ve ihracatı yasak olan bitkilere kadar varan türlere ev sahipliği yapan Babadağ’da bile aşırı toplama ya da doğal yaşam alanlarını tehdit eden tehlikelerle (örn. yol genişletme çalışmaları) karşı karşıya bulunuyor.
Çakal Nergisi ve Fethiye Mor Yıldızı bu bitkilerden ilk söz edilenler arasındadır. Zirve bölgesindeki habitatlarda ayrıca çok sayıda ülke çapında nadir bitkiler de yetişir. Babadağ Narin Çan Çiçeği (Asyneuma babadaghensis) Latince adlandırmasında tür adını bu dağdan almıştır. Genelde bahar aylarında çiçek açan bu bitkilerden bazılarına yazın da çiçekli olarak denk gelmek mümkün olmaktadır.
Babadağ Türkiye’nin 122 önemli bitki alanlarından biri olarak yer alıyor
Böylesine güzel ormanlık ve sarp arazi elbette hayvanlar için de güzel bir yurttur. Tilki, yaban domuzu, porsuk, yaban keçisi, çakal da bölgede bilinen hayvanlardan. Puhu, kaya kartalı ve maskeli örümcek kuşu ise uçan canlılardan örnekler. Nesli tükenmekte olan kara semenderinin bile bulunduğuna dair makalelere rastladım. Hazır biyolojiden bahsederken dağın bir vadisi olan Kelebekler Vadisi’nden de bir cümle ile bahsedeyim. Dünyanın en zengin kelebek popülasyonlarının yaşadığı vadilere sahip olması Babadağ faunasına özel bir değer kazandırmaktadır.
En son yarı yoldayız demiştim, araya biyoloji bilimini kısaca misafir ettik. Rotanın kilitli taş kısmı biterken artık zor ve sert tırmanışların olduğu kısmı geride bırakmış oluyoruz. Son 5km’lik bölümde yol yer yer düzleşiyor. Öte yandan sağ yanınız uçurum, hafif tedirgin, hafif yükseklik sarhoşu, yine de aşağı bakmadan duramıyorum. Fethiye’den yükseldikçe hava serinliyor. 10 derece kadar düştü hava sıcaklığı zirveye doğru. Artık orman da seyreldi, sol yanımızda kayalar, tepeye yaklaştığımızı anlamak zor olmuyor.
Yakın zamanda buraya teleferik ile çıkılacak. Zirvede hazırlık ve inşaat hummalı şekilde ilerliyor. Son km’ler bu sebeple toz-toprak. Biz de tozu toprağa katarak ilerliyoruz. O muhteşem manzara için pedallara asılıyoruz. Erol’a tanıdık olan bu manzara benim için çok yeni. Aşağıda Fethiye, Çalış Plajı, Katrancı, Günlük dizilmiş peş peşe. Merakla coğrafyayı inceliyorum. Derken solumuzda yamaç paraşütü platformunu görüyorum. Dakikada bir tane kalkıveriyor.
Gençken gözüm kapalı atlardım ama şu an bir ayağım yerde olsun diyorum. İnişlerde bisiklet üstünde 80-90km hıza ulaşmak bu kadar tedirgin etmiyor. 2.5 saattir sele üzerindeyiz, karnımız acıkmış. Arabaya varıp sandviç ve içeceklerimizi tüketirken paraşütçüleri keyifle izliyoruz. Hem bu arada terimizin kuruması da işimize geliyor. İnişte terli olmak hoş olmaz çünkü. Formamın içine bir yaprak gazete kâğıdı koyuyorum, rüzgâr doğrudan vurmasın diye. Tahminen yarım saat kadar ineceğiz, hem de pedal çevirmeden.
Kulağa hoş geliyor, hiçbir araç bizi sollamıyor, zira hızımıza yetişemiyor. Bir sağa bir sola yatarak başladığımız yere iniyoruz. Keyifliyim, yapmak istediğim tırmanışa da listemde bir çentik atmış oldum. Mükellef bir yemeği hak ettik, sonrasında da güzel bir koyda yüzmeye gideceğiz. Ben bu turu çok sevdim!
E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!