Evren üzerinde yaşama şansımızın olduğunu bildiğimiz (an azından şimdiki verilerle) tek gezegen, evimiz Dünya. Ve Dünya’nın doğal düzenine, ister farkında ister farkında olmadan karşı çıkmakta olan bir canlı türü insan. Dünyanın kendi halinde devam etmekte olan düzeni, insan türünün evrimleşmesi ile tehlikeye girmiş durumda ve bu nedenle de son dönemlerin moda kelimelerinden biri haline gelmiş “sürdürülebilirlik” kavramını ortaya çıkmış durumda.
Bisiklet, icadından itibaren insan bedenini hareket ettirme özelliğinden, insan bedeni aracılığı ile üretilen enerjinin kullanımını sağladığı için enerji kaynaklarına olan ihtiyacı ortaya kaldırmasından, çevreye zararlı atık üretmemesinden ve hem üretim hem idame masraflarının asgari düzeyde olmasından dolayı sürdürülebilir bir dünya için faydalı olduğunu bildiğimiz bir ulaşım aracı. E tabii ki bu ulaşım aracının enerji kaynağı olan beden hareketini sağlayabilmek için de insanın, suya ve besine ihtiyacı olduğu gerçeği aşikar.
Sadece bisiklet kullanırken ihtiyacının olmasının ötesinde, insan türü hayatının devamlılığını sağlayabilmek için öncelikle hareket ederek su ve besin bulmak zorunda idi. Ancak endüstri devrimi ve sosyal yaşamın günümüze dek süren evrimi ile oyun besin tedariki konusunda bir miktar değişmiş durumda (en azından dünyanın pek çok bölgesinde). Bunlar haricinde insan türünün geliştirmekte olduğu rafine zevkler; gıdaların, ihtiyaç haricinde “zevk nesnesi” olarak görülmesine de neden olmaya başladı. Bununla birlikte son 50 yıldır teknik ve teknolojik alandaki yenilikler ise oyunda kartların baştan dağılmasına neden oldu.
Ancak insan türü içinde (coğrafi, ırksal, sosyal, kültürel ve ekonomik özellikler nedeni ile) adil olmayan bu yeni düzen, hem bireysel olarak insanları hem toplumları ve aslında her şeyden önemlisi gezegenimizin geleceğini tehdit eder oldu. Bu nedenle bulunduğumuz yerden değil de bir üst pencereden manzaraya baktığımız zaman, bu devinim sürecinde kazandıklarımızın kaybettiklerimizi aratacağı bir dönemin başındayız diyebiliriz ve yine kaybettiklerimizi geri getirebilmek için endüstriyel ve teknik-teknolojik devrimi gelenekselliğimizi korumak adına kullanmamız gerekmekte.
Nedir bu sürdürülebilir beslenme?
Gezegenimizde çanlar yüksek sesle çalıyor. Bir yandan iklim krizi bir yandan su rezervlerinin azalması tehdit unsuru iken gerek besin gerekse diğer ihtiyaçlarımız için doğanın dengesinin bozuluyor olması geleceğimizi tehdit altına atmakta. Temel bir şekilde insan türünün devamlılığı için gerekli olan beslenme, günümüzdeki dinamiklerle sadece insanın değil tüm gezegenin sonunu getirme potansiyeline sahip bir tüketim sektörüne dönüşmüş durumda. 2019 yılında Lancet Dergisi’nde yayımlanan “Gezegen Diyeti” başlıklı makale durumu sebepleri ile ortaya koyuyor ve çözüm yollarını detaylı bir şekilde açıklıyor.
Sürdürülebilirlik kavramı son yılların en duyulan kelimelerinden. “Sürdürülebilir Beslenme” kavramı ise 2019 yılında Avrupalı 37 bilim insanının katkıda bulunduğu ve Lancet Dergisi’nde yayımlanan bu makaleden sonra yüksek sesle telaffuz edilmeye başlanmış bir tanımlama.
Sürdürülebilir beslenme; bireyin hayatı boyunca, toplumdaki bireylerin birbirleri ile eş seviyede, global olarak bir denge içinde ve dünyanın geleceğini tehdit etmeden yeme ve içme aktivitesi olarak tanımlanabilir. Ve bu tanımlama içinde bireysel ve toplumsal sağlık kadar dünya gezegeninin de sağlığı ve dengesi gözetilmesi gereken bir unsur olarak tanımlanmakta.
Gezegen Diyeti
Gezegen Diyeti vegan veya vejeteryan bir beslenmeden bahsetmiyor ancak temeli, topraktan üretilen besin maddelerinden oluşuyor. Günde 300 g sebze ve 200 g meyve önerilen bu beslenme düzeninde, protein ihtiyacının da önemli bir bölümünün baklagiller gibi gıdalardan temin edilmesi önerilmekte. Tahıllar günde 250 grama kadar tüketilmesi önerilen besin maddelerinden. Nordik veya Akdeniz tarzı beslenmeyi ön planda tutan bu makalede yağ için önerilenler zeytinyağı ve kanola yağı gibi bitkisel yağlar (40 g/gün). Diğer yandan işlenmemiş olması koşulu ile günde 10 g kadar doymuş yağ (tereyağ gibi) da önerilmekte.
Hayvansal gıdalar hem kişisel sağlık açısından hem de üretim/tüketim dengesindeki problemler açısından kısıtlanmış durumda. Öyle ki haftada sadece 100 g kırmızı et ve 200 g beyaz etin önerildiği bu beslenme düzeninde yumurtanın, protein kaynağı olarak önemi büyük. Beyaz et denince özellikle balıkçılığın önemsendiğini de vurgulamadan geçmemek lazım.
Kişisel diyetimize bu şekilde yansıyan bu diyetin değer verdiği en önemli konulardan birisi de atıkların azaltılması. Dünyada her bir öğünde israf edilen besin maddeleri ile Afrika Kıtası’nın tamamının yaklaşık 2 öğünlük yemek ihtiyacının karşılanabildiği belirtilmekte. Bununla birlikte tarımsal ve özellikle de hayvansal kaynaklı besin üretiminin dünyaya getirdiği karbon ayak izi yükü, israfın azaltılması ile hafifletilebilmekte.
Hayvancılığın, besin maddelerinin lojistik sürecinin ve israfın karbon ayak izini arttırdığı bilinmekte. İşte bu nedenle tarımsal besin kaynaklarına ve israfın azaltılmasına verilen önemin yanında “kendi toprağının ürününü tüket” sözü öğütlenmekte. Örnek vermek gerekirse; Türkiye’de tropik meyveleri tüketebilmek için harcanan enerji ve dünyaya bırakılan karbon ayak izi, gezegenimiz üzerinde geçireceğimiz sürenin kısalmasına neden olmakta. Bu nedenle tropik meyve yerine Amasya elması ve Antalya narenciyesi tüketmek daha mantıklı.
Fosfor ve nitrojen dengesi diğer yandan dikkat edilmesi gereken unsurlarken besin üretim ve tüketiminin her aşamasında su kullanımının önemi olduğunu ve bu unsurun da dünyanın susuzluk sorunu açısından önemli olduğunu unutmamak gerek.
Dünya kalabalıklaşıyor, dünyanın nüfusu her geçen gün artıyor. Bununla birlikte insan türünün evrimleştirdiği yaşam şekli doğanın kurallarıyla fazlası ile çelişmeye başlamış durumda. Geleceğimizin korunması mevcut düzenin olası gidişatı ile mümkün gibi görünmüyor. Her şey için çok geç olmadan geleceğimiz için kurguladığımız teknolojik alt yapıyı, geleneksel üretim ve tüketim süreçlerini yapılandırmak için kullanmalı ve su kıtlığı, hava kirliliği, iklim sorunları, besin temin ve tüketim sorunlarını düzeltmek için elimizden geleni yapmalıyız. Henüz zamanımız var ancak yarın çok geç olabilir.
Henüz zamanımız varken evimizin değerini bilelim. Sürdürülebilir bir dünya için enerji kaynaklarını doğru ve uygun şekilde kullanalım. İnsan türü olarak sahip olduğumuz kinetik enerji potansiyelimizi hatırlayalım ve bu kinetik enerjinin günlük hayattaki izdüşümü olan ulaşım konusunda gerekli sadeleştirme yöntemlerini bir an önce uygulamaya çalışalım. Yine gezegenimizin bize sunduğu besinleri üretirken ve tüketirken, Dünyayı düşünmesek bile sonraki nesilleri (alaturkalaştırılmış söylemle torunlarımızı) düşünerek hareket edelim.
Sele üstünden inmediğiniz, keyifli ve güneşli bir hafta sonu dilerim.