Kovid-19 sebebiyle aramızda 1000 kilometreden fazla mesafe var. Ama Skype ekranında bile cıvıl cıvıl, içten bir genç kadın Fiona Kolbinger. Almanya’nın Dresden kentinde cerrahlık stajını sürdüren 25 yaşındaki Kolbinger tam bir yıl önce sabah saatlerinde Fransa’nın Brest limanında varış noktasına ulaştığında bir inanılmazı başarmıştı.
4000 kilometrelik Transcontinental Race’i 10 gün 2 saat 48 dakika sonunda ve de açık farkla kazanmıştı. Karadeniz kıyılarındaki Burgaz’da başlayan yarışı Atlas Okyanusu kıyılarında noktalayan ve çoğunluğu erkek 263 rakibini geride bırakan Kolbinger dayanıklılık, strateji ve beceriyi bir araya getirerek başardı bunu…
4000 km’lik yarış: Transcontinental Race (TCR) 2013’ten beri yapılan ve Avrupa’yı bir baştan diğer başa kat etmeyi amaçlayan bir amatör ultra dayanıklılık yarışı. Toplu start verilen yarış birçok ülkeyi geçip 3200 ila 4000 kilometrelik bir mesafeyi kat ediyor. Uzun düzlüklerin yanı sıra her yıl yaklaşık 30.000 metrelik tırmanma parkuru da içeren TCR 2013 ile 2016 arasında Türkiye’de sona ermişti. TCR’ı genel klasmanda Belçikalı Kristof Allegaert üç kez kazanmayı başardı.
Tıp eğitiminin çok yoğun olduğunu ve de yıllar boyunca sürdüğünü tahmin ediyorum. Eğitimle antrenmanları nasıl dengelediniz?
Başlangıçta bu kadar çok spor yapmıyordum. 15 ya da 16 yaşında eskrimi bırakmıştım. Sonra ara sıra koşmaya devam ettim. Ama derslerimin ilk iki-üç yılında asla katı bir antrenman programım yoktu. Sonra bisiklete başladım. 2014’te tıp fakültesinin ilk iki yılından sonra güzel bir tatile çıkmak istedim. Heidelberg’den Stokholm’e bisiklet turu yapmaya karar verdim.
Bu tur on iki gün sürdü ve sanırım 1700 kilometreydi. Tamamen hazırlıksızdım. Oldukça ağır bir tur bisikleti satın almıştım ve bir sürü de eşyam vardı. Önceki aylarda derslerim çok yoğun olduğu için çok fazla antrenman yapmamıştım. Ama çok eğlenceliydi ve çok keyif aldım. Bu macera beni bisiklete bağladı.
Daha sonra da Londra-Edinburgh-Londra (LEL) yol yarışına katıldınız değil mi?
2014’te o Stockholm gezisini yaptım. Bir yıl sonra, İngiltere’deki geleneksel bir uzun mesafe yarışı olan Land’s End-John O’Groats’a katıldım. Geriye dönüp baktığımda, bisiklet bakımı ve tamiriyle ilgili gerçekten çok şey öğrendim. O yıldan sonra kendime güvenim de arttı. Sanırım 2017’de LEL dahil olmak üzere 3500 kilometre sürdüm. 2018’de de yaklaşık 6000 kilometre yaptım.
Artık 2019’daki Transcontinental Race’e gelelim. Katılmaya çoktan kararlı olduğunuzu görüyorum. Yarışa ne zaman kayıt yaptırdınız?
Her zaman bir önceki kasım ayında kayıt yaptırmanız gerekir. 2018’de tam da kayıt döneminde, tıp fakültesinin son dört ayını ABD’de, Houston’daki bir hastanede geçiriyordum.
Orada bilim insanı harika bir kız grubuyla tanıştım. Triatlon yapıyorlardı ve beni de aralarına aldılar. Bana bir yol bisikleti verdiler ve beni bütün sürüşlere götürdüler. TCR’ı onlarla da konuşuyordum. “Hemen kayıt yaptırmalısın” diyerek beni iyice ikna ettiler. Muhtemelen kendim de kayıt yapardım ama biraz destek görmek gerçekten çok güzeldi.

Bana kilometrelerce süren hazırlık sürüşlerinden bahsettiniz. Ne yoğunlukta antrenman yaptınız?
Mayıs ile temmuz arasında çok, çok yoğun iki buçuk ay geçirdim. Bu iki buçuk ayda neredeyse her hafta sonu en az 200 hatta 300 kilometrelik bir sürüşe giderdim. Hafta içi de Dresden’den arkadaş gruplarıyla iki-üç sürüş daha yaptım. Zaman zaman da koştum, ki bu da bana çok yardımcı oldu.
TCR 19’dan önce beklentiniz nasıldı?
Björn Lenhard gibi bir antrenman arkadaşım olduğu için şanslıydım. Lenhard, TCR 2017 ve 2018’de çok başarılıydı. Galiba üçüncü ve ikinci olmuştu. Onunla birkaç antrenman yaptım ve bana “Bu yıl en güçlü kadın yarışçı sen olabilirsin” dedi. Ben de kadınlar arasında birinci olmayı amaçladım.
Bu hedefe ulaşacağımdan emin olmak için kadınların önceki yıllarda yaptığı zamanlara baktım. Galiba en hızlı kadın 13 gün ve birkaç saatte tamamlamıştı. “12 günü hedeflemeliyim. Sonra da daha hızlı olduğuma emin olmalıyım” dedim kendime. Ama 14 günde bitirsem de mutsuz olmazdım.
Bisikletin üzerinde kalmak bir çeşit meditasyondur
Rotanızı planlamak için çeşitli uygulamalar kullandığınızı biliyorum. Kendi rotanızı nasıl belirlediniz?
TCR ile ilgili ilginç bir uygulama var: Her yarışçı rotanın yaklaşık yüzde 90’ını kendi planlamalı. Rotanın yüzde 10’luk sabit bir kısmı daha var. Örneğin, bazı dağ geçitlerinden geçmek zorundaydık ve herkesin bu zorluğu tatmasını istediler. Parkuru herkes için biraz zorlaştırmak gibi amacı var bunun. Ben birkaç farklı uygulama kullandım. Mesela Strava kullandım. Komoot’u kullandım. Ayrıca sadece Almanca olan GPSies denedim.
Daha sonra rotanın uzunluğuna karşı yüksekliklere de baktım. Sonra geniş yollara veya küçük yollara bir göz attım. Şahsen geniş yolları tercih ediyorum çünkü orada asfalt kalitesi daha iyi oluyor. Ve genellikle daha düz oluyorlar. Ama hafife aldığım bir şey oldu: Özellikle Bulgaristan ve Sırbistan’daki trafik! Gerçekten geniş yollar var, orada bisiklet sürmenize izin de var. Ama yanınızdan geçen kamyonlar biraz korkutucu olabiliyor.
Bu uzun saatler boyunca hep yola odaklanmayı nasıl başardınız? Mesela 17 saat boyunca ne düşünüyorsunuz?
Kulağa aptalca gelebilir, ama sürekli hesap yapıyorum. Mesela Garmin’ime bir göz atarım ve sonra bana ne kadar ileri gittiğimi ve bir sonraki sınıra veya bir sonraki kontrol noktasına veya bir sonraki büyük tepeye veya bir sonraki büyük şehre ne kadar mesafe kaldığını gösterir. Sonra yol işaretleri görürüm ve Belgrad’a 80 kilometre yazar. “Oh, 80 kilometre. Bu yaklaşık 55 mil” derim kendime.
Sonra saat 20.00 gibi orada olmak için ne kadar hızlı sürmek zorunda olduğumu hesaplamaya başlarım. Saat 20’ye kadar orada olmak için şu hızda sürmem gerekiyor” derim. Sürekli haritama bakarım ve tüm bu hesaplamalarla kendimi meşgul edebilirim. Kafamdaki sayılarla oynamayı gerçekten çok seviyorum.

Bu, her zaman yola odaklandığınız anlamına gelir mi?
Belki de benim için bu bir çeşit meditasyon ya da bunun gibi bir şey. Bunu bilerek yapmıyorum, ama bazen kafamda hiçbir şey olmuyor ve bundan sadece zevk alıyorum. Yani, zihinsel olarak, çok zor bir şey değil. Rotanız var, Garmin’iniz var ve o hattı takip ediyorsunuz. Çok fazla karar almanıza, karmaşık kararlar vermenize gerek yok.
Özellikle gerçek hayatta olduğu gibi, işlerimizde daima “Ah, e-postada diplomatik davranmalıyım. Hastayla nasıl konuşayım? Bugün hangi ilacı vereyim? Yoksa şimdi ameliyat yapmak daha mı iyi olur?” gibi şeyler düşünürüz. Ancak bisiklet üzerinde bunların hiçbirini düşünmenize gerek yok. Bu da rahatlatıcı oluyor.
Bulgaristan’ın Buzluca kasabasındaki ilk kontrol noktasına beşinci durumda gelmek sizi şaşırttı mı?
Gerçekten çok şaşırdım! Burgaz kentinde büyük bir peloton olarak başladık. Başlangıçta tırmanmalı bir parkur vardı, sonra çakıllı parkur pelotonu tamamen dağıttı. Önümde hep birilerini gördüm. Demek istediğim şu: Kesinlikle en hızlı olmadığımı biliyordum. Daha çok “Oh oh gittiler, çok hızlılar!” diye düşündüm. Belki de en az 50 kişi önümdeydi. Çakılda benden daha hızlı olanları gördüm.
Onları bir yerde geçmiş olmalıyım. Bence bunun bir sebebi benim çok kısa molalar vermem. Bu yüzden kaç kişiyi geçtiğimi bilemiyorum. Ama hızlı gittiğim izlenimine kapıldım. Ama yine de “Belki de 20. ya da 30. durumdayım” diye düşünüyordum. Beşinci sırada olduğum için gerçekten ama gerçekten şaşırdım. Ama bu beni yarışın devamı için motive etti. Muhtemelen TCR’daki en iyi anlarımdan biriydi, çünkü kendimi çok iyi hissediyordum
“Bisikletten uykuya geçmek benim için 10 dakikalık iş”
Bir sonraki kontrol noktasına ise dördüncü sırada geldiniz. Gerçekten o zaman genel klasman zaferini düşünmeye başladınız mı?
Hayır. Demek istediğim, ben oldukça ufak tefeğim. Bu sayede dağlarda iyiyim. Oldukça iyi bir tırmanıcıyım. Bu yüzden şöyle düşündüm: Önümde kolay geçecek bir bölüm var çünkü Bulgaristan’da çok fazla dağ var. Sonra rota düzleşiyor. Yani Sırbistan, Slovenya ve Hırvatistan’dan geçtiğinizde. diğerlerinin beni geçmesini bekliyordum. İkinci kontrol noktasına dördüncü sırada geldim. Buna da çok şaşırdım çünkü ondan önce çok uzun bir çakıl taşı bölüm vardı. Ben özellikle çakılda çok iyi değilim.
Üç kere lastiğim patladı. Bu bölümün beni çok yavaşlattığını düşündüm. Bu sebeple dördüncü sırada olmak harikaydı. Sonra düz kısım geldi ve yine de diğerleri beni geçemedi. Konumumu koruyabildiğime şaşırdım. Sonra sanırım Avusturya’ya girdikten sonra, bu dördüncü gün olmalı, diğerlerinin benden daha hızlı olmadığını fark ettim. Üstelik en yüksek hızımda gitmiyordum. Kimse beni geçemiyordu. Belki biraz hızlanmalıyım dedim ve de öyle yaptım.
Dördüncü gün, toplam 475 kilometre yani 17 saatten fazla aralıksız bisikletin üzerinde olduğunuzu biliyorum. Hiç durmadınız mı?
475 kilometre sürdüğüm dördüncü gün bu. Galiba en iyi günlerden biriydi. Aynı zamanda düz bir gündü. Yiyecek almak ve içecek almak için çok kısa bir süre durdum. Genellikle benzin istasyonlarında veya süpermarketlerde durdum. Ama hiç uzun bir ara vermedim. Ne almak istediğimi hep önceden biliyordum. Avrupa’da çoğu süpermarket birbirine benzer. Orada çok hızlı davrandım. Tekrar bisiklete binene kadar belki en fazla on dakika kadar.
Sonra da bisikletin üzerinde yemek yedim. Bu duraklamalar çok kısa bir süre gibi gözükebilir, ancak on gündeki toplam hiç de az değil. Diyelim ki on dakikaya kıyasla 20 dakika durduysanız, bu günde 50 dakika yapar. Yani 20 kilometre. Sonunda, TCR’ın tamamında günde 20 kilometreden 10 günde 200 kilometre yapar. Sanırım ikinci sıradaki rakibimin 200 kilometre önünde değildim. Ama belki o daha uzun süre durakladı. Ben hep çok kısa sürede bitirdim durağımı.

Gelelim uyku alışkanlıklarınıza: Geceleri dört-beş saat zar zor uyumuşsunuz. Uykunuz nasıldı anlatır mısınız?
Mükemmel değildi! Yani yatakta yatmak tabii ki daha iyidir. Yanımda bir uyku tulumu vardı. Çok hafif ve küçük. TCR’ın uyumamıza izin veren iki tür tekniği var. Birincisi, bir otele gidebilirsiniz. Ama otele varması, check-in ve duş alması derken çok vakit kaybedersiniz. Üstelik önceden online rezervasyon yaptırmanız gerekir. Eğer sadece bir uyku tulumunuz varsa, yolun kenarına koyup belki de 10 dakikada uykuya dalabilirim. Bisikletten uyumaya geçmek benim için 10 dakika. Bu daha verimli bir yöntem.
Ama tabii ki, uyku kalitesi çok daha kötü oluyor. Hijyenik olarak da bir felaket. Ben TCR’de yalnızca üçüncü ve yedinci geceleri bir otelde geçirdim. Yolun kenarında uyursanız maceradan biraz daha fazlasını alırsınız. Buna karşılık çok uyuyamazsınız çünkü trafik sesi çok yüksektir. Ancak tekrar yola koyulmak daha kolay, eşyalarını topla ve hemen tekrar başla. Ancak son iki gün oldukça yorucuydu. Bu kadar az uyursanız limitlerinizin yakınında bir yerde olursunuz.
Sadece dört ya da beş saat uykuyla nasıl kendine gelebildiniz!
Gelmiyordum ki! Galiba buna inanmak zor. Bu konuda söyleyeceğim iki şey var: Birincisi vücutta çok fazla adrenalin oluyor. Adrenalin harika bir ilaçtır. Tüm bu fiziksel aktiviteden çok fazla etkileniyorsunuz. Bence bu da insanı gerçekten motive ediyor. Mesela günlük hayatta, arka arkaya 10 gün boyunca sadece dört saat uyusam buna dayanamam. Ama bu yarış çok özel bir durumdu. Dediğim gibi, önemli kararlar vermek zorunda değilsiniz. Kendiniz dışında çok fazla sorumluluğunuz yok. Bana sekizinci günde önemli bir konuyu sorsaydınız muhtemelen en iyi kararı veremezdim. Ancak bisiklette kalmak için yeterliydi.
İtalya’da Col Gardena’daki üçüncü kontrol noktasına ilk siz vardınız. Kafanızda neler vardı?
Açık olmak gerekirse oldukça rahattım. Kendimi çok iyi hissediyordum. O gün Timmelsjoch dağ geçidine tırmanmıştım ve çok güzel bir gündü. Sonra kontrol noktasının bulunduğu vadiye indim. Gerçekten güneşli bir gündü ve mükemmel bir hava vardı. Birinci olduğumu oraya varmadan biliyordum. Bu yüzden benim için sürpriz olmadı. Birinci ve ikinci kontrol noktalarındaki gibi “Vay! Çok iyi gidiyorum!” halinde değildim yani.
Tüm yol boyunca bu takip olanaklarına sahipsiniz. Her bisikletçi bir GPS denetleyicisi taşır. Haritada diğerlerinin nerede olduğunu kontrol edebilirsiniz. İkinci sıradaki Ben Davies’in yaklaşık 40 kilometre önünde olduğumu biliyordum. Yani bu da bir buçuk, iki saat gibi yapar. Kontrol noktasında onunla karşılaşmayacağımı biliyordum. O varmadan ben yola çıkardım. Öğle vaktiydi ve hatta orada oturarak yemek yedim. Sanırım 20 ila 30 dakika kaldım, biraz sohbet ettim ve tekrar yola çıktım.
Az evvel iyi bir tırmanıcı olduğunuzu söylediniz. Ancak Col du Galibier’ye tırmanmak başka bir şey. TCR’deki iki büyük tırmanış nasıldı?
İyi! Gerçekten çok keyif aldım. Galibier’ye tırmanmadan önce, hemen dibinde bir otelde kalmıştım. Adı da Hotel du Galibier’ydi. O gün gerçekten saat 06.00’da Galibier tırmanışına başladım. Yine güzel bir hava vardı. TCR’nin bir medya ekibi ve bir fotoğrafçıları vardı. Beni Galibier’de yakaladılar. Onların bana birkaç soru sorması ve fotoğraf çekmesi de motive ediciydi. Daha önce Alpler’in o bölgesinde hiç bulunmamıştım. Bu tırmanışı süper ikonik ve güzel bir şey olarak duymuştum. Öyle de oldu. Sadece keyif aldım.

Dördüncü kontrol noktasında lobide duran piyanoyu çalmanıza hayran kaldım. Görünüşe göre oldukça rahatlamışsınız. Orada nasıldı haleti ruhiyeniz?
Gerçekten iyiydi. O zaman Galibier’e tırmandığım ve tüm bu parkuru yaptığım gündü. Harika bir konumda güzel bir oteldi. Sonra o piyano vardı. Eğlenceli olacağını düşündüm. Biraz çalmak gerçekten eğlenceli olabilirdi. İçimden geldi. Seyircilere biraz sürpriz yapmanın iyi olacağını düşündüm.
Yarışı kazanacağıma 10 km kala emin oldum
Sırbistan’daki bu üç lastik patlamasından başka bir sorunla karşılaştınız mı?
Evet, Bulgaristan ile Sırbistan arasındaki sınır bariyerine çarptım. O zaman üçüncü veya dördüncü sıradaydım. Bulgaristan’ı teknik olarak terk etmiştim. Sırbistan’a girmek üzereydim. Bariyere çarptım ve geriye doğru büküldü. Polis müdürü dört güçlü adam getirdi, bariyeri yerine oturttular ve beni bıraktılar. Orada beklediğim 45 dakika stresliydi. Daha sonra Grenoble’daki Di2’mi sıfırlamak zorunda kaldım. Artık arka tekerlek üzerinde çalışmıyordu. Ama bunun nasıl yapılacağını bulmak yaklaşık bir saatimi aldı. Orada cumartesi saat 19.00’da hiçbir bisiklet dükkanı açık değildi. Sonunda kendim hallettim, ama tamir edene kadar oldukça stresli bir saat geçirdim.
10 günün en stresli anını geçirmiş olabilirsiniz. Bir de tuvalet kağıdının ultra yarış için anahtar olduğunu söylemiştiniz. Bu ne demek?
Böyle bir yarışta hijyeni korumak çok zor çünkü sürekli terliyorsunuz. Özellikle bisiklet taytının içinde hiç steril değilsiniz. Hele o aynı taytı 10 gün boyunca yıkamadan giyerseniz, gerçekten çok kötü kokmaya başlar. Bu yüzden sadece temel hijyeni korumak için çok fazla ıslak mendil aldım yanıma: Temel cilt bakımı yapmak ve kendimi korumak için. Ayrıca günde 19 saat seleye oturduğunuzda gerçekten acı veren yaralar da çıkabilir. Kendimi temiz tutmanın en kolay yolunun da bu mendiller olacağını düşündüm.
Genel klasmanda kazandığınızdan ne zaman emin oldunuz?
Sanırım son gün! Dokuzuncu günün sabahında 500 kilometre kalmıştı bitişe. Bunu biliyordum, uzun bir mesafeydi ama bunu bir seferde yapabilirdim. Çok uzun süre uyumam gerekmediğini düşündüm, belki bir yarım saat veya bir saatlik şekerleme yeterliydi. Gerçekten başıma büyük bir şey gelmezse, büyük bir problem çıkmazsa birinciliğim uzak değildi. Yani sadece bitiş çizgisine ulaşmam yeterliydi.
Sanırım artık son 10 kilometrede de birinci bitireceğime gerçekten emin oldum. O zaman artık kimsenin beni yakalayamayacağını biliyordum. Bisikletim parçalansa ve bitişe yürüsem bile kazanırdım artık. Sanırım o an gerçekten yüzde 99,9 oranında emin olduğum andı.
Varış noktasında bir kutlama var mıydı?
Dürüst olmak gerekirse, herkes “Oh, çok uzun süre bisiklet sürdünüz. O zaman sizin için büyük bir kalabalık gelmiş olmalı” diyordu. Ama hiç de öyle değildi. Bitiş noktası gerçekten mütevazıydı. Küçük bir kasaba olan Brest’te bitiyordu yarış. Ben de oraya Salı sabahı 7.48’de vardım. Öyle kutlama yapma ve eğlenme vakti değildi pek.
Yine de birkaç gazeteci ve tabii TCR ekibi oradaydı. Ama bu daha çok bir aileye veya eve dönmek gibiydi. Bunu her zaman böyle tanımlıyorum. Çünkü o 10 gün boyunca TCR ekibiyle yakın bir bağ kurdum. Beni o topluluğa kabul ettiler. Arkadaş gibi oldular. Onlar beni karşıladı ve biraz sohbet ettik. Ama sonra sadece otele gidip uyumak ve duş almak istedim.
Otelde o ilk uykunuz ne kadar sürdü?
Sanırım sabah 10 gibi yatağa uzandım. Üç saat sonra gözlerimi açtım ve bir şeyler yiyip yatağa geri döndüm. Sonra saat 16 gibi yeniden uyandım ve yine bir şeyler yedim. Yani yemek, uyumak, yemek, uyumak gibi bir zincir oldu. O bisiklette oturmak istemiyordum artık. Hele son gün sadece acı vericiydi. Birkaç günlüğüne bisiklete binmediğim için mutluyum. Sonra diğer yarışçılar geliyordu. Birkaçını ben de karşıladım. Sonra akşam bir barda çok düşük profilli bir parti oldu ve herkes birer içki içip birlikte kutladı. Bu çok hoşuma gitti. Bence harikaydı. Büyük bir parti değildi ama iyi insanlar vardı orada.

10 gün sonunda kaç kilo kaybettiniz?
Hiçbir fikrim yok. Daha önce tartılmamıştım. Ancak şortlarım daha sonra pek de dar değildi. Belki beş kilo gibi bir şey olabilir. Bir dahaki sefere önce ve sonra tartılacağım. İlk günlerde kilo bile almış olabileceğimi düşünüyorum çünkü vücudunuzda her yerde ödem oluşuyor.
Muhtemelen kaslarınızdan gelen kreatin ile boğulmuş böbrek fonksiyonunuz nedeniyle böyle olabiliyor. Çünkü çok fazla miyoglobin ile böbreklerinize adeta işkence yapıyorsunuz. Bu, ödemin bilimsel açıklaması. Ama sonra birkaç gün sonra ödem kaybolur ve hep kilo kaybedersiniz. Böyle bir sürüşte asla yaktığınız kadar yiyemezsiniz. Mesela ben sürekli yemek yediğimi hissettim ama asla yeterli olmadı.
Siz hiç kadın Panini çıkartması gördünüz mü?
• Sporda eşitlik meselesinin iki yönü var: Birincisi performans yönü. Çoğu disiplinde, sadece fiziksel yetenek söz konusu olduğunda, örneğin, kadınlar ve erkekler arasındaki fiziksel farklılıkları tartışmaya gerek yok. Çünkü hormonal farklılıklar söz konusu. Kadınlar farklı kas özelliklerine sahip. Daha fazla yağ dokuları var. Mesela sürat koşularında, ya da 100 metre yüzmede bir kadın sporcuyu erkekle kıyaslayamazsınız çünkü kas kompozisyonu çok farklıdır.
Buna karşılık özellikle Transcontinental Race gibi uzun mesafe yarışlarında durum farklı. Dayanıklılık sporlarında mesafeler ne kadar uzun olursa, şartlar o kadar eşit olur, kadın ve erkek sporcular birlikte yarışabilir. Mesela TCR’ın kadınların ve erkeklerin gerçekten rekabet edebileceği olağanüstü disiplinlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Kadınların ve erkeklerin birbirine karşı yarışması da hoşuma gidiyor. Ama aynı zamanda duraklarınızı planlamak gibi fiziksel beceriden çok daha fazlası da var.
• Eşitliğin ikinci yönü ise kadın sporunun tanınmasıyla ilgili. Burada kat edilmesi gereken daha çok yol var. Örneğin kadın sporcular için Tour de France’a eşdeğer bir organizasyon yok. Örneğin Almanya’da futbol gerçekten çok popüler. Ama bana Alman kadın milli takımından beş oyuncu say deseniz sayamam. Halbuki erkek mili takımından hemen beş-altı oyuncu sayabilirim. Çünkü kadın maçları yayınlanmaz. Bu tam zamanlı bir iş de olmaz çünkü çok fazla maaş almazsınız.
Bunun nasıl yapılacağını gerçekten bilmiyorum, ama keşke kadın sporuna ilgi de erkek sporundaki gibi olsaydı. Mesela kadın sporcular için de Panini çıkartmaları olsaydı. Siz hiç kadın Panini çıkartması gördünüz mü? Şu an kadınlar eşit olarak temsil edilmiyor. Halbuki erkekler kadar sıkı antrenman yapıyorlar ve onlar kadar çok yarışıyorlar. Sanırım daha uzun bir yolumuz var, ama TCR bana o kadar çok umut veriyor ki! Yani, kadın ve erkek spor dünyasında bir yerlerde zaten eşit bir oyun alanı var.
Bundan sonrası için planlarım…
Kovid nedeniyle, elbette geçen yıl için planladığım birçok yarış iptal edildi. İsviçre Ultra Bisiklet Yarışması’na kaydoldum. İsviçre’de herhangi bir yerden başlayabilirsiniz. Amaç, ülkenin 26 kantonunu olabildiğince hızlı dolaşmak. Tüm kantonlardan geçerek Bern’de bitirmeniz lazım. İki Volkan Sprinti (Two Volcano Sprint) Güney İtalya’da Vezüv’den Etna’ya kadar gidiyor. Çok, çok engebeli bir yarış. Sanırım 25 bin metrelik tırmanışla 1100 kilometre gibi bir mesafe yapacağım orada.
Dresden’deki uzun mesafe olayından bahsettik: Yöredeki tüm dağların üzerinden geçilecek ve 10.000 metrelik tırmanmayla 670 kilometre yol yapılacak. Buna da katılacağım. 2020’de elbette TCR’ye katılmayı da planlıyordum. Gelecek yıla ertelendi. Elbette orada olmak istiyorum. Geçen yıl o kadar çok keyif aldım ki tekrar katılmak istiyorum. 2021’in ortasına kadar programım böyle.
Transcontinental Race 2021 edisyonu 27 Temmuz’da Fransa Brest’ten başlayacak.
Bu röportaj Cyclist Türkiye Ağustos 2020 sayısında yayınlanmıştır.
E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!
