Bisikletle ilk tanışmanız nasıl oldu?
Yedi yaşına kadar köyde büyüdüm, annem ve babam köy öğretmeniydi. O nedenle bisiklet maceram köyde başladı. Çocukluk yıllarımdan sonra bisiklete binmedim. Sonra Bandırma’ya taşındık, ardından Buca Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği’ni kazandım ve İzmir’e yerleştim. Buca’da oturdum, Bornova’da okudum, hep dolmuşlarla gidip geldim, bisiklet aklımın ucuna bile gelmedi; hatta üniversite hayatım boyunca bu şehirde hiç bisiklet yolu var mı demedim. Bisiklet gruplarına dahil olan öğretmen arkadaşlarımla bisiklet, bisiklet yolları gibi kavramları yeniden hatırladım.
Bu arkadaşlarım hafta sonu turlarına gidiyorlardı, keyif aldıkları yüzlerinden anlaşılıyordu. Ben de özendim ve onlarla gitmeye başladım. Ama nasıl? Onlar dağ turlarına giderken ben arabamla onların eşyalarını taşımaya başladım. Çünkü iki tekerlekli bisiklet kullanmasını bilmiyordum. Arkadaşlarım, bisiklet tam sana göre diyordu ama ben 35 yaşından sonra bisiklete mi binilir diyordum.
Bir yaz tatilinde Bandırma’ya gittim. Babama, “Bisiklete binmeyi öğrenmem, lazım kendimi eksik hissediyorum” dedim. Arkadaşlarıma bisiklet kullanmasını bilmiyorum dediğimde, “Bir de özgür kadınım diyorsun, nasıl bilmezsin” diyorlardı. Bütün bunlar birleşince, “Baba bana bisiklet sürmeyi öğret!” dedim. Babam çok teşvik edici bir öğretmendi. “Tamam kızım, öğretirim” dedi. 13 yaşındaki komşumuzun eski, her yerinden ses gelen bisikletiyle başladık.
35 yaşınızdan sonra bisiklete yeniden başlama cesaretinizden bahsettiniz, aile bireyleriyle kurduğunuz iletişimin katkısı ne oldu?
Bence her şey ailede başlıyor. Benim annem köyde büyüyen bir kadın, köyde okuyan ilk kız çocuğu, köyden okumak için çıkan ilk kız, öğretmen olarak köylere giden bir kadın; benim annem o yüzden çok değerli. Annemin okumuş olması ve özgür ruhunun bana geçmiş olması çok önemli. İkincisi babamın bir şeyi yapamazsın dediğini hiç hatırlamıyorum. Babam hayallerimi hiç kırmadı, ben ağaç evde yaşamak istiyorum dedim, “Neden olmasın kızım, yaparız” dedi.
Bizim ailede babadan izin alma kavramı hiç olmadı. Annem sadece “Orhan ben arkadaşlarla dışarı çıkmayı planlıyorum. Senin başka bir işin var mı, çocuklarla ilgilenebilir misin?” diye sorardı. Bu benim hayatımı çok etkilemiştir. Öğretmen olmayı ben seçtim, hayatımı değiştirmeyi ben seçtim, 16 yıldır Bornova’da oturuyordum, Göztepe’ye taşınmayı ben seçtim. Kararlarımın arkasında durmak da sonuçlarına katlanmak da çok önemli benim için.
Çocukluğunuzun köyde geçmiş olması bugün olduğunuz kişi olmanızda ne kadar pay sahibi?
Babamın tayininin çıkmasıyla yedi yaşında köyden şehre geldim. O yüzden çocukken iki duyguyu yaşamış biriyim. Günlerce ağladığımı hatırlıyorum, çünkü ilk kaybettiğim şey fiziksel özgürlük duygumdu. Beni elma ağacından alıp betonun tam ortasına koydular. Koşamıyorum, ağaca çıkıp elma yiyemiyorum… Babam çıldırıyor, evladım araba çıkar, dışarıda koşma diye. Adaptasyon çok zordu. Alan yaratıp alanında mutlu olma duygusu köyde başladı. Kentteki çocuklar güvenlik ve kısıtlanma duygularıyla yaşıyor.
Mesleğiniz gereği geçmiş ve şimdiki nesil arasında sağlıklı bir kıyaslama yapabilirsiniz, gözlemlerinizden bahseder misiniz?
Benim çocukluğumda yaşadığım hisle şu an şehirli çocuklar arasındaki en büyük fark kısıtlanmışlık duygusu: “Aman evladım insanlara dikkat et…” İkincisi, çevremdeki çocukların doğadan anladığı, hafta sonu anne babalarının büyük devasa cipleriyle kahvaltıya götürdüğü doğal olmayan bir çiftlik ortamı. Her çocuk böyle değil ama maddi durumu iyi olmayan çocuk da doğayı görmüyor ki.
Örneğin ben ölümün doğallığını dahi köyde tanıdım; kedim, tavuğum öldü, şehirli çocuk için ise bu bir travma. Hayat gibi bir süreç var doğada. Sen çocuğun eline ver tableti, sok bir odaya, oradan elma toplasın, soyulmamış patatesi bile görmesin, cips yesin, çamura dokunmasın… Doğal olarak her şey travma olur.
İşte tam burada bisiklet devreye girebilir. Bisiklete binen anne çocuğunu teşvik eder. Anne ile çocuk bisiklete binerse sohbet eder ve çocuk tableti unutur, yoldaki şeylerden bahsederler, çocuk yolda olma duygusunu hisseder, bisiklete binen çocuk sosyal medyadan uzaklaşır ve bu çocuğa iyi gelir. Ara sıra kafasını kaldırır, bak bakalım dikkat dağınıklığı kalıyor mu o zaman çocuklarda. Çünkü çocuk bu sefer yoldaki başka şeylere dikkat etmeyi öğrenir. O zaman yabancı amcaların hepsinin korkunç insanlar olmadığını görür, biraz hayatın içinde kalır.
Aynı şekilde bisiklete binen kadın mutlu olduğu için çocuğuna da faydası olur, çünkü kadına huzur gelirse topluma huzur gelir. Önce kadının dönüp kendine bakması gerekir, ben neden bu kadar mutsuzum diye. “Zengin kadın mutludur, fakir kadın mutsuzdur” diye bir kavram da yok bu arada.
Belki bir kadını bunalımdan kurtarır. Kadınlar çok şeyler yaşıyorlar ama hep içlerinde tutmak durumundalar, özellikle işyerinde ve sosyal ortamlarda… Çünkü senin kullandığın kelimeler, yüz ifaden o kadar farklı yere çekilebilir ki sen bu toplumda biraz rol yapmayı da öğrenirsin.
Bisiklet gruplarında kadın ağırlığı ne yöndeydi ve Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’na giden süreçte bisiklet ne zaman sosyal bir anlam taşımaya başladı?
Bisikleti önce birkaç yakın arkadaşımla sürdüm, sonra Perşembe akşamı bisikletçilerinin yaptığı sürüşlere dahil oldum. 90 erkek 10 kadın beni rahatsız etti ve sorgulamaya başladım; neden kadınlar az? Ondan sonra farklı gruplara girdikçe ve sosyal medyadan bisiklet gruplarını takip etmeye başladıkça dağ bisikleti gruplarında kadın oranın daha da az olduğunu fark ettim.
O dönem için konuşursak kadınlar o gruplardan biraz kaçıyordu. Teşvik eden gruplardı ama bir süre sonra kadınlar çok hızlı giden bu gruplara katılamamaya başlıyordu. Bir de sürekli ben şu kadar km yaptım, bu kadar zamanda gittim gibi muhabbetler oluyordu. Bisiklet sadece bu mu?
İnsanlarda bisiklete sadece mayoyla binilir duygusu hakim. Bisiklet özgürlüktür ama ben bisiklet gruplarında katı kurallar da gördüm; bizim formamızı giymeden gelmeyeceksiniz, dağ turlarına gittiğimizde 15km hızın altına düşmeyin gibi. Bu yüzden biraz soğumaya başlamıştım. Daha yakın çevremdeki arkadaşlarımla binerim diyordum.
Bir gün erkek egemen bisiklet turu düzenleyen bir arkadaşıma, biraz daha kadınların binebileceği turlar yapsanız dedim. Çünkü rotaya 15km tırmanış koymakla övünüyorlardı. O da binebilen gelsin dedi. Kızlar dedim, biz de bir tur yapalım erkekleri almayalım. Arkadan araba gelsin, alışveriş yaparız eşyaları ona yükleriz. 10 dakikada bir duralım, ne olmuş ki bekleyen mi var, biz de böyle bir tur yapalım dedik. Bir arkadaşımın teşvikiyle sosyal medyadan turu açtım.
Süsün taşıdığı mesaj da buradan geliyor o zaman?
Süslenirim de bisiklete de binerim. Bisiklet her zaman spor aracı değildir. Canım çiçek takmak ister ve benim canım böyle elbise giymek ister, “Benim canım isterse olmalı” fikriyle kendini ifade etme aracı ve biraz da inadına süslü. Ben normalde çok süslü biri değilim ama süslü kavramı çok yanlış anlaşılan ve içi farklı doldurulan bir kavram. Ben süslü kavramına şöyle bakıyorum; değer verdiğim şeyi süslerim.
Düşünsenize bunalımda olan biri süslenir mi, ruhu renksiz bir insan süslenmez. Ben süslülük kavramının içinin gayet dolu ve entelektüel bir anlam taşıdığını düşünüyorum. Bisiklet aynı zamanda ulaşım aracıdır ve ben o aracı sevdiğim için süslüyorum. Karşı duruş derken bunu kastediyorum. Bisikleti teşvik etme amacıyla biraz da, bisiklete binmeyi 37 yaşında öğrendim, ben bile topuklu ayakkabıyla binebiliyorsam korkma gel.
Aslında bu içgüdüsel bir başkaldırıydı. Biz ortaya, “Erkekler, öyle bir tur yapacağız ki sizden kalabalık olacağız” diye çıkmadık. Biz de böyle biniyoruz, canı isteyen gelsin dedik. Zaten ilk başta belki birkaç kadın gelir diye düşünmüştük. Benim tahminim en fazla 10 kadın gelir yönündeydi örneğin. Konak Meydanı’na bir gittim inanamazsınız 200-300 kişi var, hemen bisikleti geri çevirdim, kaçıyordum arkadaşım geri çevirdi.
Peki sizce o gün Konak Meydanı’na o kadar kadın gelmesinin birinci sebebi “İstediğiniz gibi sürebilirsiniz” mottosu muydu, yoksa başka faktörler de var mıydı?
Bence herkesin farklı nedenleri vardı. Süslü Kadınlar ismi özellikle çok dikkat çekti. Kadınlar süslü olup güçlü olabilirler. Süslü kadın “içi boş kadın” gibi algılanıyor. Kadınlar, kafaları kızınca güzel oluyorlar. Kadın öfkelenince örgütleniyor, örgütlenince de güzel şeyler yapıyor. Süslü kadınlar bunun naif yönü. Bu turun insanların yüreğine dokunan bir yanı var, o da ne biliyor musunuz; samimiyet.
Bu turda kalıp yok, herkes kendi kalıbında geliyor. Cinsel tercihi ne olursa olsun bu gruba gelebilir, bu turun temelinde bayraklaştırma yok, birey olarak ruhunu al gel. Sen türbanlıysan türbanınla gel. Biz kadınız, sokakta olmak istiyoruz ve bisiklete binmek istiyoruz. Bir milletvekili ben gelebilir miyim dedi, basın ordunuzu ve milletvekili kimliğinizi bırakırsanız seve seve, gelmiş ama benim haberim bile olmadı, ne güzel herkes eşit.
Gün geçmiyor ki kadına yönelik bir şiddet haberi gündemde olmasın. Böyle bir dönemde, Türkiye’nin dört bir yanından kadınların bir araya geldiği Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’nun önemini nasıl değerlendirirsiniz?
Süslü kadınlar, kadına şiddete karşı yollarda diyemem. O kadar iddialı olamam, bu hadsizliği de yapamam ama kadının özgürleşmesinde kendi tercihiyle giyinmesi ve kendi tercihiyle bisikletini süsleyip yollarda olması çok değerli. Ve kadın bir kere yola çıkınca, o özgürlük ruhunun tadına bir kere varınca sorgulamaya başlıyor.
O evrede işte kadın dönüşmeye başladığı için o kadınların yetiştirdiği çocuklar da nasibini alacak. Özgür annenin çocuğu kendini ezdirmeyecek, bu arada oğluna, “Sen de yemek yapmayı öğreneceksin, kız kardeşin ne kadar evi topluyorsa sen de toplayacaksın, sen de bu sorumluluğu alacaksın” demeye başlayacak. Yani özgür ruhlu bir kadının oğlu da özgür ruhlu olacak.
Gelecekte süslü kadınlar etkinliğini neler bekliyor?
Süslü kadınların durduğu nokta kent, kadın ve bisiklet. Ben kendi hikayemi ve dönüşümümü anlatıyorum. Bizim, herkes bisiklete binecek diye bir derdimiz yok ama binseniz iyi olur, dönüşürsünüz. Evine çok çekilme, evine çekilip tutunacak dalı bırakma, üniversiteyi okuyup da üretimden çekilme, içinde kal.
Belki iş bulamadın, çalışamadın olabilir, o zaman başka bir şey yap, git çocuklara bir şey öğret. Sen bu çocuğu tutmazsan başkası başka yerden tutuyor, sonra kötü oluyor. Bir kadının, kız çocuğunun bu toplumda kendisini öldürmesinden ben sorumluyum ve bundan utanırım.
Süslü kadınlar başladı, ne işe yaradı?
Bir kadını dışarı çıkardı, başka bir kadının grup kurmasına vesile oldu, başka birinin bunalımına çare oldu, bir mülteci kadının bisiklet bulup gelmesine vesile oldu, engelli bir kadının, meme kanseri olmuş bir kadının sosyalleşmesini sağladı. O yüzden şimdi biri bana gelip de “Süslü kadın ismini değiştir, bu süs neymiş ya!” dediğinde sadece gülüyorum.
Bu altı çok dolu bir gülümseme, tıpkı süslü kadınlardaki gülümseme gibi. Çünkü ben neye yol açtığını biliyorum artık. İnsan içinden gelen bir şeyi inanarak yapıyorsa başarılı oluyor. Bu turun bir hikayesi var, o zaman samimi olmak, özü unutmamak, öze hep geri dönmek bu turun kırmızı çizgisi. Herkes gelsin değişmeyeceğiz.
Sema Gür ile yaptığımız söyleşi Cyclist Türkiye Mart 2020 sayısında yer almıştı. Süslü Kadınlar, her yıl Eylül’ün 19’unda dünya çapında turlarını gerçekleştirmeye devam ediyor. Tur geçen yıl pandemi nedeniyle bireysel olarak gerçekleştirildi.
E-Posta bültenimize abone olun, en son haber ve röpörtajlardan ilk sizin haberiniz olsun!