“Açık konuşmak gerekirse diğer takımların önemli sporcuları doping yaparken onları başka türlü mağlup edemezdik. O zamanlar doping, sporun yazılı olmayan kurallarından biriydi. Birinin bir gün çıkıp olan düzeni anlatmasından hepimiz korkuyorduk. Ama bunun Lance’e ve bana karşı böylesine bir tepkiye yol açacağını hiç düşünmemiştim. Gelinen noktada bir yıldız ismin feda edilmesi gerekiyordu, o kişi de Lance Armstrong oldu.”
“Profesyonel pelotona baktığımızda karşılaştığımız manzara şuydu ki; ya bu koşullara ayak uydurup devam edecektik ve bizde doping yapacaktık ya da bu düzene uyum sağlayamayıp yok olup gidecektik. İlk sene zorlu geçti ama idare etmeyi başardık. Sonrasında ise diğer sporcular yanımızdan geçip gitmeye başladı. Tour de France’da makineleşen bisikletçiler görürdünüz. Doping konusunda bana katılmayabilirsiniz ama geride kaldığınız zaman başarısız olduğunuzu kabul etmiş oluyorsunuz. Eğer aksi yönde bir karar almış olsaydık, profesyonel peloton’un hızına ulaşmak için yıllarca yaptığımız çalışmaları çöpe atmış olacaktık.”
Bruyneel’e göre UCI’ın önde gelenleri ve gazeteciler peloton’da yapılan doping konusunu iyi biliyorlardı.
“Elbette onlar (UCI liderleri) konuyu biliyorlardı. Ama ellerinden gelen her şeyi yaptılar. EPO’yu saptamak için geçerli bir yöntem yoktu. Böylece, dopingin dolaşımda olduğunun farkında olduklarını belli eden %50 ile sınırlı hematokrit kuralını getirdiler. Ondan sonra da, tespit edilemeyen kan nakli devreye girdi.”
“Bütün gazeteciler konuyu biliyordu. Birkaçı işi takip etmeyi bıraktı. Ama diğerleri, sessiz kaldılar. Haber yaptıkları spor hakkında bu tarz kötü şeyler yazıp okuyucularını kaybetmek istemediler.”