Kadıköy’ün dar sokaklarında dolaşırken, mutlaka rast geleceğiniz bir Fransız var. O yer aldığı filmlerle İstanbul Boğazı’nı geçmeyi başarırken kitaplarda ve kartpostallarda karşımıza çıkıyor. Bahsettiğimiz kişi Jour de Fête adlı filmde bisikletli postacı rolünde ilk kez başrolde izlediğimiz Jacques Tati.
Jour de Fete, 1949 yılında gösterime girmiş bir film. Küçük bir köy olan Ste Severe’de, bir festival günü, Amerikan postacılarının nasıl en hızlı dağıtımı başardığını anlatan bir belgeseli izleyip bunun şaşkınlığını yaşayan François’nın (Fransua) hikayesini anlatıyor. O, Amerikan tarzı posta dağıtımı ile kendi halinde bir yarışa girerken, köylüler tarafından nasıl şakaya alındığını izliyoruz. Film boyunca, François kendi şartlarında, deniz aşırı komşularının başarmış olduğu hızlılık ve verimliliğin en üst seviyelerine ulaşmaya çalışıyor.
Doğal olarak filmi içinde bulunduğu şartlara göre değerlendirilmeliyiz. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Fransa’nın yeniden yapılanması, Marshall planının ve işgal korkusu. Bu korkunun kaynağında bu sefer ABD’nin tüketim ürünleri ile empoze ettiği yaşam biçimini yayarak peşinde olduğu ideolojik işgal. (1945 yılında Roosevelt şöyle söylüyor : « Önce sinema, sinemayı ise ürünler takip edecektir.»)
Bu ikilemi ortaya koyan bir film olarak Jour de Fête amatör bisikletçilerin takdir edeceği bir çalışma. Bisiklet ve içerdiği mizah, Jour de Fête’in çocukluğumuzu tekrar keşfetmenin keyfi ile insan ilişkilerinin yerini alan endüstriyel mantığın topluma etkilerini zekice bağlıyor.
Film, bisikleti üç yönden ele alıyor,
İlk olarak bisikletin tarihte etkin bir ulaşım aracı olarak aldığı rolü anımsamak.
Bisikletle posta dağıtımı Fransa kırsallarında 1912 yılında başlamıştı ve 1920’den sonra kendine daha geniş bir alan buldu. Bisikletten sonra, postacılara çevresel faktörlere uygun daha hızlı dağıtım yapabilmeleri için farklı ekipmanlar verildi mesela, kayak, paten ve hatta eşek gibi.
Günümüzde ise, elektrik motorları ile donatılmış olarak bisiklet otomobillerin karşısında yine sahnedeki yerini alırken, iki tekerli sevdamız, günlük yaşamda binlerce insana gözyaşı veren, “kara altın” savaşlarına, yükselen kirliliğe ve yaşantımızı düğümleyen trafiğe ve onun yarattığı canavarların meşruiyetini titretmeyi başarıyor.
İkinci olarak film bize insani gelişimi tekrar tanımlamamız gerektiğini hatırlatıyor.
Filmin ilk bölümünde François’nın günlük posta dağıtımını izliyoruz. Akrobatik yetenekleri ve esprileri ile Tati, gönderileri nadiren sahiplerine ulaştırabilen sakar bir karakter yaratıyor. Bununla beraber, François; sakin, cömert, hizmet etmeye hazır ve sosyal ilişkileri güçlü bir figür olarak beliriyor. Filmin bu yanıyla Tati ve Kemal Sunal arasında bir bağ kurmamıza da yol açıyor. Zaman zaman bizi düştüğü durumlara güldürürken aynı zamanda hüzünlendirmeyi de başarıyor. (Filmin sonunda François kendini bisikletiyle Tour de France’ın içinde bulurken, Postacı filminde Adem rolünü canlandıran Kemal Sunal’ın Türkiye PTT Dağıtıcıları Yürüyüş Yarışması’ndaki performansını hatırlıyoruz.)
Jour de Fête’e geri dönelim. François, Amerika’daki postacıların yaşadığına benzer bir zafer peşindedir. Bu heves onu zamana karşı bir yarışın ( Tour de France’ın artan popülaritesine gönderme) içine sokar. Amerikan stili dağıtım adını verdiği bu yeni tarz François’yı çabukluk ve verimlilik konusunda daha etkin olmaya iter. Ama bu yeni süreç beraberinde bazı sorunlar getirir. Daha üretken olma çabası fiziki çözülmeye ve dış dünyayla daha az iletişime yol açar. Tati burada bize fiziksel baskı ve zorlamanın endüstriyel mantığın önünde bir frenleme teşkil ettiğini hatırlatıyor.
Son olarak, Jour de Fête, bizi sinemayla daha geniş olarak sanatın içinde bisikleti düşlemeye davet ediyor. Film, gerçek yaşamı sunarken bize durumun ne kadar gülünç olabileceğini gösteriyor. Bu anlamda bu filmin, bize De Sica’nın « Bisiklet Hırsızları » filmini hatırlatarak neorealizmin öncülüğünü üstlendiğini söyleyebiliriz.
Filmin hemen başında ana karakter olarak tanıtılan bisiklet, filmde aynı zamanda bir akrobat veya cambaz olarak karşımıza çıkıyor. Bisiklet, François’ya film setinde hayat veriyor. Keaton ve Chaplin gibi bir taşlama kahramanı olarak bu görevini Tati ile paylaşıyor. Bisiklet, sanatçı için fantastik bir araç olurken, onu kontrol etmedeki başarısızlıklar ise güldürü ve mizaha yol açıyor.
Tüm bunların yanında yirminci yüzyılda bisikletin ressam ve heykeltıraşlara da ilham verici bir malzeme olduğunu belirtmek gerekir. Jour de Fête ile yakalanan aynı bakış açısını, Tinguely, Fernand Leger ve Picasso’nun eserlerinde de tatmak mümkün. Bisiklet, oyun ve eğlence arasındaki güçlü bağı kullanarak, tüketim ve dizginlenemeyen üretim arzına karşı bir eleştiri ile fiziksel kapasite ve esnekliği tehdit ve tahrip eden yeni üretim modellerinin eksilerine vurgu yapmayı başarıyor.
Jour de Fête filmine ulaşmak için, İstanbul Taksim’de bulunan Fransız Kültür Kütüphanesi’ne kayıt olarak ingilizce altyazılı seçeneğiyle filmi izleme şansına kavuşabilirsiniz.