Yazı Erman Öner Fotoğraf Berk Mercancı
Şehirlerarası dolaşımın yasak olduğu pandemi döneminde Salcano Yerli Tur’lara bir süreliğine ara vermek zorunda kalmıştık. Bu durum elbette bizleri çok mutlu etmemişti ama içinden geçtiğimiz zor şartların bilincinde, “baharlar yine gelecek” diyerek, yaramıza tuz basmayı yeğledik.
Salgın sürecinde Cyclist Türkiye çalışanları olarak evlerimize kapandık ve bir süreliğine çok sevdiğimiz bisikletten fiziki olarak uzak kaldık. Lakin bu süre zarfında boş durmadık. Aksine bisikletsiz geçen günlerin acısını çıkaracak yeni planlar hazırladık.
Bu doğrultuda, sosyal medya hesaplarımızdan sizlere bir soru yönelttik. Siz değerli okurlarımızdan, bisiklete bindiğiniz rotaları bizlerle paylaşmanızı rica ettik. Teşekkür ederiz, Türkiye’nin dört bir yanından bacaklarımızı ve kalbimizi heyecanlandıran, yokuşlarına tırmanmadan nabzımızı yükselten eşsiz rota önerileri aldık. İşte o parkur tavsiyelerinden biri de dergimize fotoğraflarıyla katkı sunan, sevgili dostumuz Berk Mercancı’ya aitti.
Doğma büyüme İzmirli olan Berk, 25 yaşında. Kendisi ayrıca Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Fotoğrafçılık Bölümü son sınıf öğrencisi olarak eğitim hayatına devam etmekte. Buna karşın, Türkiye’deki bisiklet camiası onu çok daha farklı sıfatlarla tanıyor. Yılda bolca kilometre geçen, üstüne üstelik yeni yollar keşfetmekten büyük haz duyan, tutkulu bir bisikletsever. Fakat aynı zamanda Berk, başarılı bir bisiklet fotoğrafçısı da.
Mezopotamya Turu’ndan Tour of Antalya’ya; Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu’ndan gran fondo yarışlarına, sosyal medyada gördüğünüz ve tekrar tekrar baktığınız o güzel bisiklet karelerinin altında muhtemelen Mercancı’nın imzası var. Hatta söz konusu fotoğraf olduğunda Berk’in namı ülke sınırlarını çoktan aştı bile.
Öyle ki daha geçen yıl saygın bisiklet web sitesi cyclingtips.com tarafından düzenlenen Graham Watson Yılın Bisiklet Fotoğrafı Ödülü’ne, Mezopotamya Turu’nda ölümsüzleştirdiği enfes kareyle aday gösterildi Berk.
Hal böyleyken, yapbozun kendiliğinden bir araya gelen eksik parçaları gibi Berk’in rota önerisi ile salgın sonrası ilk durağımızı otomatikman belirlemiş olduk. Sonuç olarak ise Berk ile uygun günü programlayıp Salcano Yerli Tur rotası için İzmir yollarına düştük.
Şahsım adına, bisikletten uzak kaldığım pandemi dönemi sonrası dişli bir rotada pedal çevirmek biraz gözümü ürkütüyor. Tabii yedi saati aşan İstanbul – İzmir arası yolculuğun ardından, yeterince dinlenemeden pedal çevirmeye başlayacak olmak da yüreğime su serpiyor diyemem. Lakin bugün yanımda zorlu bir rotada birlikte pedal çevirmek isteyeceğiniz cinste bir isim var. Çalışma arkadaşımız Tarık Gül.
Bu sayfaları takip edenler kendisini, normalde yerli turlarda çektiği eşsiz karelerle hatırlayacaklardır. Ancak bu sefer değişiklik yapıp fotoğrafçılık unvanını Berk’e bırakıyoruz. Tarık Gül ile niyetimiz, yolun keyfini sonuna kadar tatmak. Dediğim gibi, bisikletsiz geçen pandeminin acısını çıkarmak önceliğimiz.
Rüzgarlı Mimas
Güneşli ve sıcak bir İzmir sabahında Karaburun’a ulaşıyoruz. Merkezde ufak bir molanın ardından zaman kaybetmeden hazırlıklara başlıyoruz: Mayolar giyiliyor, kasklar takılıyor, ayakkabı, gözlük, son kontroller derken kendimizi sele üzerinde buluyoruz. Dahası, Karaburun şehir merkezinden başlayan rotamızda henüz birkaç kilometreyi gerimizde bırakmışken, sağa doğru dönüş, parke taşlı yol ve %15 eğim ile günün ilk testine merhaba diyoruz.
Yolda geçen gecenin ardından, henüz daha bacaklarımızı dahi ısıtamamışken bisikletleri vurduğumuz yokuş, ihtiyacımız olan ilk şeydi diyemem ama yolda olmanın verdiği huzurla pedallara yılmadan asılıyoruz. Zaten henüz pes etmek için çok erken bir aşamadayız. Zira Berk’in söylediğine – aslında uyardığına göre-ilerleyen kilometrelerde bizi “Rüzgarlı Mimas” bekliyor.
Homeros, çağları aşan eseri İlyada ve Odysseia’da, Mimas’ Dağı’ndan “Rüzgarlı Mimas” olarak bahseder. Esasen dağın bugünkü bilinen coğrafi adı Akdağ yahut Bozdağ’dır. Yine de biz, Grek mitolojisindeki adına ve dilden dile dolaşan efsanesine kulak kabartıyoruz.
Bilindiği üzere, Grek mitolojisinde tanrılar ve devlerin bitmek bilmeyen savaşı süre gelir. İşte Mimas, o devlerin en güçlüsüdür. Zeus’u oldukça zorlayan Mimas’ın, üzerine erimiş demir, çelik ve bakır dökülerek öldürüldüğü ve bir daha uyanmamak üzere söz konusu dağların altına gömüldüğü rivayet edilir. Uzun lafın kısası, şu anda tekerlerimizin tırmandığı zeminin altında aslında koca bir devin haşmetli cansız bedeni yatıyor.
Bana kalırsa Mimas’ın zorluğu, efsanesiyle birleşince birkaç kat daha artıyor. Bisiklet üzerinde nefes nefeseyken sadece hayal edin; filmlerde gördüğümüze benzer koca bir devin vücudunun kıvrımları üzerinde tırmanıyorsunuz. Üstelik başlangıçta eğim bizlere hiç de merhametli davranmıyor.
Çok geçmeden kasktan gözümün önüne doğru damlalar düşmeye başlıyor. Kilometreler geride kaldıkça damlalar da sıklaşıyor. Hatta bir noktadan sonra gözümü silmeden yola devam etmek imkansız hale geliyor.
İrtifa kazandıkça sıcaklık paralel olarak artıyor ve hız düştükçe güneş kavurucu bir radde erişiyor. Bu da sizde, sanki bir saunada bisiklete biniyor hissiyatı uyandırıyor. Yokuş yukarı kesintisiz pedal çevirmenin en zor yanı elbette sürekli pedal çevirmenizin gerekmesi. Hiçbir şekilde dinlenme, soluk alma, boşa pedal çevirme şansınız yok.
Bu arada soluk alma demişken, hani bazı tırmanışlar vardır; zor sektörlerin ardından nefes aldırıcı bölümler gelir. Bir nebze de olsun laktak asitle dolan bacaklara oksijen pompalama imkanı tanır. İşte Mimas’ın devi, zirveye kadar bisikletçilere çok ama çok az nabzınızı düzenleme ve bacaklarınızı dinlendirme imkanı tanıyor.
Eğimin azaldığı ilk beş kilometrenin ardından dahi yer çekimine karşı pedal çevirmeye devam etmek zorundasınız. Her bir tepenin ardından ufak da olsa bir inişin hayalini kuruyor, bu umuda sarılarak pedallara, kalan son enerji kırıntılarınızı da aktarıyorsunuz ama nafile… Biten her eğim, bir sonrakinin başlangıcı anlamına geliyor.
“Mimas tırmanışı, eğim değerleri bakımından iki sert noktaya sahip: Başlangıç ve zirvedeki ilk beş kilometre”
İnsanın yalnızca bacaklarını değil; aklını, sabrını ve moralini de sınayan bir tırmanış Mimas. Öyle ki bu psikolojik oyunu yalnızca fiziki özellikleriyle değil, coğrafi koşullarıyla da oynuyor size Mimas Dağı.
Erişilmez gibi görünen, her daim başınızın üzerinde duran zirvesine kadar etrafınızı çevreleyen tek şey; terk edilmiş hissi uyandıran ürpertici kayalar ve yalnızlığınızı daha da keskin perçinleyen makiler. Bu bakımdan sanırım Mimas’ı Mont Ventoux’ya benzetmek yanlış olmaz.
Rüzgarlı bir Mont Ventoux etabının, safkan tırmanışçı Kolombiyalı Nairo Quintana’ya bile neler yaptığını hatırlayın. “Rüzgarlı Mimas” bizi istese bir kaşık suda boğar!
Mimas’ın zorluğunun bir diğer ispatı da yol boyunca rastlaştığımız dağ keçileri. Biliyorsunuz ki bisiklet sporu teriminde dağ keçisi benzetmesi, en sıkı tırmanışçılara bir iltifat olarak söylenir. Yani dağ keçilerinin bol olduğu yerde kolay tırmanış diye bir şey söz konusu dahi olamaz. Tek sorun, sürüş profillerimiz itibariyle bizler dağ keçisi olmaktan bir hayli uzağız.
20km uzunluğundaki Mimas tırmanışı, eğim değerleri bakımından iki sert noktaya sahip: Başlangıç ve zirvedeki ilk beş kilometre. İtiraf etmeliyiz ki, zirveye ulaştığımızda mesafe 20 kilometreyi, süre ise iki saati aşıyordu. Elbette tekrarlanan çekimler, zaman zaman benim tempoyu oldukça düşürmem, 20 kilometreyi iki saatte tamamlamamızda etkili oldu. Lakin bir gerçek de var ki, Mimas gerçekten yıpratıcı bir tırmanış ve ne mutlu ki rotanın şu aşamasında gerimizde kaldı.
Zorlu tırmanışın zirvesine sonunda ulaşıyoruz. Zirvede askeri bölge ve siyah beyaz futbol topu sembolündeki radar, ilk göze çarpanlar. Doğrusunu söylemek gerekirse, Mimas’ın tepesine uzanan yolculuğumuz boyunca yol üzerinde, görülmeye değer tarihi bir yapı yahut doğal güzellikten bahsetmek güç.
Zaten Mimas’ı tırmanırken gözünüz, zirveye ne zaman varacağım diye düşünerek yola bakmaktan dolayı çok da fazla bir şey görmüyor. Uçsuz bucaksız beyaz kayalar arasında pedal basmanın sizde uyandırdığı his, ay yüzeyinde yürümek gibi.
Yine de zirveye kadar dilerseniz uğrayabileceğiniz bir noktayı sizlerle paylaşmak isterim. Bu, tarihi cıva madeni. Berk’in anlattığına göre, cıvaların eritildiği dev kule ve aşağısında eritilen cıvanın işlendiği cıva madenini, tırmanış rotası üzerinde görmek mümkün.
Sabrın sonu selamet
Önümüzde zorlu bir tırmanış daha olsa muhtemelen günü burada noktalamayı düşünebilirdik ama artık iniş vakti.
Yaylıköy ayrımına kadar teknik ama keyifli bir yoldan aşağı süzülüyoruz. Yaylıköy’e ulaştığımızda ise bu ufak ama görülmeye değer köyde duraklıyoruz. Zira bisikletçilerin yakıt ikmal alanı bir çeşmeyle karşı karşıyayız. Üstelik yüz yılı aşkın tarihe sahip bir çeşme. Yaylıköy’de, devasa çınar ağacının altında, hak edilmiş bir dinlenmenin ardından hem moral hem de bacaklarımız güç buluyor.
Yaylıköy’den ayrılarak, klasik diyebileceğimiz, inişli çıkışlı Karaburun yollarından, reçelleriyle meşhur Küçükbahçe’ye ulaşıyoruz. Ardından güzergahımız bizi Parlak ve Salman köylerine çıkarıyor. Mimas’ın beyaz taşlı yollarından sonra yeşil renkli mandalina ağaçları arasında pedal basmak insanın içini huzurla dolduruyor doğrusu.
Salman’ı da gerimizde bırakıp Karaburun Yarımadası’nın en uç noktası olan Sarpıncık köyüne kadar yine iniş ve çıkışlı bir yoldan pedal basıyoruz. Bu arada, Sarpıncık’ta duracak vaktiniz olur ise enfes bir manzara sunan deniz fenerine uğramanızı öneririz.
Sarpıncık’taki bir diğer önerimiz farklı yol arayışı olanlara. Mübadele dönemi terk edilen Sazak köyü, bugün bile kimsenin uğramadığı terk edilmiş bir köy hüviyetinde. Harabe evlerin kalıntılarının bulunduğu köye tek gidiş yolu ise toprak ve patika yollardan. Berk vasıtasıyla gravel meraklılarına ufak bir önerimiz olarak Sazak köyünü not düşüp, yolumuza devam ediyoruz.
Artık Sarpıncık’ı da gerimizde bıraktık. Rotamızın son bölümü için Karaburun’un kuzeyinden Karaburun merkeze geri dönüyoruz. Rotamızın bitiş noktası yeni liman olacak. Öncesindeyse yolumuz üzerindeki Haseki köyünü de gerimizde bırakıyoruz.
Karaburun merkeze ulaşmamızla rotamız sonlanıyor. Yemek molası için oturuyoruz. Bu bize, günün rakamlarını inceleme fırsatı veriyor. Herhalde bisiklete binmenin en heyecan verici taraflarından biri de tamamladığınız rotaya bir de sayılarla analiz etmek. Biz de öyle yapıyor ve merakla karışık, yaklaşık 20km’lik Mimas Dağı’nın verilerine dalıyoruz.
İlk 5 kilometrenin ortalama eğimi %4.1, maksimum eğim ise %21. Yolun bu bölümünde Garmin’den edindiğimiz bilgiye göre sıcaklık 31 derece. Ortalama hızımız 9km/h. 5km’de kazandığımız irtifa 414 metre.
10’uncu ila 15’inci kilometreler arası ortalama eğim %8.3. Maksimum eğim %10,8’e yaklaşırken, kazandığımız ekstra irtifa 284 metre. Yolun bu bölümünde ise sıcaklık ibresi 32.5 dereceye vuruyor.
Tırmanışın 15 ila 20 kilometre arasındaki son bölümünde ortalama eğim bu kez %10.2. Maksimum eğim ise %20’ye geliyor. Zirveye ulaştığımızda kazandığımız ekstra irtifa 324 metre. Toplamda ise 20 kilometrede 1.200 metre irtifa. Salgın sonrası hiç fena rakamlar görünmüyor, ne dersiniz?
Rotanın Strava verilerine linkten ulaşabilirsiniz.
BİSİKLETÇİNİN BİSİKLETİ
Salcano XRS001 Dura-ace disk, salcano.com
Suluk kafesleri ve pedalları ile yalnızca 7.11kg gelen Salcano XRS001, performansından beklenmeyecek kadar rahat bir bisiklet. Kullandığımız en bozuk yollarda bile, 28mm lastikler yoldan gelen titreşim ve darbeleri oldukça başarılı bir biçimde sönümlemeyi başarıyor. Bunda karbon fiber Ritchey tamamlayıcı kitin de etkisi büyük. Bisikletin disk frenleri ise güvenli bir frenaj hissi sundu. Salcano bisiklet üzerinde kullanılan parçaları oldukça özenli bir şekilde seçmiş diyebiliriz. Dura-ace grupset oldukça hızlı vites geçişlerine sahip ve Dura-ace jant seti, sert rüzgarlarda bile bisikletin dengesini bozmadı. Ayrıca bisikletin üzerinde gelen 50-34 aynakol ve 11-28 ruble bütün koşullarda uygun kadansı bularak turu tamamlamamızı sağladı.