Yazı Aytaç Biber
El yapımı bisikletler, seri üretim modellerin ötesinde kişisel bir dokunuş ve ustalığın birleşimidir. Her bir parçası titizlikle seçilen, detaylarına özenle şekil verilen bu bisikletler, sadece bir ulaşım aracı değil aynı zamanda bir zanaatkârlık ürünü olarak öne çıkar. Sürücünün ihtiyaçlarına ve tarzına göre uyarlanabilmesi, el yapımı bisikletleri özgün ve özel kılar. Bu yazıda, el yapımı bisikletlerin sunduğu avantajlara, hikâyelerine ve onları eşsiz kılan yönlerine yakından bakacağız.
Hafif bir bisiklet önemli bir avantajdır ama hız için tek başına yeterli midir?
Hemen hepimizin hayallerini süsleyen bir bisiklet vardır. Ergonomik açıdan doğru bir bisiklet olmasının yanında, kimimiz kuş tüyü edasında hafif bir bisiklet hayali kurar, kimimiz sürüş keyfine, kimimiz ne kadar teknik yenilikler taşıdığı ile ilgileniriz; kimimiz için ise duygular, işçilik, estetik ve usta ön plandadır. Bu noktada bir takım insanlar gelir aklımıza. Dario Pegoretti, Koichi Yamaguchi, Irio Tommasini, Ben Serotta ve daha nicesi. Bu kişileri büyülü yapan şey nedir? Acaba sadece kusursuz ve geleneksel yöntemler ile ürettikleri el işçiliği kadroları mı? Tarihe ve geleneklere bağlılıkları mı? Elbette hayır. Bize daha fazlasını vadediyorlar. Her şeyden önce tarifsiz bir sürüş keyfi sunar. Yılların birikimi, titiz işçilik ve kişiye özel ölçülerle hazırlanan bir bisikletin hissiyatı, standart gövdelerden çok daha farklıdır.
Özellikle kişiye özel üretilen çelik bisikletler, bu farklı hissiyatı en belirgin şekilde ortaya koyar. Tabii ki her sakallının dedemiz olmadığı gibi her çelik kadro da bir değildir. Çelik bisikletlerin de aynı alüminyum ve karbon bisikletlerde olduğu gibi türevleri vardır. Bizim ülkemizde tüketicinin gözünde ilk akla gelen her köşe başında görebileceğimiz en alt şekli ile hi-ten tip bisikletlerdir. Hani şu su borusu(!)dediklerimizden çoğumuzun düştüğü yanılgı, iyi bir çelik bisikleti bu tip ürünler ile eşit hayal etmektir. Bir bisiklet gövdesini üretebileceğiniz onlarca alaşım, farklı metot ve teknik vardır. Bunların her biri diğerinden farklı sonuçlar verir. Zirkonyum, alüminyum, titanyum, molibden, karbon, krom gibi sayısız farklı elementlerle farklı alaşım çelik türevleri elde edilir, bunları lug veya tig gibi teknikler kullanarak sayısız farklı karakterde kadrolar üretebilirsiniz.
Süper sınıf çelikleri günümüzde artık bisiklet sektöründe görebiliyoruz
Bir kadroyu değerli kılan, üç tane boruyu kaynatıp piyasaya sürmek değil elbette. O kadronun tasarımı kadar üzerindeki kaynak işçiliği, luglu bir kadroysa nasıl lehimlendiği de çok önemli. Metaller ısıtılıp soğutuldukça, moleküler yapısında bozulmalar olur ve mukavemet kaybına uğrarlar. Çelik borularda bu kayıp %40’lara yakındır. Kaynak yaparken boruya verdiğiniz/vermediğiniz bu hasarın miktarı sizin işçiliğiniz konusundaki ölçülerden biridir. O kadroyu ne kadar titiz üretebilirsek, o kadar kıymetli bir kadro ortaya çıkarmış oluruz. Bu yüzden iyi ustaların kadrolarının iyi fiyatlara alıcı bulması doğaldır. Bu bir tecrübe ve yetenek işidir. Önemli ustalar bu konuda tartışılmaz bir tecrübe ve öngörüye sahiptir.
Peki, geçmişte üretilen kadrolarla günümüzdekiler arasında fark var mı? Tabii ki var. Çünkü teknoloji sürekli gelişiyor. Her gün daha farklı borular üretiliyor. Örneğin Nivacrom borular ile yukarıda bahsi geçen kayıplar %10’lara kadar düşebiliyor. Üreticiler sürekli daha iyi borular üretiyorlar; daha iyi üretim teknik ve metotları geliştiriyorlar. Bu da daha iyi, hafif ve güçlü kadrolar üretebilmelerini sağlıyor. Ancak, geçmişte üretilen borular da hala üretiliyor ve çok başarılı sonuçlar vermeye devam ediyorlar. Mesela Columbus, SL isimli borularını çok uzun zamandır üretiyor, ama yeni borular da var. Örneğin artık paslanmaz çelik denilen ve INOX olarak bilinen çok çok hafif ve uzun ömürlü. 0.4 mm çeper inceliğine düşebilen, soğuk çekim tekniği ile üretilen martenzitik bir çelik tipi var. Askeri sanayinin ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilen bu süper sınıf çelikleri artık günümüzde bisiklet sektöründe görebiliyoruz. Fiyatları çok yüksek olabilir, ancak tıpkı diğer üretim metotlarında olduğu gibi teknoloji sürekli gelişiyor ve ucuzluyor.
Ağırlık dezavantajı mı yoksa avantaj mı?
Bir çelik bisiklet için en yaygın önyargı kadronun ağırlığı ve bunun getireceği performans kaybı endişesidir. Elbette karbona göre ağırlık açısından kağıt üzerinde bir dezavantajı var gibi görünüyor. Ama bu performansı etkileyecek anlamına gelmiyor. Performans sizin bisiklet üzerinde anlık olarak ne kadar hızlı gittiğiniz değil, aynı zamanda onun üzerinde ne kadar dinç kalabildiğiniz ile de ilgilidir.
Yani sizi sürülebilirliliği ile daha az yıpratan bir bisiklet performansınızı daha uzun süre korumanızı sağlayacaktır. Tüketiciler çoğu zaman popüler kültürün etkisi ile gram hesapları yaparken bulurlar kendilerini. Ancak her şey hafiflik değildir, bisikleti hafifletirken ödün verdiğiniz pek çok şey vardır. Çok hafif ama doğru çözümler sunmayan bir kadro çok konforsuz olabilir, inişlerde, virajlarda yeterli kontrolü ve güveni vermeyebilir. Kısa ve anlık sürüşte size performans verir gibi gözükse de, sürüş uzadıkça yorucu olmaya ve sizi yavaşlatmaya başlayacaktır.
Bir diğer husus ise şahsa özel geometri tasarımı. Şu unutulmamalıdır ki, ergonomik olarak size uymayan hiçbir bisiklet, ne kadar hafif olursa olsun tam potansiyelinizi ortaya çıkarmanıza izin vermez. Custom bir bisikleti diğerlerinden ayıran en önemli faktör budur. Bu üretim tekniği işin biraz sanatsal boyutunu ele aldığı için, İtalyan kökenli bisiklet geleneği ön plana çıkıyor. Oradaki üretim atölyeleri ve zanaatkârlık bu anlamda daha köklü geçmişi olan meslekler. Ama son yıllarda Japonya ve Amerika’da da ciddi custom ustalarının parlamaya başladığını görmekteyiz. Bunlar üzerine de bir başka yazımızda buluşmak dileği ile…


